Türkiye, birçok ciddi sorunla boğuşarak ayakta kalmaya çalışıyor. Malum sorunlar (eğitim, terör, din, siyaset, ekonomi…) birçok kesimce dile getiriliyor. Her seferinde sorunların çevresinde dönüp durmak bir çözüm getirmiyor. Esasen ciddi çözüm önerileri de, maalesef, yapılamıyor. Belirlenmiş yüzlerce beylik fikir, temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp servis ediliyor. Dolayısıyla kabak tadı veren bu hal, ağız tadını yavanlaştırmaktan öte bünyeye de fayda bir yana zarar vermeye başladı.
Yeni bir dünya düzeninin konuşulduğu şu günlerde, birçok aklı başında kesimin farkında olduğu bu sonu belli olumsuz durumdan kurtulmanın bir yolu var mı? Umutsuzluk gittikçe daha baskın hale gelse de çıkış yolunun henüz tamamen kapanmadığını ifade etmek isterim. Karanlık bir tünelde de kalsak, tünelin bir sonu olduğunu bilmek ve ışığın eninde sonunda görüleceğini unutmamak gerekir. Aksi takdirde umutlar tükenecek, karanlıklar kadere dönüşecektir.
Kader bir yazgıdır. Her var olan istese de istemese de bir kaderin içine doğar. Lakin içine doğulan mutlak değildir. Değişkendir. Yenilenir. Yeniden yazılır. İnsanı diğer var olanlardan ayıran da onun içine doğduğu kaderi yeniden kuracak kudrete, gönüle ve akla sahip olmasıdır.
Türkiye, yeni bir dönemecin eşiğindedir. Kabul etsek de etmesek de, inansak da inanmasak da dönemecin sonunda karmaşadan öte kargaşanın hakim olmaya başladığı bir manzarayla karşı karşıya kalacağız. Karşı karşıya kaldıklarımızla karşılaşmazsak, kaybedenlerden olacağız. Karmaşa, anlaşılabilir ve düzeltilebilir bir yapıdır. Ancak kargaşa felaket getirir. Karanlığa mahkum eder.
Karşı karşıya kalacağımız kargaşanın başımızı yememesi için yapılması ve idrak edilmesi gereken ne olabilir? Suale büyük İslam âlimi, merhum Elmalılı Hamdi Yazır’a kulak vererek bir yanıt vermeye çalışayım. Malum, Elmalılı M. Hamdi Yazır, son devrin büyük ilim adamları arasında yer alır. Müfessirliği yanında filozofluğu da vardır. Onun özellikle Fransızcadan “Metâlib ve Mezâhib” başlığı altında Türkçeye çevirdiği felsefe tarihi kitabına “Giriş” olarak yazdığı 50 sayfayı aşan “Dibace” bir felsefe klasiğidir. Günümüz sorunlarına ışık tutacak içeriktedir. Bu nedenle Elmalılı Hamdi Yazır gibi bir âlimin dine ve felsefeye olan vukufiyetinin, günümüz felsefe ya da din düşmanı bilimci ve dincilere (sanki-âlimlere) duyurulması gerekmektedir.
Yukarıda parantez içinde birkaçını dile getirdiğimiz, artık hafife alma lüksümüzün kalmadığı ciddi sorunlarımız var. Elbette bu yazıda bu sorunların her birini teşrih masasına yatırmak mümkün olmadığından, çerçeveyi Doğu-Batı ilişkisi zemininde, akıl-iman bütünlüğü ile sınırlandırarak ele almaya çalışacağım. Türkiye’de son zamanlarda, özellikle eğitim programlarında yapılan olumsuz oynamalar bizi ister istemez acilen karşılaşmamız gereken bir sorun olarak din-felsefe ilişkisine yönelmeye zorluyor. Bu ilişki bilimi de kuşatır.
Günümüzde Doğu, Batıdan sirayet eden birçok sorunla mustariptir. Daha da sıkıntılısı, geçmişine sırtını dönen Doğu insanının kafası ciddi anlamda karışıktır. Burada Doğuyu daha çok İslam’a, Batıyı ise Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe nispetle sembolik olarak kullanıyorum.
Farkında olsak da olmasak da etkin olan Batıdır nicedir, edilgin olansa Doğu. Sürükleyen Batıdır, sürüklenense Doğu. Kazanan Batıdır, kaybedense Doğu. Doğunun aydınlığı Batının karanlığındadır.
Doğu ile Batının arasına sıkışan Türk aydını, (bir de Türk olamayanlar var, onların durumu hepten sıkıntı), dünya ile ahiretin, dinle felsefenin, bilimle imanın arasını batılının bulandırmasıyla ayırır olmuştur. Daha da vahimi; Hıristiyan kültürünün akıl-iman çelişkisi ya da din felsefe karşıtlığı İslam âlemi için de geçerlidir artık. Ayrıştırıcı Batı, pek çok şeyin arasına nifak sokmuştur. Oysa asıl olan ayırmak değil, birleştirmektir.
