Kapitalist bir ekonomide piyasanın elverdiği ölçüde yüksek kâr oranı uygulamanın önünde hiçbir engel yoktur. Kapitalist anlayışta rekabetin asıl amacı piyasaya hâkim olmaktır. Rekabet kalite anlamına gelir ama amaçtan ziyade sonuç önemsenir. Oysa İslam iktisadı amaca da bakar. Daha fazla kazanmak amaç olduğundan kapitalizmde stokçuluk (karaborsa) rağbet görmektedir. İslam piyasada mal kıtlığı varken, elinde bulundurduğu malı daha fazla fiyata satmak üzere saklamayı ihtikâr olarak isimlendirmiş ve haram kılmıştır. Sadece buradan bile bakıldığında kapitalizmin piyasaları istikrarsızlaştıracağı, İslam iktisat düşüncesinin de denge hali olduğunu buradan anlamak da mümkündür.
İnsanın maddi ihtiyaçları karşılanırsa refaha, maddi olmayan ihtiyaçları karşılanırsa saadete erer. Kapitalizm sadece maddi olanı ile ilgilenir ve saadetin en basit hali olan mutluluğu kişinin sahip olduklarıyla sınırlandırır. Oysa insan ihtiraslarını kontrol edebildiği sürece elindekini paylaşma düşüncesi karşılık bulacaktır. Kapitalizm buna fırsat vermez. Sürekli daha fazla kazanma hırsı, kişi bedeni ve ruhu bakımından da sakıncalıdır. Zira ihtiras sağlığı gözardı etmeyi de beraberinde getirir.
İslam iktisadında amaç da önemli dedik. Bu anlamda temel amaç İslam Dininin genel çerçevesi içerisinde ‘felah’tır. Sözgelimi daha fazla getiri sağlasa da faiz kazanç için bir araç olamaz. Din ya da dinsel temelli ahlak kurumunu referans almadığından ana akım ekonomide “felah maksimizasyonu” diye bir anlayış yoktur. ‘Kâr maksimizasyonu’ olarak isimlendirilen yüksek gelirli olma durumu ‘refah’ kavramı ile ifade edilmektedir.
Refahı felahla ilişkilendiren İslam iktisadı doğal olarak “mal biriktirme” ve “tüketim kültürü oluşturma” tabanlı kapitalizmle ortak yönleri azalmaktadır. Kapitalizm insanı adeta ne yapması konusunda yazılım yüklenen makineye dönüştürmüştür. Zira tek bir dürtü vardır; o da her insanın sürekli ve gücü nisbetinde daha fazlasını elde etmesidir. Bu yüzden sadece zayıf kişi ve ülkeleri değil insani hissiyatları da yıkmıştır.
Ancak İslam iktisadının, ekonomiden güdülen önemli amaçlardan birisi olan refah kavramı ile büsbütün ayrıştığı da ileri sürülemez. Dolayısıyla refahı sadece gelir artışıyla tanımlamadığı gibi asıl olan refah değil felahtır. Bir başka deyişle soyut olan refah kavramını seküler bir anlayışın yansıması olan kapitalizmde yeri olmayan dünya ve ahiret saadeti bağlamında ele alır. Asıl olan da felahtır ve ekonomi için kabul edilebilecek refah tanımı felah sınırlarını aşmamalıdır.
Kurtuluş anlamına gelen felah dünyadaki ilişkiler bakımından helal ve temiz olanı temsil ederken, diğer davranışlarda olduğu gibi iktisadi ilişkileri de ahiret hayatı ile ilişkilendirmektedir. Zira iktisadi ilişkiler de İslam’ın bir parçasıdır ve kişiyi sadece dışsal zorlamalarla değil, içsel zorlama ve teşvik müesseseleriyle topluma yararlı olan çizgiye taşımaktadır.
Beşerî sistemlerde olmayan bu kurum, İslam hukuku ve iktisat düşüncesine çok güçlü bir yön kazandırmaktadır. Sözgelimi kurumsal yapının İslam hukukuna göre şekillendiği bir sistemde mükellefin zekât yanında vergileri kaçırması da söz konusu olmaz. Zira zekât doğrudan Allah’ın emri iken, vergi de ‘ulul-emre itaat’ çerçevesinde yine Allah’ın emridir.
Felah düşüncesi doğal olarak Müslümanlara hitap eder. İslam iktisadının geniş kitlelerde karşılık bulması ‘refah’ ayağına kuvvetli vurgu yapmayı da gerektirir. Elbette (faiz yasağı gibi) kırmızı çizgiler muhafaza edilerek sistemin daha fazla kabul görmesi mümkündür. Ekonomi esas olarak kaynakların yönetimi olduğuna göre, Müslümanlar açısından bir “felah” nedenidir ama Müslüman olmayanlar açısından yine İslam’ın öngörüsü olan adaletin tesisinde kendisine zemin bulabilecektir.
İslam iktisadında teorik olarak daha fazla kazanmayı engelleyen bir düzenleme de yoktur. Ancak felahı aşan bir gelir artışı helal ve temiz kabul edilmez. Örneğin Cuma vakti ticaret helal değildir. Oysa refah artışı sağlayabilir, ancak felah ile çatışır. Yukarıda ifade edildiği ürere refah, felah sınırları dışında tanımlanamaz (devamı var)