“Zor Karar”, “Çok Zor Karar” ve “Zoraki Karar” adlı makalelerimi yazarken, aslında ben ‘Emekli’ oluyorum diye meslektaşlarıma biraz naz yapayım derken, meğer onların düşüncelerindeki kabukları kopartmış ve altından türlü türlü yaraların ortaya çıkmasına yol açmışım. Yazdıklarıma aldığım yorumlar, aldığım mailler ve telefonlar meslektaşlarımın çoğunun umutsuzluk içinde çırpındıklarını sergileyince emekliliğimin hüznünü, türlü sıkıntılardan kurtuluyor olmanın sevincine dönüştürdü, ama aynı zamanda da meslektaşlarımın mutsuzluğunun ağırlığını yüreğimde hissetmeme yol açtı.
Hele de bir bayan meslektaşımın maili, beni çok etkiledi ve hiç fark etmemiş olduğum bazı gerçeklerle yüzleştirdi beni… Şöyle diyor bayan meslektaşım; “Hocam, hani insanlar okuyup meslek sahibi olmaya, hele de doktor olmaya çok heveslenirler ya, inanın ben ve benim gibi birçok bayan meslektaşım ‘Keşke biz hiç okumasaydık da ev hanımı olsaydık’ diyoruz! Düşünün bir kere, öyle bir yanlış zamanda bu mesleği seçmişiz ki, saygınlığımız ayaklar altında… Çocuğumuz yaşındaki gençlere bile, bize hakaret etme ‘hak ve hürriyeti’ bize de bunlara ‘hoş görerek tahammül etme’ yükümlülüğü’ verildi. Hekimlerin tartaklanması, herkesçe zevk(!) ve hınç(!) ile okunan üçüncü sayfa haberi oldu. Buna da yalnızca biz bize üzülüyoruz. Toplumun çoğunun gözündeyse illa ki hak etmişizdir!!! Hani neredeyse, evimize sağ salim dönememe ihtimaline karşı, her sabah ailemizle helalleşip de yola koyulur olduk.
Oysa bir de, bazı, kolay kazanmış, helal-haram ve meşru-gayri meşru demeden bir şekilde servet sahibi olanların hanımlarının müreffeh hayatına bakın… İstedikleri saatte kalkabiliyorlar, sabah trafikte boğuşma ve nöbet dertleri yok… Gün içinde kuaför salonlarını, spor salonlarını, güzellik merkezlerini dolduranlar da herhalde çalışan hanımlar değil!!!. Evlerinin işini gören gündelikçileri, o da yetmiyor haftalıkçıları(!) var. Bu konuya pek değinmek niyetinde değilim. Sadece teğet(!) geçtim, o kadar…
Ancak biz, çocuklarımızı mecburiyetten içimiz parçalanarak kreşlere bırakırken, ev hanımları da çocuk eğitimcilerinin önerilerini çok önemsediklerinden!!! olsa gerek, üçüncü yaştan itibaren veriyorlar çocuk yuvalarına… Bana öyle geliyor ki, paranın kolay kazanılmadığını bildiğimizden biz ıspanakları çamurlu alıp yıkayıp ayıklarken, ev hanımları hazır yıkanmış, doğranmış olanları alıyorlardır. Biz aynı amaçla saçımızı da kendimiz boyamaya, manikürümüzü kendimiz yapmaya çalışıyoruz… Tabi asıl nedenlerden biri de parayı gözden çıkarsak da, bunlara ayıracak yeterli zamanımızın da sınırlı olması…”
Bu mail gerçekten çok etkiledi ve düşündürdü beni. Bir yandan, bir ucu bir erkek olarak bana da dokunduğundan(!) benim hoşuma gitmiyor. Bir yandan da, bunu şimdi sizlerle paylaşıyor olmam, kırk yıldır benim kahrımı(!) çeken eşimin de hiç hoşuna gitmeyecek(!). Bundan eminim. Ama jinekolog gelinimin ve ikisi de mühendis ve evli olan kızlarımın da çalışıyor olmaları, bana ‘Objektif Hakem’ olma hakkını verdiğini de kabul ediyorum(!).
Demek ki toplumumuzda ciddi bir sıkıntı var. İnsanlar emeğe değil, sömürmeye heveslenir oldu, kolaya kaçmayı bir ‘fazilet’ olarak görmeye başladı.Yoksa büyük büyük ninelerimizin hayali olan ‘Varlıklı bir kocaya varmak ve rahat yaşamak’ düsturu günümüzde yeniden hortlamış da, biz mi farkında değiliz?!
Bayan meslektaşımın ev hanımlarının konforuna!!! göndermeyle, asıl dile getirmek istediği, elbette ki ‘Kutsal’ sıfatı alan yalnızca iki meslekten biri olan mesleğimizin hiçe sayılan onuru, karşılığını bulamayan emeği, her gün yapılan bir değişiklikle yarınından emin olamama kaygısıdır.
“Emeğin” kurulmuş olduğu tahtı, hak edip etmediği asla sorgulanmamalı, “kolaycılık” asla bir meziyetmişçesine, özellikle yetişmekte olan gençlerin hedefi olmamalıdır.
Ve “AŞK” dan (Hasret Matbaaası, 2000, İstanbul) bir rubai.
ZOR KADIN
Mehlika’nın aşkına, ağladı tambur, keman,
Mazinin tuzağında sevgiyle yandı zaman.
Üşüyen gençliğimin telaşı sağnak yağmur,
Ben, zaman, tarih ve sen, zor kadın, zor imtihan…