Akıl iman ilişkisi, din-felsefe ilişkisinin bir boyutudur. Özellikle son zamanlarda gerek din-felsefe, gerekse akıl-iman ilişkisi üzerine düşünen pek çok araştırmacı, Hıristiyanlıkla somutlaşan modern bakışın etkisiyle soruna birleştirici değil ayırıcı bir zaviyeden çözüm sunmayı tek çıkar yol olarak görmektedir. Artık dinin felsefeden, dolayısıyla aklın imandan gittikçe ayrıştırılması, Müslüman düşünürü pek rahatsız etmiyor görünmektedir. Oysa genelde İslam kültürü, özelde ise Kuran-ı Kerim, aklı imandan kesinlikle ayırmaz. Aslında din-felsefe ilişkisi bağlamında da ayırıcı unsurlardan çok daha güçlü olan birleştirici yön, Kuran-ı Kerim referanslı İslam kültüründe baskın niteliktir.
Din-felsefe ilişkisinin bir izdüşümü olarak da tartışmak mümkün olan akıl-iman ilişkisindeki zahiri karşıtlığının altında yatan nedenlerin farkında olan Elmalılı M. Hamdi Yazır, esasen felsefenin caiz olduğu tek dinin İslam dini olduğunun altını çizerek, hem sorunun kaynağına ciddi bir gönderme yapar hem de karışık zihinleri rahatlatıcı açıklamalar sunar.
Hamdi Yazır’a göre, dar anlamda imanın, geniş anlamda ise dinin akla ve felsefeye uygunluğundan söz edilirken dinin ve imanın hisle olan intibakı göz ardı edilmemelidir. Akıl, insanın ruhî kuvvetlerinden bir güçtür. İmanı içeren din de insanın ruh kuvvetleriyle alakadar olarak nefis birliğine intibak etmesi gereken büyük bir hakikattir. Akıl ve his, çok yerde ters düşse de vicdan birliği onların buluştuğu yerde tecelli ederek bütünlüğü sağlamaktadır. Doğru din ya da hakikat vicdan birliği olarak tezahür eden buluşma noktasını içeren Hakk’ın esası olmaktadır. Akıl, ilmî bir inanış getirmektedir. Fakat bu inanış, kalbin hissî inanışlarıyla uyuşmadıkça, Yazır’ın nazarında, cahiller içinde kalan âlim misali hükümsüz kalmaktadır.
Hamdi Yazır, burada anafikri verilen orijinal yaklaşımını mantıktan hareketle temellendirmektedir. Öyle ki, uzun yıllar tefsir ve fıkıh yanında mantık hocalığı da yapmış bir düşünür olarak hükmün bir his olduğunu fark ettirmesi önem arz etmektedir. Zira, Yazır’ın gayet makul bir zeminde temellendirdiği gibi; hüküm bir his ise, tasdik de hakikatte aklın bu hisse uygun düşmesidir.
İslam mantıkçılarının genelde tasavvurla tasdikin, mahiyet bakımından ayrı olduğunu düşünmelerinin temel nedeni hükmün hisse, tasdikin ise bu hisse olan uygunluğu olmalıdır. Bir başka ifadeyle, tasavvur ve tasdikin esasta (zatta) birleştirilmeleri doğru değildir. Eğer zatî bir birlikten yana tavır konulursa, akıl ve duygu birbirinden ayrılmakta ve ikilik doğmaktadır. Bu da şüphenin önünü açmakta ve bocalamaya sebebiyet vermektedir. Nihai noktada ise aynı hakikatin iki yüzü olan din-felsefe ya da akıl-iman kavramları birbirinden kopmaktadır. Hıristiyan teolojisinin düştüğü temel yanlışlık da buradadır.
Esasen, yaşamın hayata yükselebilmesi için vicdan birliğine gereksinim vardır. Burada “yaşam” ile “hayat” kavramları farklılaştırılmıştır. Yaşam fizik olanı, hayat ise fizik ötesini kuşatır. Birbirlerinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdırlar. Vicdan birliği yaşamı aşan bir hayatın kurulması anlamına gelir. Bu nedenle vicdan birliği olmadan ne “yaşam” ne de “hayat” kargaşadan kurtulur. Çünkü vicdan birliği kaybolduğunda akıl ile ruhun arası açılmaya başlar. Ardından akıl ile ruh arasında bir çekişme çıkar. Sonunda biri diğerine galebe çalar. Bu gönlün kaybedilmesidir.
Hislerin iradeyle alakası akla göre daha kuvvetlidir. Bunun açıklaması ise şudur: Akıl ile ruh kapıştıklarında ruh, aklı genelde mağlup eder. Aklın yenilgisi ise, aklın en önemli sonucu olan ilmi ve bilimi yok eder.
