Günümüzde küreselleşme ile enerji soğuran bir dünya toplumu portresi ortaya çıkmaktadır. Ortadoğu’da yıllardan beri süregelen kaos ve çatışma ortamına ilave olarak son günlerde yakın coğrafyamızdaki Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan savaş göstermiştir ki enerji arzı ile lojistiği ve tedarik zinciri de önemlidir. Küresel enerji dinamiklerinin arzuları doğrultusunda petrol ve doğal gaz rezervlerinin yoğun olduğu bölgelerin güvenceye alınmasına öncelik vermek yeterli değildir. Aynı zamanda iletim ve tüketim sürecinin de güvenceye alınması gerekmektedir. Belki de çok daha acil bir konudur. Komşumuz Ukrayna’ya ağır tahribatlar veren savaşın; enerjide dışa bağımlı olan ülkeler başta olmak üzere küresel enerji piyasaları için çok ciddi sonuçları oldu. Orta doğuda süregelmekte olan kaosla birlikte enerji özgürlüğünün ulusal güvenlik politikasının temel taşı olduğunu gösterdi.
Yaşanan süreçte Almanya başta olmak üzere Rusya’ya enerji bağımlılığı çok büyük oranlarda olan ülkeler; yaşadıkları sürpriz karşısında, nükleer santrallerinin daha uzun süre devrede kalması, kömür başta olmak üzere fosil yakıtların yeniden yaygın olarak kullanımı gibi yaklaşımlara daha şimdiden girmiş bulunmaktadırlar.
Cumhuriyetimizin kuruluş sürecinde, Mustafa Kemal Atatürk, bir yandan askeri mücadelelerle misakı milli sınırlarını çizerken, aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti’nin; sosyal, siyasal, kültürel ve hukuksal alt yapısını oluşturmaktaydı. Eş zamanlı olarak da belki de çok daha önemli gördüğü ekonomik alt yapı ile ilgili karar ve uygulamaları hızla devreye sokmaktaydı. Nitekim İzmir İktisat Kongresi’nin aynı günlerde toplanmış olması, kalkınma hamlesine yönelik, bir dizi kararların alınarak hızla uygulamaya konulması bu çabaların ürünüydü. Atatürk, Kongre’nin açılış konuşmasında “Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlik, mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadî zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz” diyerek bundan sonra mücadelenin ekonomik düzlemde gerçekleştirileceğinin altını çizmiştir. Elbette, yer altı kaynaklarımız başta olmak üzere kalkınmanın gerektirdiği tüm sektörel alanlarda, o günkü kıt ekonomik kaynaklara rağmen muazzam bir hamle başlatılmıştır. Tüm Dünya’da artan toplumsal refah taleplerini karşılama, sanayileşme ve daha fazla katma değer yaratma potansiyeli dolayısı ile kalkınma için öncelikli alanlardan biri olarak enerji ve madencilik sektörünü bilinçli bir yaklaşımla seçmiştir. Bu yöndeki bakış açısını da bir konuşmasında mealen “Efendiler, misakı milli sınırlarımız içinde yerüstü ve yer altı varlıklarımız kalkınma için önemlidir. Özellikle de maden, petrol, doğal gaz gibi kaynaklarımızı bir an önce bulup üretmeliyiz. Bunu önce ulusumuzun, sonra komşularımızın en sonunda da tüm ihtiyaç duyan insanlığın refahı için yapmalıyız.“ şeklinde ifade etmiştir. Bu yaklaşımdan hareketle, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, Demir Çelik İşletmeleri, Etibank, Sümerbank, Kömür işletmeleri, Türkiye petrolleri başta olmak üzere pek çok sektör kuruluşlarının temeli 1930 lu yıllarda atılmıştır. Bu gün geldiğimiz noktada gerek kara, gerek mavi vatanda yaptığımız ve de yapacağımız keşiflerin arka planı bu vizyonun meyvesi olsa gerektir.
21. Yüzyılda enerji soğuran bir dünya toplumu portresi ortaya çıkmaktadır. Mevcut fosil enerji kaynaklarının ömürlerinin çok kısa olduğu dikkate alındığında, yeni enerji kaynakları teknik ve ekonomik yapılabilirlik ölçüleri içinde devreye girinceye kadar, disiplinli bir biçimde ancak adil bir yaklaşımla tüketilmeleri gerekmektedir. Bu olgu, mevcut kaynakların akılcı ve dengeli bir yaklaşımla yönetilmesini gerekli kılmaktadır. Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz keşiflerinin; bu bölgedeki karmaşa ve rekabette yeni fay hatlarının oluşmasına neden olacağı anlaşılmaktadır.
