Bu köşedeki yazılarıma gelen tepkilerin en yoğun nedenlerinden birisi Tabip Odası Başkanı olmam ve buna rağmen bu sözleri sarf ediyor olmamdı. Nisan ayı itibariyle ile bu görevimi tamamlayıp nöbeti bir başka meslektaşıma devredeceğim. Bakalım o günden sonra yazacağım ve kendileri açısından rahatsız edicilik dozu daha da artacak olan yazılarımı eleştirmek için ne kulp takacaklar.
Şu an Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve bu zihniyetin toplumdaki uzantıları için az bile yazıyorum. Çok daha fazlasını hak ediyorlar ama sonuçta birlikte çalışıyoruz ve arada bir de olsa karşılaşıp yüz yüze bakıyoruz. Bu zihniyet eleştirilmeye alışkın değil. O yüzden küçük ve tek başına bile olsa ‘ayakkabılarının içine girmiş ve her adımlarında onları rahatsız eden bir taşın’ varlığını kabullenemiyorlar. Aynı rahatsızlık ve tahammülsüzlük beni uzmanlık derneğimden de attırmıştı. Ama biz doğru olduğuna inandıklarımızı söylüyoruz ve o da başkanlığından sonra da söylemeye devam edeceğiz. O zaman yazdıklarımızı da ya etikçi kimliğimizle bağdaştıramayacaklar, ya da öğretim üyesi kimliğimizle. Yine söylediklerimizde eleştirecek bir nokta bulamadıklarından üslubumuza laf edecekler. Evet, oda başkanıyız, öğretim üyesiyiz, etikçiyiz, -bazıları kabul etmekte çok zorlansa da- hekimiz ama her şeyden önce bu ülkenin gerçeklerinden haberdar, metropollerin ve payitahtın yumuşak koltukları ve entel cafeleri yerine her etnik kökenden insanın yaşadığı bir coğrafyada onlarla temas içinde olan, onların duygu ve düşüncelerine aşina sıradan bir vatandaşız, Elhamdülillah! Hem yalnızca ülkeni tanımak yetmez, dünyadan da haberdar olmak lazım. Bakın iki hafta evvelki yazımda ne demiştim? “Sen kendi ülkeni kötüleyen bir beyanda bulunursan, bütün uluslararası dergi editörleri bunu basmak isterler.” Dergi editörlerinin “hızlısı” da BMJ’den çıktı. Sanki üzerine vazifeymiş gibi bu köşedeki yazının mürekkebi daha kurumadan Dünya Sağlık Örgütü’nün mektubunu yayınlayıp kendince Sağlık Bakanlığı politikaları üzerinden Türkiye’yi kötülemiş.
Bazıları kendi ülkesinin gerçeklerinden haberdar olmadığı gibi, aynı zamanda dünyadan da bihaberler. Meşhur bir zatın deyişiyle eğer gaflet ve dalalet içinde değillerse, kesin hıyanet içindeler de haberleri yok.
TTB yeni afişler hazırlamış “Mesleğimize, meslek örgütümüze, geleceğimize sahip çıkalım Tabip Odasına Üye Olalım” başlığı altında. Dört yıllık oda başkanlığı dönemimde cevabını vermekte en çok zorlandığım ve verdiğim cevaptan kendimin de tatmin olmadığı soru: “Neden odaya üye olayım? TTB bugüne kadar birkaç ‘eğlenceli’ eylem ve bir kaç ‘etkisiz’ beyanat dışında ne yaptı? Mesleki olarak her şeyimizi kaybederken TTB’nin bir tane kazanımını bana söyleyebilir misin?” Çok doğru bir soru. Cevabı da çok açık. Çoğu meslektaş odalara üye olmuyor. Olanlar da kayıt parasını verdikten sonra yıllarca bir daha odaya uğramıyor. Oda görevlisi defalarca kapısına gitmesine rağmen hiç sıkılmadan 65 TL olan aidatlarını ödemekten imtina ediyor. “Nakitim yok yalanına karşı POS cihazı ile gittik bu sefer Kredi kartım da yok”dediler. Böylece alacaklar birikiyor, meslektaşlarınızla mahkemeye düşmemek için avukata da veremiyorsunuz ve ondan sonra maddi açığınızı kapatmak için cebinizden para harcamaya başlıyorsunuz.
Bunu bildiği veya bilmesi gerektiği halde TTB bir güzellik yapıp 65 TL olan asgari aidatı Ocak 2012 itibariyle 125 TL’ye çıkardı. Yani “Eskiden 65 TL içeri giriyordunuz, şimdi 125 TL içeri girin” demeye getirdi. Gönderdikleri yazıda aidat artışına ilişkin muhtelif gerekçeler sıralamışlar ama, gerçek neden gün gibi açık. Her oda sahip olduğu üye sayısını TTB’ye bildirir. TTB de bu rakam üzerinden sanki siz bu üyelerin bütün aidatlarını toplamışsınız gibi yüzde10’unu Merkeze göndermenizi ister. Belli ki maddi sıkıntı yaşayan Merkez buna bir çare olması adına aidatları artırdı ve böylece kıt kanaat geçinen zavallı odalardan elde ettiği geliri iki katına çıkardı. Kapitalist, neo-liberal bir yaklaşım mı? Haşa, sümme haşa…Onlar Sosyalist…