“Türkiye, kendi halkının yapısına uygun olan, dünyadaki ve memleketteki ekonomik gerçeklere ters düşmeyen bir yöntemle ve halk kitlelerinin önderliğinde geri kalmışlık çemberini kırabilir; kültür ve tarih açısından hakkı olan yere, ekonomik ve sosyal düzeniyle de erişebilir. Türkiye tarihinin bize ilettiği engin ders budur. Ve Türkiye, boşuna yaşanmamış bir deney olan tarihiyle, dünün ve bugünün hazırladığı teorisiyle, bugünün ve yarının hazırladığı pratiğiyle, kendi tarihsel doğrultusunda yarına gidecek; Türk halkı, hızını kendisinden alan bir eylem sonucunda başarıya ulaşacaktır.”
İsmail Cem (Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, 2007)
Mevcut durum
Kuşkusuz ülkemizin tarihsel birikiminin bize kazandırmış olduğu deneyimlerin; etik ölçüler dâhilinde rasyonel bir bakış açısı ile her zaman yanı başımızda bulundurmamız gereken referans değeri vardır. Bu anlamda çok değerli siyasetçilerimizin, aydınlarımızın ve bilim insanlarımızın ürettiği her politika ve düşünce, günümüzde de kendine yer bulabilecek durumdadır. Ancak yadsınamaz gerçek odur ki; dünyada ve ülkemizde muazzam hızda bir değişim ve dönüşüm yaşanmaktadır. Son derecede dinamik olan bu süreç, ülkemizde dünyadakinden çok daha yüksek bir ivme taşımaktadır. Zira dünyanın gelişmiş bölgelerinde ağırlıklı olarak teknolojik ve ekonomik sınırlar içerisinde kalan değişim ve dönüşüm, Türkiye’de bunlara ek olarak kültürel, sosyal ve siyasal boyutta da yaşanmaktadır. Bu gerçeği göz önüne almadan sadece geçmişteki tespitler ile geleceği şekillendirmeye çalışmak boş bir çabadan ibarettir.
O halde bakış açımız; geçmişten gelen birikimlerimizi bir anahtar olarak kullanmak ve geleceğin problemlerini çözmede yeni aygıtlar kullanmak olmalıdır. Rahmetli İsmail Cem’in tespitini yerinde bulan birisi olarak, toplumun ekonomik gelişmesi ve gönenci için mutlaka yenilikçi politikalara gerek olduğunu her düzlemde dile getirmekten başka çare olmadığına inanıyorum. Diğer bir deyişle halkın dinamik ve girişimci karakterinin, bilim ve teknoloji ile bütünleştirilmesinden daha akılcı bir yol yoktur. Bu durumda bizlere düşen temel ödev; bıkmadan usanmadan politika üretmek, ülkenin sorunlarına yakın durarak gerçekçi çözümler geliştirmektir.
Ülkemizde halen yürütülmekte olan hatalı politikaların sonucu olarak ortaya çıkan işsizlik, verimsizlik, enerjide dışa bağımlılık, pahalılık, tarım alanlarında daralma, yetersiz beslenme, niteliksiz sağlık hizmetleri, her kademedeki eğitimde nitelik düşüklüğü, gelir dağılımında dengesizlik, çevre kirliliği, çarpık kentleşme, eşitsizlik, bağımlı yargı ve adaletsiz adalet, hızla tükenen kamu varlıkları, cari açık, kırılgan bir ekonomik yapı, inanç sömürüsü gibi sorunlar umutsuz ve çaresiz bir insanlardan oluşan bir toplum üretmiştir. Türkiye’nin merkezden geliştirilecek olan ve kararlılıkla uygulanması gereken adil ve “yeni” politik çözümler gerektiren bu sorunlarının yanı sıra; kent yönetimlerinin yeniden tanımlanmasını sağlayacak olan yeni stratejiler geliştirmekten başka yol yoktur. Kentlerde ucuz enerji, temiz su, barınma, alt yapı, çevre, ulaşım ve trafik gibi alanlarda yığınla sorun çözüm beklemektedir.
Kent yönetişimi ve sorunsalı
Ülkemizdeki kent yönetişimi ve kentsel gelişim konusundaki yaklaşımlar ve anlayış zamanla az da olsa değişkenlik göstermekle beraber, dünyadaki referanslar göz önüne alındığında ortalama olarak iyiye gidişten söz etmek zordur. Diğer bir deyişle kentsel değerler açısından ülkemizde önemli ölçüde bir politika eksikliği olduğu çok nettir. Bu konuda sorumlu aramanın ötesinde boşluğu dolduracak şekilde inandırıcı ve gerçekçi saptamalar yapmak, ülkemiz toplumsal gerçeklerine uygun öneriler geliştirmek kamusal yarar ve insani değerler açısından daha uygundur.
