Kapitalizmin mantığı şudur; âtıl (yastık altı) birikimler profesyonel eller vasıtasıyla ekonomiye katılacak, böylece de oluşan üretim ‘refah’a dönüşecektir. Buradaki profesyonel el ise çoğunlukla bankalardır. Refah ise kapitalizm bakımından elde edilmesi amaçlanan sonuçtur. Kabaca yüksek gelir düzeyine sahip olmayı ifade eder. Yastık altı tasarrufların ekonomiye katılması vergi gibi zorunlu değil, faiz gibi teşvik edici araçlarla hayata geçirilmektedir. Tasarruf sahibinden alınan para kredi olarak dağıtılmak suretiyle ekonomik hayat canlı tutulmaya çalışılmaktadır. Yapılan bu aracılık ise banka bakımından kazanç hanesine yazılmakta, böylece çark işlemeye devam etmektedir. Zira bir yandan tasarruf sahiplerine faiz ödenirken, bir yandan da kredi vermek suretiyle faiz geliri elde edilmektedir. Tabii doğal olarak faiz oranları arasında belirgin farklar vardır. Ama asıl gelir bu farktan değil, bankanın elinde tuttuğu fonları defalarca dağıtabilmesinden, elbette diğer piyasalarda değerlendirmesinden elde edilmektedir. Bu ‘defalarca dağıtabilme’ opsiyonu ‘kaydi para’ olarak isimlendirilmekte olup, kayıtlarda gözükmesine rağmen, gerçekte böyle bir para falan yoktur. Bu yüzden hiçbir banka mudilerin talebini karşılayamaz. Nitekim kriz zamanlarında herkes bankadaki parasını çekmek istediğinden bankanın ödemesi mümkün olamamakta ve bankaya devlet tarafından el konulmaktadır.
Görüldüğü üzere ortada bir mal ya da hizmet çıktısı olma zorunluluğu yoktur. Varsa bile her biri için bir sefer olması gereken bu çıktı, onlarca kez satışa konu olduğundan, bu kısım bakımından da karşılıksızdır. Kısaca banka mal ya da hizmet değil, ‘para satışı’ yapar. Devletlerin yoğun kontrolleri ve çeşitli uluslararası kurallara rağmen, irili-ufaklı, global-bölgesel krizlerin nedeni de budur. Elbette yatırıma dönüşen kısmı da söz konusudur. Tasarrufları yatırıma dönüştürenlerin oluşturduğu ortamda da sıradan insan istihdam edilmek suretiyle iş sahibi olacaktır. Zaman içerisinde işin içine devletin girmesiyle sosyal güvenlik de temin edilmiş olup, bugün sürüp giden ve sorgulanmayan sistem işte budur.
Sosyal güvenlik bir rahatlama sağlasa da kapitalist sistemlerde sermaye sahipleri ile geniş halk kitleleri arasındaki gelir dengesizliği sürekli artmaktadır. Zira 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan, 1980’lerden sonra yaygınlaşan, günümüzde zirve yapan finansal araçlar, ‘arz’ı, yani üretimi değil, değişimi, yani elindeki finansal araçları pazarlamayı öne çıkarmıştır. Günümüzde artık sıradan insanın da ulaşabildiği bu finansal araçlar reel olanı değil, finansal olanı fonlamaktadır. Bir başka deyişle sermaye sahiplerinin geliri katlanarak artarken çalışanlar hemen her zaman ‘asgari olanına rıza göstermek zorunda kalmaktadır.
Oluşturulan finansal ağ, krizlerle birisinin cebindekini diğerine aktarmakta ya da elindeki tasarrufları eritmektedir. Her seferinde de bu ağır fatura geniş halk kitlelerinin sırtına yüklenmekte, oyun kurucular süreç içerisinde geliştirdikleri yeni enstrümanlarla ve yeni yüzlerle saltanatını sürdürmeye devam etmektedir.
