(tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl / anı 11)
Başhekimliğe atandığım ilk günlerden biri idi.
Sabah vakti, sekreterim ilçe kaymakamının telefonda olduğunu söyledi.
Telefonu bağladı. Telefondaki ses kendini bile tanıtmadan, selamsız sabahsız emreder tarzdaki sert bir tonu ile “Derhal not al” dedi.
Şaşırmıştım, daha ne olduğunu bile anlayamadan, “Sana bir kız gönderiyorum. Hastanede bir şirkette işe alınsın” dedi ve pat diye kapattı.
“Lâ havle velâ kuvvete, illâ billâh” dedim, sakin durmaya çalıştım, daha yeni göreve başlamışken çıngar çıksın istemedim ve yuttum.
Sekretere, “O kişi gelirse, ben görmek istemiyorum, siz uygun bir yerde değerlendirin” dedim ve konuyu kapattım, ilgilenmedim.
Sonradan öğrendim ve anladım ki, benden önceki başhekim olan kişi beyefendinin (!) bir dediğini iki etmezmiş, bizzat gidip makamında ziyaret edermiş, geleceği zaman kapıda bile değil yolda karşılarmış.
Hemen o günlerde ilçe belediye başkanı da aradı, kendini tanıtıp selam verdi, bizzat tebrik ziyaretine geleceğini belirtti. Elinde çiçeği ve çikolatası ile geldi, hayırlı olsun dedi, kısa bir hâl hatır sorma ve sohbet sonrası ayrıldı (ufak bir ayrıntı belki ama belediye başkanı, aynı zamanda hastanenin eski başhekimlerinden biri idi).
Yine bir gün cerrahi blok yemekhanesinde öğle yemeği yerken biri aradı. Sert ve emredici tonda bir erkek sesi, “Hastanenizde vali beyin babası yatıyor. Git, onu ziyaret et, ilgilen” diyordu. Ortam kalabalık olduğu için sesi pek iyi duyamadım, ama yine aynı kişi olduğunu tahmin ettim. Nedense eşref saatimdeydim ve bir sükûnet hali vardı üzerimde. Şaşkın şaşkın “İsmi nedir? Hangi servis ve hangi odada yattığını biliyor musunuz?” diye sordum. Cerrahide yattığını söyledi ve kapattı. Hastayı buldum, meğer eski bir vali yardımcısının babasıymış. Bir hekim olarak (ki zaten aynı zamanda cerrahinin tek ve sorumlu şefi idim) hem hastamız olduğu için hem de nezaketen ilgilendim.
Fakat artık tepem atmış, sinirlerim tepeme çıkmıştı. Aynı kişi peş peşe iki defa aynı kabalık ve saygısızlığı yapmıştı. Bir üçüncüye ne pahasına olursa olsun asla izin vermeyecektim. Ve bu durumu yakınımdaki kişilerle de paylaşmıştım; belki kulağına gider, kendine çekidüzen verir, özür filan diler diye.
Bir cuma günü cerrahi vaka konseyi sırasında cep telefonumdan bir bayan aradı. “Ben … kaymakamının sekreteriyim. Kaymakam bey sizinle görüşmek istiyor” dedi.
Ben de “Şu an müsait değilim, belki sonra” dedim ve telefonu kapattım.
Dedim demesine de, böyle bir tavrın bile bir şekilde bana döneceğini tahmin ediyordum ama doğrusu artık pek de umursamıyordum.
Tahminimde yanılmadım. Bir konu için il sağlık müdürünü aradığımda, “Ne yaptın sen İrfan?” dedi. “Kaymakam beyi epey kızdırmışsın, beni aradı ve seni şikâyet etti”.
Ben de o güne kadar olan biteni kısaca özetledim. “Değil başhekim olarak şahsıma böyle saygısız ve yakışıksız bir muamelede bulunulmasını, hastanedeki bir asistan hekime veya bir çalışanıma dahi yapılmasını kabul etmeyeceğim” diye belirttim. Siyasi ve bürokratik makamlarda bulunanların hekimlere değer verip gerekli saygıyı göstermeleri gerektiğini, bunu sağlamanın da en başta kendisine düştüğünü ve meslektaşlarına destek olması gerektiğini ifade ettim.
Sağ olsun hak verdi ve “Hangi makam ve mevkide olursa olsun, velev ki amir konumunda olsun, hiç kimsenin bir hekime böyle davranamaz”. Kendisine desteğinden dolayı teşekkür ettim ve konu da böylece kapandı.
