Geçenlerde bilgi ve cerrahi becerisi, öğretim üyeliği duruşunu beğendiğim bir genç meslektaşım, ameliyathane dinlenme odasında müzik dinlerken bana, “Türk halk müziğini hiç sevmediğini, bu nedenle hiç dinlemediğini, daha çok Batı müziği ve klasik müzikten hoşlandığını” söyledi.
Önce başımdan kaynar suların döküldüğünü hissettim. Sadece ona, “iyi müzik olmak şartıyla her türlü müzikten hoşlandığımı ve dinlediğimi söyledim”, o kadar.
Daha sonra kendi kendime, en azından gençlerden bazılarının neden böyle düşündüklerini sorgulamaya başladım. İlk ve orta dereceli okullarda müzik, resim gibi sanatsal öğretiler ne kadar efektif yapılıyor acaba? Matematik, fizik, kimyanın yanında ne kadar değerleri var? Öğrenci bu derslere ne kadar zaman ayırıyor? Anadolu liseleri, üniversite sınavı hazırlıkları, dershanelere gidip gelmenin dışında, bunlara da ayıracakları zamanları oluyor mu? Spor için zaman bulabiliyorlar mı?
Neyse, konuyu dağıtmadan tekrar müziğe getireyim. Klasik Türk müziği oldukça yavaş olduğundan gençler tarafından fazla dinlenmiyor. Burası doğru. Peki ya türkülerimiz, folklorumuz da mı öyle? Hiç değil, en azından bir kısmının oldukça hareketli, ritmik ve çok renkli olduğu söylenebilir. Yabancılar bile bizim folklorumuza hayran. Bizim ekipler, yurt dışındaki yarışmalardan hep madalyalarla dönüyorlar.
Gençlerin bizim müziğimizi sevip dinlememesinin başka nedenleri de var. Öncelikle Batı müziği tüm dünyada popüler ve daha revaçta, ayrıca özenti de var. İkincisi, yıllardır yabancı dilde eğitim yapılan okullarda, İngiliz-Amerikan edebiyatı ve Batı müziği ön plana çıkarılıyor. İngilizceyi, Amerikan ve İngiliz edebi eserlerinden öğreniyorlar. Bizim toplumumuz yerine, farklı toplumlar ve o toplum insanlarının yaşantı ve davranışlarını öğreniyorlar. Yabancı dili iyice öğrenmek için, filmleri orijinal haliyle seyrediyorlar.
“Bunları sen nereden biliyorsun hocam?” diye soracak olursanız, anlatayım. Efendim, ben de yıllar öncesinde, üniversiteye başladığımda, bir yıl süreyle hazırlık sınıfında okudum da ondan. Bize orada, hep Amerikan yazarlarının kitaplarını okuturlardı. Bu nedenle gençlerimiz, ancak merakları varsa, kendi roman, hikâye, şiir kitaplarımızı okuyorlar. Merakları yoksa, ki çoğu zaman olmuyor ya da vakit darlığından bizim yazarlarımızı okumuyorlar.
Gençlerin deyimi ile yerli müzik ve edebiyat “out”, yabancı “in” oluyor. Saz, ut, kanun “out”, piyano gitar “in”. Saz çalmak mı, “Auuu, çok banal.” Aslında olanak ve yetenek varsa, hepsine yer verilebilmeli.
Arkadaşlarımızın pek çoğu, eğer gençliğinde kendi müziği ve edebiyatıyla ilgilenmemişse, ancak kırkından sonra vakit bulup ilgilenmeye başlıyor.
Onun için, ben kendi müziğimizi kendi edebiyatımızı kendi folklorumuzu beğenmeyenleri asla ayıplamıyorum. Benim ayıpladığım, adına “milli” konulmuş olan Bakanlığımız ve onun eğitim sistemi. Hangi okulda hangi yabancı kitaplar, yabancı dil eğitimi veriliyor diyerek içimize sokuşturuluyor. Kontrol ediliyor mu? Bizim de yabancı dillere çevrilmiş nice eserlerimiz var. Bunlar niye okutulmuyor? Aslında bunu yetkili ve bu işi bilenlere sormak lazım.
Gençlerimiz Neşet Ertaş’ın değerini ancak öldükten sonra mı öğrenmeli? Nice halk ozanları yetişmiş; Âşık Veysel’i, Mahsuni’yi, Erzurumlu Emrah’ı, Dadaloğlu’nu yeterince biliyor muyuz?
Düğünlerde, gençlerimizin yine kendi müziğimizle coşup oynamaları ne kadar da anlamlı. Bu milletin bağrından, bir anda tüm tencereyi dolduruveren mısır patlağı gibi, ocaktaki suyun fokurdaması gibi kaynayarak gelen müziğimize gereken önemi vermeliyiz. Gençlerimize de öğretmeliyiz. Bu iş bir yerde, ana-babaların ve eğitimcilerin, asli görevi olmalı.
Aslında Batı müziği sanatçılarımız bile, yeri geldiğinde kendi müziğimizin klasik örneklerini de okumuyorlar mı? Örnek mi, pek çok.
Her işte olduğu gibi, iyisi de var, iyi olmayanı da.