Son dönemde, sahip olduğu sismik-jeolojik araştırma ve sondaj gemisi filosu ile Türkiye’nin doğru bir hamle ile gerek bu alanda gerekse batı Karadeniz’deki haklarını kullanma iradesi göstermesi önemli bir stratejik karar olmuştur. Bu amaçla aktif bir aktör olarak petrol ve doğal gaz araştırma faaliyetlerine başlamış olması, bölgenin enerji dengesinin değişmesi yönünde önemli bir mihenk taşı olmuştur. Bu vizyonla sistematik etüd ve araştırmalarla gerçekleştirilmekte olan petrol ve doğal gaz arama çalışmaları daha şimdiden önemli bulgulara ulaşıldığını gösteriyor. Gabar’da keşfedilen 150 milyon varil seviyesindeki petrol rezerviyle birlikte Batı Karadeniz’de gerçekleştirilen doğal gaz arama çalışmaları meyvelerini veriyor. Doğu Akdeniz’deki mavi vatan aramalarında da arzu edilen sonuçlara ulaşılması sürpriz olmamalıdır.
Bilindiği gibi petrol ve doğal gaz, milyonlarca yıllık süreçlerde, kıta ya da deniz dibindeki uygun jeolojik formasyonlardaki kaynak kaya ve kapanlarda oluşmaktadır. Bu bağlamda bir doğal gaz rezervuarının keşfi ve miktarının tespiti ancak jeodezik, jeolojik, petrografik, jeokimyasal, sismik etütler sonucu yapılacak kapsamlı sondajlı çalışmalardan oluşan sistematik bir dizi iş ve işlemlerle olanaklıdır. Bu aşamaya kadar olan çalışmalar sonunda gaz varlığı ortaya konmuş ise “GAZ KEŞFİ” olarak tanımlamak gerekir. Keşfedilen bu gaz miktarı; nicelik ve nitelik yönünden yeterli verilerle ayrıntılı olarak ortaya konmuş ve miktarı belirli ölçüde belirlenmiş ise o takdirde “GAZ REZERVİ” kavramı kullanılmalıdır. Bu kavramların ifade ettiği matematiksel boyutların farkında olmadan, Karadeniz’deki doğal gaz keşfi ile ilgili ortaya atılan çeşitli spekülasyonlar nedeniyle bazı teknik kavramlara değinmekte yarar görüyorum. Kaynak: bir ülkenin tüm jeolojik ortamında olabilecek petrol veya doğalgaz zenginliklerini ifade eder. Gerek işletilebilirlik gerekse varlığının belirliliği açısından yeterli veri yoktur. Rezerv: kaynağın; varlığı arama çalışmalarıyla belirlenmiş ve işletilebilirliği, değerlendirme etüdleri ile saptanmış olan bölümüdür. Bu rezerv kategorilerindeki tahminlerde de artı eksi yüzde elli oranında sapmalar kabul edilebilir değerlerdir. Üretilebilir rezerv ise belirlenen görünür rezervin sisteme kazandırılmasına kadar olan süreçte olası kayıpların da dikkate alındığı bir tanımdır.
Yer altı kaynaklarının, üstelik de deniz dibi derinliklerde aranıp bulunması ve üretime kazandırılması hem on yıllarca zaman hem de çok büyük yatırım maliyetleri gerektirmektedir. Bu yöndeki faaliyetlerini daha az sorunlu görülen Batı Karadeniz dibi hidrokarbon oluşumlarına konsantre eden ülkemiz, bunun semeresini de oldukça kısa sürede görmüştür. Nitekim üretilebilir rezerv kategorisinde olduğu anlaşılan 710 milyar metreküplük doğalgaz keşfi; kamuoyu ile en yetkili makam tarafından müjde olarak paylaşılmıştır. Uluslararası normlara uygun yapılacak daha kapsamlı çalışmalarla bu miktarın daha da artması sürpriz sayılmamalıdır.
