Başkalarının dediğine inanmak kolaydır; zor olan anlamaktır. Anlamak masraflıdır; zaman gerektirir, empati yapmayı, vakit ayırmayı ve konuyla ilgili düşünmeyi gerektirir. Halbuki duyduğuna inanmak, konuyu kısa sürede sonuçlandırmada, beyinsel fonksiyonlardan tasarruf da sağlayacağından, karlıdır, kolaydır, kısa sürede doğru ya da yanlış olduğu fark etmeksizin sonuca varmada pürüzsüzdür. Belki bu yüzden sıklıkla kişi ya da durumlarla ilgili sonuç almada bu yola başvuruluyor.
Peki ya kayıpları düşünüyor muyuz? Birisinin ön yargılara maruz kalması, yaftalanması ya da belki de çalışma hayatında alacağı bir terfinin engellenmesi veya aile içerisinde çocuğun özgüveninin zedelenmesi ne kadar umurumuzda oluyor? Aile içerisinde yanlış anlaşılmalar, iletişimsizlikler, iki kişinin üçüncü kişi hakkında karar vermesi ve bu karara varırken öznel düşüncelerinin daha ağır basması… Hayatın tüm alanlarında, hiç açıklama şansı olmadan kişi ya da kişiler hakkında karar alınması ve hatta kişinin kendisiyle ilgili konulardan haberinin bile olmadan yaftalanması, kayıplar vermesi…
Toplumların büyük sorunlarından birisi yalnızlıktır.
Kişinin toplumsal konumu ya da çalışma hayatındaki statüsü ile ilgili olan hak/adalet konusuna gelirsek; katılımcı kültürün yansımalarını görüyoruz. Belirli bir konuda oluşan genel kanaat atmosferine uyum sağlanması gerektiğinden farklılıklara tolerans durumu göz ardı edilebiliyor. Farklı fikir belirtildiğinde ve bu davranış sıklıkla tekrar edildiğinde ya da daha önce oluşmuş grupların şimdiye kadar ortaya koyduğu çalışma temposundan daha üstün bir başarı gösterildiğinde değersizleştirme, aşağı çekme, dışlama oyunları devreye giriyor. Katılımcı kültürün baskın olduğu toplumlarda sıklıkla dışlama ve yalnızlaştırma bilinçli ya da bilinçsizce yani körü körüne yapılabiliyor. Çünkü katılımcı kültürde başkalarının düşünceleri çok değerlidir ve bu düşüncenin olumlu yönde oluşturulması için çaba gösterilir. Aksi halde kişi bir grubun, topluluğun ve daha büyük resimde toplumun bir parçası olamayacağından bulunduğu topluma yabancılaşır. Bu kişiler yalnızlığa mahkûm edilirler ve sıklıkla uyumsuz olarak da itham edilirler.
Anomi, topluma yabancılaşma anlamında kullanılıyor ve zincirleme olarak yalnızlığı da ortaya çıkartıyor. Şu an toplumların büyük sorunlarından birisi yalnızlıktır. Kişilerin, yalnızlık ve değersizlik yaşamaları intiharları yaygınlaştırdı. Genç ölümlerin “değersizlik” ile bağlantısı bildiriliyor. Bu katılımcı toplumlardaki dışlama, değersizleştirme, etiketleme gibi kişiyi zora sokan durumlar, intihara varan sonuçları olabileceğinden, tehlikelidir. Bazen de psikolojik zorlanma ya da mobbing denilen ve genellikle ispatlanması da zor olan psikolojik şiddet türlerini ortaya çıkartarak kişilerin yaşamlarına, yaşamlarındaki insanlara zarar veriyor.
“Başkalarının ne dediği çok da önemli değil” diyenler içselleştiremiyor.
“Başkalarının ne dediği çok da önemli değil” diyenlerin bu durumu ne kadar içselleştirdikleri tartışma konusudur. İçinde yaşadığı toplumda hep en iyisi olmayı hedefleyen insanların giderek artması çok da boş vermeyi işaret etmiyor. Aksine kabul görmek için değer sistemi dışındaki şeyleri de kabul ediyor görünmeyi üstünlük elde etmede mübah görüyorlar. Ve başkaları da böyle yapması durumunda sisteme kabul görüyor, yapmaması durumunda sistem bu kişileri dışlıyor. Hatta sistemden bilinçli olarak dışlamak istendiğinde kişiler hakkında yalan hikayeler dolaşıma sokulabiliyor. Linç kültürü ya da diğer bir tabirle “iptal kültürü” de kişileri dışlamayı hedef alıyor.
Kişileri, olayları, durumları aşağı çekmek, toplumdan dışlama amaç güdülerek toplumun çoğunluğu tarafından yapılan bu iptal kültürü ile kişiler/kurumlar zarar görüyor.
Diğer yandan, haksızlık, değersizleştirme ya da itibarsızlaştırma çalışmaları sonucu elde edilen kazançların ne kadar kendini devri daim edebileceği de ayrı bir konudur. Bunların yapılabilmesi, kişide üstün kötücül duyguları barındırmayı gerektirir. Kötü niyet, kıskançlık ve aşırı hırs olması kafidir. Yalan söyleyeme çekinmeyen bir kişinin mi, yoksa bu kişiye inanarak söylediği yalanı değerli kılan mı daha kötüdür? Hangisi daha suçlu diye sormak yerine bizler iyi niyetli olarak, haksızlığa uğrayana odaklanabiliyorsak aslında adalet duygumuzu biraz olsun kaybetmemiş oluruz.
Günümüzde, “Yaşamak için öldür” mottosu vahşi hayanlar gibi benimseniyor…
Günümüzde, “Yaşamak için öldür” mottosunu vahşi hayanlar gibi benimseyen bir insanın yapamayacağı şey yoktur. Bu kişiler iyi görünüp kötü niyet beslerler, yalan söylerler. İnsani duygularını kaybetmenin somut adalette bir karşılığı yok, “ilahi adalet” olarak ifade edilen soyut adalet ise inananlar için her zaman önemli bir dayanaktır. Unutmayalım ki toplumları hasta eden en büyük veba adaletsizlik/haksızlıktır. Haksız yere bir yerlerde söz sahibi olan kişilerin liyakatsizliği etrafında bulunan herkese zarar verir. İnsanlığa verilebilecek en büyük zarar; gecesini gündüzüne katarak çalışan başarılı kişilerin bastırılmasıdır.
Katılımcı kültürü kendine göre yontan kişiler etrafında hep güçlü kişileri barındırmaya çaba harcarlar.
Katılımcı kültürü kendine göre yontan kişiler etrafında hep güçlü kişileri barındırmaya çaba harcarlar. Böylece, kişi kendisine tehdit olarak gördüğü kişi ya da kişileri kolayca güçlü bir ekip eşliğinde dışlayabilecektir. Katılımcı kültürü güçlü bir gruba itaat etmek olarak anlamayı tercih eden bu kişiler, güçlerini bu şekilde idame ettirebileceklerini düşünürler. Etrafındaki kişiler ise itaat etmediklerinde mağdur olacaklar ve olması gerektikleri konumdan aşağı çekileceklerdir. Biraz olsa düşünmeye davet eden hikâyemiz bu kadar.
2 yorum
Çok güzel bir yazı örneği olmuş 👏🏽✌️
Aylin hocayı tebrik ediyorum.Süper bir yazı olmuş.Başarılar Aylin hocam