Tıp fakültelerinde seçmeli dersler yıllardır veriliyor. Ancak bazı branşlarda bunun dozu iyice kaçtı. Çünkü hem rutin uygulamaları öğrenmek hem de çağdaş tıptaki tüm bilgileri bilmek zorunda olan tıp öğrencileri, ayrıca seçmeli derslerin bazen sadece teferruat haline gelen ve birbirinin tekrarı durumunda olan, hocaları fazla sayıda ve gereksiz ders verme durumunda bırakan bilgilerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum özellikle, bazı sosyal tıp derslerinde olmaktadır. Bilindiği gibi tıp, bir bilimler topluluğudur. Ancak bu topluluk teknik ve pozitif bilimlerden oluşmaktadır. Bunların arasında bazı sosyal birkaç bilim de vardır. Bunlardan biri de, tıp tarihi ve etik ana bilim dalıdır. Ancak sosyal bilgiler bir teknik bilimler topluluğu olan tıbbın öğrencilerine yeterli düzeyde verilmeli ve bunun bir sınırı olmalıdır. Aksi halde çok yoğun olan tıp eğitiminde bunlar gereksiz ve öğrenciyi zorlayıcı olmaktadır. Böylece öğrenci asıl tıp branşlarında verimli olmaktan uzaklaşabilir.
Bazı bilgiler öğrenciler karşısında çok fazla tekrarlanırsa, onlarda bir kanıksama ve önem vermemeye yol açabilir. Halbuki eğiticilerin en çok istediği şey, eğittikleri kişilerin anlatılan bilgileri isteyerek ve anlayarak benimsemeleridir. Tersi durumda “Kendin söyle kendin dinle” durumuna geçeriz ki, bu durum tıp tarihi ve tıp etiği branşlarında daha da önem kazanır.
Özellikle tıp tarihi geçmişten günümüze tıbbi gelişimleri veren bir dal olup, bu derste anlatılanlar öğrenciye dünle bugün arasında bir kıyaslama yapmak olanağını verir ve bu nedenle tarihi çağları özetleyerek anlatmak ve bunlar arasındaki farkları ve özellikleri vermek gerekir. Eğer seçmeli ders konusu yaratacağız diye örneğin; İbn-i Sina Tıbbı diye ayrı bir ders vermeye kalkarsak, bu, tıp fakültesi öğrencisi için çok fazla ve asla akılda kalmayacak ve bu kadar yoğun bir tıp eğitimi içinde gereksiz kalacak bir bilgi yüklemesi olur. Bu durumda da, biz kendimiz söyler, kendimiz dinleriz. Eğer insanlar bu konuda bilgi almak istiyorsa, bunu ileride bir lisansüstü tez konusu ya da çalışması yapabilir.
Tıp etiğine gelince, bu branş tıp tarihinden daha da fazla olarak birbirinin tekrarı konular karmaşası içine sokulmaktadır. Çünkü etikte yorumlama ve açıklama çok daha rahat yapılabilecek bir durumdur ve insanlar bu branşta birkaç cümlelik bilgi verdikten sonra uzun uzun kendi fikirlerini açıklar ve tartışma alanı yaratırlar. Bu bakımdan tıp etiğinde ders bölümleri vermek ve bunları çeşitlendirmek bazen çok kolay olabilmekte ve birbirinin benzeri bilgi düğümleri ortaya çıkmaktadır. Doğaldır ki, öğrenci de bunları dinler gibi görünmekte, anlatan eğitimci de kendisi söyleyip yine kendisi dinlemektedir.
Öğrencinin kafasını fazladan dolduran bütün bu bilgi fazlalığı eğitimciye de bir şey kazandırmamakta, anlatılan bilgilerin kısa, özlü ve özellikle etikte öğrenci vicdanına hitap edici olmasına dikkat etmek çok önemlidir. Çünkü her zaman yazdığımız gibi hasta-hekim ilişkilerinde vicdan ve empati çok önemli olup, bu konulara vurgulama yapılması bilhassa günümüzde önem kazanmaktadır.
Ancak, deontoloji olarak öğrettiğimiz tıp etiği son yıllarda felsefecilerin ve sosyologların da de etkisiyle dünyadaki akıma uyularak son derece gereksiz, karışık bir bilgi deposu şeklinde öğrenciye verilmiş, bununla da kalınmayıp, aynı başlık ve içerikteki konular ayrı dersler şeklinde sunulmaya başlanmıştır. Biz sosyal bilimciler bu şekilde bir eğitme yöntemine devam edersek hiçbir zaman öğrenciden verim alamayacağımız kesindir.