Kapitalist anlayış daha fazla para kazanmak adına topluma ve aileye zararlı olan şeylerin önünü de açar. Söz gelimi kumar böyledir. Bütün zararlarına rağmen, kumar kapitalizmde bir sektördür. Sigara, hatta kimi ülkelerde uyuşturucu bile böyledir. Genetiğiyle oynanmış gıda maddeleri, hormonlanmış beyaz et, formülü bilinmeyen içecekler de aynı amaca matuftur.
İslam iktisadı topluma zarar verecek bir malın satışına da daha fazla gelir elde etmek, vergi almak, milli gelir artışı sağlamak gibi nedenlerle izin vermez. Böyle bir anlayışın nihai olarak devlet ve toplum bakımından faydalı olduğu söylenemez. Zararının zamana yayılı olması ya da nesiller arası aktarımının mümkün olması duruma meşruiyyet kazandırmamalıdır.
Kapitalist ekonomi sürekli daha fazla kazanarak “refahın” artacağı varsayımı üzerine bina edilmiştir. Gerçekten temel ihtiyaçları giderebilecek bir kazancın insan refahı üzerinde etkisi vardır. Zira fizyolojik ihtiyaçları yeterince karşılanmayan, bir başka deyişle standart insani şartlarda ihtiyaçlarını gideremeyen insanın medeniyet perspektifi de olamaz. Medeniyet ise insana dairdir. Bir başka deyişle medeniyetin zayıflaması orta ve uzun vadede yok olma anlamına gelmektedir.
Nitekim, özellikle de gelişme sürecini tamamlamamış ülkelerde milyonlarla, dünyada da milyarla ifade edilen sayıda insanın günlük tek meşgalesi maişetini çıkarma çabasıdır. Örneğin ülkemizde milyonlarca insan ‘asgari’ ücretle çalışmakta ve bu geliri ile temel ihtiyaçlarını karşılama çabasından başka bir şeyle de ilgilenememektedir. Birleşmiş Milletler verilerine göre sırf 800 milyon insan açlıkla mücadele ederken, fakirlik sınırında olanlarda neredeyse dünya nüfusunun yarısı kadardır (% 45). Günlük iki doların altında çalışanların sayısı ise Dünya Bankası verilerine göre 1.5 milyardır. Uluslararası araştırmalar ise, kişilerin toplumsal sorunlara kendi iradeleriyle tepki verebilmesi için alt gelir limitinin yıllık 10.000 dolar olması gerektiği yönündedir. Kişinin toplumsal meselelerle ilgilenmesi ise bir yandan insani, bir yandan İslami bir vazife iken, kişinin özgürlüğüne de refere eder.
Refah kavramı iktisat-ekonomi denince ilk akla gelen şeylerden birisi olduğu doğrudur. Bir başka deyişle ekonomi-refah ilişkisi olmazsa olmazdır. Kapitalizmde adeta kutsallaştırılan refah elbette İslam iktisadı bakımından da önemli bir kavramdır. Ancak kapitalist ekonomiden farklı olarak merkezde ‘refah’ değil, dünya ve ahiret saadetini esas alan ‘felah’ kavramı vardır. Bir başka deyişle daha çok kazanmak anlamına gelen refah artışı, helal ve temiz olanı esas alan ‘felah’ kavramı ile çerçevelenmiştir. Bu anlamda mesela faiz yasağı İslam iktisadının kırmızı çizgilerindendir. Haksız, dolayısıyla kirlidir çünkü… Felah refahtan farklı olarak sadece mal biriktirmeyi değil, kişisel anlamda saadet ve huzur, toplumsal anlamda dirlik ve düzen anlamına gelir. Mesela ”zarar ve mukabele biz-zarar yoktur” bir Mecelle hükmüdür (m.19). Ama kapitalizmde devlet yasal ve kurumsal zecri önlemler almasa piyasada güçlü olanlar zayıfları ortadan kaldırmaktadır (devam edecek)
1 yorum
Kaleminize sağlık.