Hazır söz makamdan açılmışken, hatırıma yine başhekimlik dönemimdeki bir başka hadise geldi. Bir gün hastanedeki klinik şeflerinden biri, “Hocam, ….. derneği yönetim kurulu bir sonraki toplantısını hastanemizde yapmak ve bu vesileyle sizi de makamınızda ziyaret etmek istiyor” dedi. “Hay hay, ne demek, buyursunlar gelsinler” dedim. O gün klinik vizitini yaptıktan sonra hastanenin bir başka bloğundaki toplantı odasında olan dernek yönetim kurulu üyelerine hoş geldiniz demek için gittim. Tam toplantı salonuna girip merhaba dediğimde benden yaşça hayli büyük dernek başkanı olan hoca, “Aman başhekim bey, niçin buraya kadar zahmet ettiniz, biz sizi toplantı bittikten sonra makamınızda bizzat ziyaret edecektik” dedi. Ben de dedim ki, “Hocam, ne demek lütfen, siz Türkiye’nin değişik şehirlerinden hastanemize gelmiş bizim hocalarımız ve misafirlerimizsiniz. Doğrusu ve yakışık olanı benim size gelip merhaba dememdir”. “Ama nasıl olur, biz sizi makamınızda ziyaret etmek ve hayırlı olsun demek istemiştik”. “Hocam, makam dediğiniz nedir ki, dört duvardan ibaret bir şeydir. Başhekim olarak hastanede benim bulunduğum her yer makamdır, şu anda da makam sizi karşılamaya buraya geldi, ille de makamda ziyaret etmek isterseniz, buyurun toplantınız bittikten sonra bir kahve içmek için beklerim” dedim. Ve misafirlerimle bir süre sohbet edip sonra oradan ayrıldım.*
Kaymakam kelimesinin “kâ’im-i (kaym) makam” kelimesinden türediği söylenir. Yani “makam’ın kâimi – durulan yerin duranı”. Halbuki hiçbir makam, sürgit ilânihâye durulacak yer değildir ve hiçbir insanoğlu bırakın bir makamda, bu dünyada bile durucu (kâim) değildir.
Bu dünyada, bir insan ve özellikle Müslüman olduğunu söyleyen biri için en büyük makam, “makâm-ı mahmûd” yani “hamd-şükür makamı”dır. Ben bundan daha büyük ve daha güzel başka bir makam bilmiyorum. Bilen varsa beri gelsin.
*https://m.facebook.com/edits/?cid=1483389281774499
5 yorum
Güzel bir yazı, teşekkürler.
Kaymakam 4 yıllık maliye mezunu biri , koca başhekim ise yılların eğitimini yutmuş biri , kaymakam kim yahu
kastınızı anlıyorum fakat mesele eğitim sürelerini ve çekilen zorlukları kıyaslamak değil, zaten bu yazının başlığını “kaymakam olmuş ama…” koymamdan meşhur hikayeyi ve ne demek istediğimi anlamışsınızdır. “Kaymakam” yerine pekala “bakan, vali, müdür, başhekim, paşa vb” de koyabilirsiniz. Aslolan bir insanın görevinden, konumundan, makam mevkiinden dolayı böbürlenip kibirlenip kimseyi hor görmemesi, haddi aşmamasıdır. Kibir (büyüklenme, büyüklük) eğer birine yakışacaksa ve hak olarak görülecekse bu yalnızca Tanrı (Allah) olabilir. Hele devletin bir yetkilisi ve temsil makamında olan birinin bu denli saygısız, nezaket kurallarını hiçe sayan, kaba biri olması asla kabul edilemez. Bir vakitler cihan hükümdarı olan Osmanlı sultanlarına bile “gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” diye hatırlatmada bulunulurmuş. Hepimiz meçhulden gelip meçhule gideceğimize, inanışımıza göre de “Allah’tan gelip O’na döneceğimize” göre kaymakam olsak ne yazar, başhekim olsak ne yazar. Toprağın altında herkes eşitlenmiyor mu? Adam (insan) olalım, kul olalım yeter.
Bu anının ve bu sitede yayınlanmış diğer anıların gözden geçirilmiş son hallerinin ve ayrıca yayınlanmamış birçok anının yer aldığı ve bir yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığım kitabım “BENİM YOLUM / Tababet San’atının İcrası İle Geçen 33 Yıl”, 08.12.2021 tarihinde okuyucu ile buluştu. Kitap 378 sayfa olup Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) yoluyla yayınlandı ve kitapyurdu sitesinde satışa sunuldu. Kitabı incelemek ve edinmek isteyenler için internet adresi; https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html