Eğri otursak da doğru konuşalım. Türkiye’de üniversiteler başta olmak üzere çoğu bilim alanında dünyaya göre her zaman birkaç adım geriden gittiğimiz bir gerçek. Çünkü ne yazık ki çok azımız bilimi ya da bilimsel kazanımı önceliğimiz olarak görüyoruz. Son yıllarda üniversitelere ya da araştırma enstitülerine baktığımızda; liyakat esaslı yapılanma devam ediyor mu, akademisyenler kendi alanlarına özgü birimlerde ya da bölümlerde görev yapıyor mu, eğitimini aldıkları ve hakim oldukları alanlarda çalışabiliyorlar mı; sorularını sormamız ve doğru cevapları almamız gerekiyor. Bu genel bakış açısına binaen, yayın hakemliği konusunu da 1- Yayın hakemliği ne kadar cazip? 2- Herkes hakem olabilir mi? 3- Liyakatsiz hakemliğin sonuçları ne olur? sorularını ele almak gerekiyor. Makalemiz bir şekilde yayınlansın ve işimiz görülsün de, hakemin kim olduğu önemli değil diyenlerden misiniz? Kendimizi kandırmayalım.!
1- Akademik teşvik uygulamasının ilk yıllarında, yanlış hatırlamıyorsam yayın hakemliği ve editörlükler puanlamaya dahildi. Ayrıca, atanma/yeniden atanma gibi prosedürlerde de hakemlik puan karşılığı olan bir kriterdi. Sonrasında, belki de hakemliğin bu kadar önemli olmadığı düşünülerek, bu uygulamalardan çıkarıldı. Belli bir teşvik veya para karşılığı olmasa da, teşvik uygulamasından önceki yıllarda akademisyenler, uygun (ve genelde boş olunan) zamanlarında hakemlik yaparlar ve bunu bazen sohbet ortamlarında da konuşurlardı.
Uzağa gitmeye gerek yok. Kendimden biliyorum. Uluslararası birkaç dergiye ve bazı Ulakbim’de taranan dergilere belli zamanlarda hakemlik yapıyordum. Doğal olarak yoğun olduğum zaman ya da konu olarak uzmanı olmadığım makaleleri geri çeviriyordum. Teşvik uygulamasının başlaması sonucu maddi bir getirisi olunca da, haliyle bu iş daha vakit ayırılabilir ve katlanabilir görünmeye başlamıştı.
Çoğu insan şu hikayeyi bilir. Yine de yeri geldiği için hatırladığım kadarıyla buraya tekrar yazayım. Bir mahalle sakini adam, evinin önündeki çöp kovalarını mahalledeki çocukların sürekli tekmeleyip dağıtmasından, gürültü yapmalarından şikayetçiymiş. Ne kadar uğraşsa da bir türlü bunu engelleyememiş. Onları uyarma veya konuşmanın fayda etmeyeceği kanaatine vardıktan sonra, bir gün çöp kovaları yine tekmelenirken çocukların yanına gitmiş. Çocuklara; her gün sabah-akşam olmak üzere iki kez çöp kovalarını tekmelerlerse, kişi başı belli bir miktar para vereceğini söylemiş ve bunu işi kendisi için yapmalarını istemiş. Kısaca, işverenleri olmayı teklif etmiş. Çocuklar bu mucize gibi teklifi hemen kabul etmişler. Hem kova tekmeleyip eğlenecek hem de eğlenirken para kazanacaklarmış. İlk gün akşam adam çocuklara ücretlerini peşin ödemiş. İkinci ve üçüncü gün de aynı şekilde peşin vermiş paralarını. Dördüncü gün akşam çocuklar akşam tekmeleme işini bitirip geldiklerinde, adam onlara maddi durumunun biraz kötüleştiğini ve artık ücretlerinin ancak yarısını verebileceğini söylemiş. Çocuklar bu duruma biraz kızmış ve itiraz etmişler ama sonunda razı olmuşlar. Adamın durumu düzelene kadar idare edebileceklerini düşünerek kabul etmişler. Ancak altıncı günün akşamı adam çocuklara ücretlerinde yeniden bir kesinti yapacağını ve hatta sonraki birkaç gün para veremeyebileceğini söyleyince; çocuklar kesin bir şekilde “az paraya veya bedava bu işi yapamayacaklarını” söylemişler. Sonuçta artık çöp kovalarını kendileri tekmelemediği gibi başkalarının da tekmelemesine karşı dikkat eder olmuşlar.
Şahsi kanaatim ve gözlemime bağlı olarak (ve geneli kastetmemekle birlikte) şunu diyebilirim ki; yayın hakemliği, maddi getiri ya da puan uygulamasının kaldırılmasına bağlı olarak zamanla cazibesini yitirmeye başladı. Sanki hikayedeki gibi, puan ya da para getirisi olmadan hakemlik yapmanın eziyet/angarya gibi olduğunu düşünmeye başladık. Son yıllarda bilimsel dergilerde ciddi bir şekilde yayın hakemi bulma zorluğu ortaya çıktı. Editörlerin ne kadar zorlandığını görmekle birlikte, yayınlarımızın değerlendirilme sürelerinin uzadığını biz de fark eder olduk. Yine de ne kadar hakem bulmak artık zor olsa da, herkesin her konuda hakem yapılması da doğru bir çözüm olmamalı.
