Oldum olası hiç beceremediğim bir davranıştır kasılmak. Hani şu “Alçak dağları ben yarattım.”tarzında davrananları, hiç mi hiç anlamamışımdır.
Ciddi durmak ile kasılmayı birbirinden ayırmak gerek. Bazı meslekler, örneğin; hâkimlik ciddiyet gerektirir. Ciddi olan, senelerdir, hatta gençliğinden beri aynı davranandır. Kasılanlar ise genelde bu yaklaşımı sonradan geliştirirler.
Malum, şu orta yaşlardan itibaren ortaya çıkmış olan anatomik özellikler dolayısıyla öyleymiş gibi görünenleri ayrı tutmak lazım. Kilo alıp göbeklenenlerden bahsediyorum canım, siz anladınız zaten. Ağırlık merkezi göbek nedeniyle biraz öne gelenler. Onlar öne düşmemek için sırt ve kafayı arkaya verirken biraz kasılıyormuş gibi görünürler. Onlarda köşeyi önce göbek, sonra vücut döner. Çoğu sempatik görünümlü, kendiyle barışık, piknik yapıda ve mutlu insanlardır. Zaten, konumuz da onlar değil.
Yaşlılarda kasılana çok az rastlanır. Yıllar belini büker insanın. Olgunlaşır, dedelik, ninelik onlara çok yakışır. Bir kısmı çoktan emekli olmuştur.
Gençlerde kasılan olsa da, çoğunlukla bu türden davranışları onların acemilik ve toyluklarına verir, gülüp geçeriz. Eh ne de olsa biraz hakları da vardır. Sınavlarda üst sıralarda olmak, dereceye girmek, üniversiteye girişte ilk beş yüzde, binde olmak gibi. Sonrasında pek çoğu, fakültelerine başladıklarında, sıralarda oturanların da kendisi gibi başarılı olduğunu görünce kasılmaktan vazgeçer.
Fizik güzelliği, yakışıklılığı, atletik yapısı, boyu posu nedeniyle kasılanları, bir yerde anlarsınız. Çoğunuz, “Eh ne de olsa birazcık hakları var.”, “Ne giyse yakışıyor haspaya.” deyip, gülüp geçersiniz.
“Dilinin altındakini çıkar bakalım hoca.” diyenleri duyar gibi oluyorum.
Anladınız siz. Benim bahsetmek istediklerim daha çok, çalışma hayatında kasılıp, övünüp duranlardır.
Ne menem şeydir kasılmak, hiç bilmem, bilmek de istemem. Çalışma hayatında da, üniversiter yaşamda da, çalışan, üreten, araştırma yapanlar bu türden işlere vakit bile bulamazlar. Ülkemizde hiç kimse, “bulunmaz Hint kumaşı” değildir. Her yaşta her meslekte; vali, hâkim, savcı, müdür, başmüdür, politikacı, mühendis, öğretmen, profesör, hangi meslekten olursa olsun yüzlercesi vardır.
Aklıma geldi de sorayım: Çölde tek bir ağaç mı olmak iyi, yoksa bir ormanda ulu çınar olmak mı iyi?
Amerikalı turist, Paris’te taksiye binip, şoföre kendisine önemli yerleri gezdirmesini söylemiş. Notr Dame Kilisesi’nin önünden geçerken “Burası neresi?” diye sormuş. Şoför kiliseyi anlatmış.
“İnşaatı kaç senede bitti?”
“On beş yılda.”
“Bizde olsa üç yılda biterdi.”
“Burası Versay Kraliyet Sarayı. Yapımı on yıl sürdü.”
“Bizde olsa üç yılda biterdi.”
Bu şekilde gezi ve konuşmalar devam edip gitmiş. Eyfel Kulesi’nin önünden geçerken şoför hiçbir şey söylememiş. Meraklı Amerikalı sormuş, “Şu büyük kule nedir?” diye. Şoför pişkince, “Bilmem, önceden hiç görmedim.” “Nasıl bilmezsin devasa yapıyı?” deyince, şoför yanıtlamak zorunda kalmış ve “Dün geçtiğimde yoktu. Herhalde bizimkiler gece vakti çırpıştırıvermişler.” deyivermiş.
Robotu, Pet BT, MRG, Gamma knife cihazlarını eller yaparlar. Hastanelerimize alınca, kasılması, övünmesi bize düşer.
Boğaziçi Köprüsü’nü İngilizler, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü, Marmaray’ı Japonlar yaptılar ve sessizce gittiler. Üçüncü köprüyü yine Japonlar yapıyor. Onlar için bu türden işler, rutin olarak her zaman yaptıkları olağan işler olarak görülüyor. Biz yaptık, biz kotardık diye övünense, maalesef yine bizleriz.
Örneklerde de görüldüğü gibi, çalışan ve üretenler hiç kasılmazlar hiç övünmezler. Onlar sessiz olarak, kimseleri uyandırmadan, araştırma ve üretimlerine devam ederler.