Dünya bilinen doğal gaz ve petrol rezervlerinin azaldığı bir dönemde, bu büyüklükteki bir keşif elbette çok değerlidir. Bu rezervlerin bir bölümünün çok yakın tarihlerde üretiliyor olması da kayda değer bir olgudur. Gelecekteki benzer faaliyetleri çok daha kolaylaştıracak teknoloji ve bilgi birikimi elde edilmiş olması da ayrı bir kazanımdır. Süreç tamamlandığında; kaynaklarının çok önemli bir bölümünü doğalgaz ve petrol ithalatına ayırmak durumunda olan ülkemiz; enerji stratejisinde önemli kazanımlar sağlayacak, küresel dinamikler nezdinde de elini güçlendirecektir.
Bu açıklanan kavramlar ekseninde ve kamuoyu ile paylaşılan veriler ışığında, Batı Karadeniz’deki gaz keşfi le ilgili değerlendirmem özetle aşağıdaki gibidir.
- Dünya bilinen rezervlerinin azaldığı bir dönemde, bu büyüklükteki doğal gaz keşfi çok değerlidir.
- Bu keşif, Mustafa Kemal Atatürk’ün oluşturduğu madencilik vizyonunun, gecikmeli olarak ortaya çıkarılan meyvesidir.
- Tespit edilen 710 milyar metreküplük rezerv, herhangi bir dış alım yapılmaması koşulu ile ülkemizin en az 10 yıllık gereksinimini karşılayacak büyüklüktedir.
- Kamuoyunda ilgisiz kişilerce tartışıldığının aksine, üretilebilir bir yeraltı kaynağının, rezerv-kapasite-yatırım ilişkisi ekseninde planlanması ve yapılacak bir fizibilite ile değerlendirilmesi kaçınılmazdır.
- Bu nitelikteki bir varlık normal şartlarda ve iyimser bir yaklaşımla en az 2-3 yıllık arama, 4-5 yıllık yatırım dönemi gerektirir.
- Yatırım büyüklüğü ise rezervin fonksiyonu olarak yıllık üretim kapasitesi ve işletme ömrü ile belirlenmektedir.
- Tuna-1 sahamızda; son derece hızlı bir proje planlama ve uygulama pratiği ile, ilk aşamada günlük 10 milyon metre küp kapasite ile üretime çok yakın zamanda geçilecek olması önemli bir proje uygulama başarısı olacaktır.
- Bu kapasitenin edinilen tecrübe ile birkaç yıl içinde iki katına çıkarılması da olası görülmektedir.
Özetle, çok daha başarılı sonuçlar için enerji hammaddeleri başta olmak üzere tüm doğal kaynaklarımızın tespit edilerek çevre dostu üretim yöntemleri ile ekonomimize kazandırılması gerekmektedir. Bu ulusal konuda da toplumun, popülist yaklaşımlarla, “Çevre- Maden” ikilemine sokulmasına fırsat tanımadan “Siyaset Üstü Bir İklim” bir an önce sağlanmalıdır. İlgili tüm aktörlere bu yönde amasız fakatsız görev düşmektedir.
1 yorum
* 2007, Trakya ve Tuz gölünde doğalgaz bulundu haberleri
* 2009 yerel seçimler öncesinde Manisa, Niğde, Diyarbakır, Isparta ve Antalya’da petrol bulundu haberleri,
* 2010 referandum öncesinde, Ergani ve Manisa’da petrol bulundu haberleri,
* 31.mart.2014 yerel seçimler öncesi, Diyarbakır’da Türkiyenin 40 yıl ihtiyacını karşılayacak kaya gazı bulundu haberi (şubat 2014),
* 7.6.2015 genel seçimler öncesi: Trakya’da 600 milyon metreküp doğalgaz bulundu haberi (Ocak 2015)
* Ekim 2015 te Karadeniz’de 30 milyar metreküp doğalgaz bulundu haberi.
* Mayıs 2018 de Mardin, Şırnak, Batman ve Siirtte petrol, Trakya’da doğalgaz bulundu haberleri,
* Şubat 2019 da Siirtte petrol, Trakya’da doğalgaz bulundu haberleri,
Tüm bunlardan henüz bir sonuç çıkmadı. Umarım en son Karadeniz’den doğal gaz bulundu haberi sonucunda, bölgede işletmeye geçilip ülkemiz ekonomisine ciddi katkıları olur.