2- Hakem olmak için “hakim” olmak gerekiyor. Ayrıca hakemler ön yargılı ya da kötü niyetli olmamalı. Konuya hakim olmayan bir hakemin yaptığı yayın hakemliğinin ne kadar doğru olduğu tartışılmalıdır. Bu neden önemli.?
Tanıdığım ya da çevremdeki insanların yayınlarını takip etmek hiç adetim değildir. Hala, çalışma alanımla ilgili olmadıkça çevremde kim ne yayınlamış nerede yayınlamış bilmem, merak da etmem. Yıllar önce bir kişinin yayınlanmış bir makalesine, hakemi olduğum projede yayın adının geçmesine bağlı olarak, bakmış bulundum. İlginç bir şekilde bu makale, konusu yayınlanan derginin adı ve alanından uzak olmasına rağmen, ne hikmetse yayına kabul edilmiş. Makalenin temel verileri MS-excel/word tablosu olarak sunulmuş, ancak bu tablo verilerini doğrulayan reel (gerçek) bir veri (örneğin tablodaki veriyi gösteren jel görüntüsü, orijinal cihaz okuma verisi vs.) makalede bulunmuyordu. Bu makale, o alanda yayın yapan dergilere ya da o alanda çalışan hakemlere gitmiş olsaydı; bu tarz yayınlarda standart olan reel verinin makaleye eklenmesi kesinlikle istenirdi. Çünkü reel veri olmadan sunulan çalışmada; tek başına bir tablo verisinin “ne kadar doğru/gerçek” olduğu şüphesini ortaya çıkacaktır. Ayrıca, reel verinin tabloya ne kadar doğru aktarıldığının görülmesine de engel olacaktır. Sonuçta, bahsettiğim makalenin adının geçtiği proje sonuç raporuna bakıp reel veriyi görmek istedim. Ne o projenin sonuç raporunda, ne ilgili bir tezin içinde, ne de derginin editörüne yazıp istediğimde; reel veri karşılığı olan ve makalerlerde destekleyici materyal olarak istenen herhangi bir veriye ulaşabildim. Sözün özü, belki de gerçek bir sonucu olmayan/alınamayan ya da deneysel bir çalışma yapılmadan tablo verisi olarak yayınlanmış masa başı/sahte (fake) bir makale, SCI bir dergide yayınlanmış görünüyordu.
Eğer dergi doğru dergi olsaydı ya da en azından hakem doğru hakem olsaydı, böyle bir olaya mahal verilmezdi. Her bilim insanı/akademisyen doğal olarak kendi uzmanlık alanına hakim ise; hakim olduğu alanda hakemlik yapması doğaldır. Hakim olunmayan alanda yapılan bir yayın hakemliğinin sonuçları; kontrolsüz, doğruluğundan emin olmadığımız ve suiistimale açık makalelerin sayısının artmasına yol açacaktır. Hakemlik, alan uzmanlığının ön koşul olduğu ve liyakat isteyen bir paye olmalı.
3- Liyakatsiz hakemlerin müsaadesiyle bilimsel bilgi ortamına bulaşan sahtelik, suyu içilebilen temiz bir ırmağa lağımın karışması gibidir. Az ya da çok bir şekilde bir yerden sahtecilik lağımının bulaşması, bilimsel bilgiye olan güveni ve inancı zedeler. Hatta yok eder. Buna şahit olan bilim insanı adaylarını da sahteciliğe ve kolaycılığa teşvik eder. Her şey yayınlanan sadece bir tane sahte makaleyle başlar. Bilimsel bilginin değeri yitirilir. Bazıları için artık amaç bilimsel bilgiye ulaşmak değil, çok sayıda sahte veya niteliksiz yayınlarla göz doldurmak/boyamak olur. Çünkü bu, işin en kolay yoludur ve kolaya kaçmak eğilimi de bizim coğrafyamızda yadsınamaz olarak yaygındır. Ülke olarak çoğu bilimsel alanda bir/birkaç adım geriden gitmemizin temel sebeplerinden birisi de bu değil midir? Kendimizi kandırmayalım…
Hepimize bilim dolu günler diliyorum.
2 yorum
Teşekkürler. Büyük ölçüde bilimde ilerleme ve katkı sağlama amacının yerini unvan alma amacı aldığı için liyakat kavramı da unutuldu. Hedef indeksli dergide yayını içerikte değil şekilde birtakım ince hesaplarla yayınlamak oldu. Ülkemizde yeterliliği ölçecek indeksli kavramını aşacak öneriler üstünde çalışılmalı diye düşünüyorum. Eski deyişle zevahiri kurtarmak yerine bilgi, hipotezler, teoriler üretecek birikime ve ortamlara ihtiyaç var.
Teşekkür ederim değerli hocam. Bahsettiğiniz yönde düşünen ve hareket eden akademisyenlerin sayısı arttıkça, bu bilince sahip baskın kitle/ler sayesinde her şeyin düzeleceğini umut ediyorum.