İlmin ve bilimin dışına sürüklenen insan, artık duygunun esrikliğiyle havaîleşir. Her an değişebilen, yön değiştirebilen, sebatsız, güvensiz ve mecalsizdir. Bu bir kader değildir. Ondan kurtulmak mümkündür. Lâkin çıkış yolu “çıplak akıl” değildir. Elbet çözüm, akıldan vazgeçmek de olamaz.
İnsan akıl ile hislerini yenerek iradesini duygulara yenik düşmekten uzak tutabilirse, sağduyulu olur. Bu akla “selim akıl” denir. Aklıselim ile hareket etmek, insanı sağlam ve değişmez bir iman hasletine yükseltir. Ancak kulağa hoş gelen bu durum, insanı bir başka sorunla karşı karşıya getirir. O da amelî bakımdan soğukluk ile tembelliğin hâsıl olmasıdır. Aşkın ve şevkin kaybolmasıdır. Heyecanın ve iradenin sönük kalmasıdır. Bu aşamada insan, aklıselim ile yol alsa da henüz kalbiselime yükselememiştir.
His ile aklın karşı karşıya getirilmesi ciddi bir sorundur. Çünkü böylesi bir çatışmada iman, nazarîlikten amelîliğe (teoriden pratiğe) geçme zorluğu yaşar. Hasbelkader bu zorluk aşılırsa, bu defa da amelî uygulamalarda büyük zorluklarla karşılaşılır. Bu nedenle akıl ya dış alemden his yoluyla alınanların aynası ya da dış alemden alınanlar aklın aynası olmalıdır. Aksi takdirde iman ile aşk birlikte olamazlar.
Esasen akıl ve dış alemden his yoluyla alınanlar, ruhun farklı vazifeler yapan aletleri olduğundan birbirlerine ayna olmaları abestir. Nefsî vicdan olarak tanımlanması mümkün olan insanlık ise, bunların birbirinin aynı olmalarında değil, birbiriyle buluşmalarında tezahür eder. Asıl vicdan, bu buluşma noktasıdır. Ruh, nefis birliğini bununla gerçekleştirir. Öyleyse dini vicdanın da burada bulunması gerekir. Bu düzlemde nefis, hem akıl bakımından tatmin edilmiş hem de duygu bakımından lezzet içindedir. Bu durum kalbiselimin de ötesinde zevkiselime açılan kapıdır.
Yukarıda yorumlayarak kısaca değindiğimiz Elmalılı Hamdi Yazır’a ait orijinal bir temellendirme olan vicdan birliği meselesi, özellikle siyasetler üzerinden yapılandırılan ve gerçekleri saptırarak Türk milletini parçalayan her türlü girişime panzehir olabilecek kudrettedir. Türkiye’de yaşanan savruluşun ve kargaşanın panzehri olan vicdan birliğinin sağlanması başta eğitim ile öğretim olmak üzere millete seslenen her bir şahıs ile kurumda ahlaki bir sorumluluktur.
8 yorum
Kaleminize sağlık…
Teşekkürler
“Günümüzde Doğu, Batıdan sirayet eden birçok sorunla mustariptir.”tespitinde bulunmuşsunuz. Bana göre hâlâ bir umudumuz var. Batı’dan Doğu’ya vicdansızlık sirâyet etmedi. Batı’nın ekonomik olarak gelişmesinde kan ve göz yaşı var. Aztek’lerin, İnka’ların hatta Afrika’daki Hutu ve Zulu kabilelerinin. Ve hatta ‘İnsanat bahçe’lerinde intihar edenlerin.
Batı öyle bir hokus pokus kabiliyetine sahip ki; vicdanları kanatan zulüm ve gözyaşlarını ‘medeniyet’ diye tüm dünyaya kabul ettiriyor.
Vicdana sahip Doğu ile, vicdanın kırıntısına sahip olmayan (bir damla petrol bir damla kana eşittir.) Batı’nın karşılaşabilmesi mümkün olur mu?
Doğu’nun kutsal kitabı orijinal, ilahi kaynaklı. Batı’nın kitabı insan mahsülü: Hırs ve tekebbür yüklü.
Karşılaşamazlar…
Öncelikle doğunun kendisiyle karşılaşması ve vicdan birliğini yeniden sağlaması gerekiyor. Bu başarulabilşnirde batıyla karşılaşamasak da bile karşı karşı karşıya gelirken ne olduğunun farkına varabiliriz.
Akıl, iman, din,bilim, his, batı-doğu, aklı selim,kalbi selim , karmaşa, kargaşa ….
Doğru zamanda doğru enstrümanları kullanarak biz bu işin üstesinden geliriz.
Kaleminize yüreğinize sağlık kıymetli Hocam
Eyvallah.
Değerli Hocam,
yazınızı her dem de olduğu gibi büyük keyifle demlendirerek okudum. Yazınızı umarım sindirme kabiliyetine de sahibimdir. Dünyanın ağır bir vasatlık döneminden geçtiği bugünlerde dunuz.üşünsel yalnızlığıma yoldş oldunuz. Sağ olunuz. var olunuz. Saygı ile…