Bu bağlamda kent yönetişiminde etkin olan parametrelerin ayrı ayrı irdelenmesi gerekmektedir. Öncelikle göz önüne alınması gereken kent bileşeni olarak “kent sahiplerinin” anlayışı ve konuya bakış açısı üzerinde durulmalıdır. Ülkemizde “kent sahipliği” kavramına yüklenen anlam, büyük ölçüde başarısızlığa ortak aramaktan ibaret içi boş bir kavramdır. Oysaki esasta olması gereken ortak bilinçlenmenin bir sonucu olarak yeni kentsel değerler ve güzellikler yaratmaktır. Bu hedefin bütün kent sahipleri tarafından benimsenmesi konusunda en önemli görev seçilmiş kent yönetimlerine düşmektedir. Diğer bir deyişle kent sahipliği bilincinin oluşturulması ve pekiştirilmesi üzerine kent yönetimi tarafından, kentin kültürel ve tarihsel dokusuna uygun, ciddi çalışmaların yapılmasına gereksinim vardır.
Kent sahipliği; cadde ve sokaklarındaki taşları ve ağaç dallarını detaylarına kadar tanıdığımız noktadan itibaren başlar. Prag’da, Peşte’de, Viyana’da, Mostar’da, Dubrovnik’te olduğu gibi geçmişin izlerini gelecekte de yaşatabilme hevesini taşıyabilmektir kent sahipliği. Mimari değerlere saygılı olmak, ahşap sevgisine sahip olmak, kenti bir kız evlat gibi sevmektir. Bütün bu ve benzeri duygu ve düşünceler ile donatılmış olmak konusunda oldukça sınırlı sayıda kentimiz geçer not almıştır. Anadolu’nun tamamına yakın kenti bu konuda sahipsiz durumdadır. Kentlerimizi yıllardır hep gerçek sahipleri dışındaki “ucuz ve çıkarcı çevreler” yönetmiştir. Kentsel paradigmanın tamamen dışındaki bu ucuz çevreler için rant getirisi ve ego temel unsurlar olarak öne çıkmıştır. Bu getiri ve egonun yarattığı kişiliksiz ve kimliksiz kentler, esasında toplumsal yozlaşmayı da beslemiştir.
Kent yönetişiminde yer alan diğer unsur olan “kent yönetimleri” ise oldukça geniş kapsamda ele alınabilecek bir konudur. Bu zeminde bazı temel özellikler üzerinde durmakla yetinilecektir. Geçmişten farklı olarak günümüzde kent yönetimi tam bir profesyonel bakış gerektirmektedir. Özellikle nüfus yoğunluğu fazla olan yerleşim alanlarında ortaya çıkan yeni gereksinimlerin karşılanması iyi mühendislik çalışmaları ve teknoloji kullanımına ihtiyaç göstermektedir. Coğrafi bilgi sistemlerinin kentsel planlamada ve diğer alanlarda kullanımı, yapılarda enerji verimliliği, kentte ekonomik su kullanımı, atık sorunu için uygun çözümler ve nihayet bütün bu ve benzeri ögeleri içerisinde barındıran akıllı kent planlaması gibi konularda, yeterli bilgi birikimi ve donanımı olmayan kent yöneticilerinden çözüm beklemek haksızlık olur. Bu konularda ülkemizdeki yaygın anlayış her ne pahasına olursa olsun ya da kimlerle yapılırsa yapılsın, kent yönetimlerinin ele geçirilmesidir. Doğaldır ki; bu anlayışın bir yansıması olarak, kent yönetişimine uygun adaylar değil, seçim kazanacak adaylar öne çıkmakta ve sonuç olarak kentlerimiz hem zaman hem de kan kaybetmektedir.
Yönetiminden sorumlu olduğu yerleşim biriminin 50 yıl sonraki planlamasını yapabilecek düzeyde olmayan, bölgesinde doğal kaynak, orman, arazi planlama, toprak kalitesi, temiz enerji, tarımsal planlama, insan kalitesi konusunda geleceğe yönelik kestirimlerden haberi dahi olmayan, kısacası yönetiminden ve geleceğinden sorumlu olduğu kentin stratejik planlamasını yapamayan yöneticilere her yerde rastlamak mümkündür.
Son aşamada ise merkezi yönetimin kentsel yönetişim konusundaki anlayış eksikliği üçüncü bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Güncel siyasetin bir uygulama alanı olarak algılanmakta olan kentsel yönetişim büyük ölçüde yandaş çıkarlarına hizmet eder duruma getirilmiştir. Sonuç itibarıyla; kent yönetişiminde başarı “kent sahipliği”, “kent yönetimi” ve “merkezi yönetimin” bir bileşkesi olup, bu bileşenlerin halkın takdirine açıklıkla sunulmasından yana olmak en rasyonel yaklaşımdır.
Akıllı kente dair
Akıllı kent kavramı günümüzde Batıda kentsel yönetişim alanına girmiş olan ve gittikçe de daha çok önem kazanmakta olan bir konudur. Avrupa Birliği’nin 2020 stratejisinde “Akıllı Kentler ve Topluluklar (SCC)” adlı bir ortaklıktan söz edilmektedir. Buna göre Avrupa’nın rekabet gücü ve kapasitesinin yeni iş alanları yaratmasında, ürün ve hizmette yenilikçilik önemli bir rol oynayacaktır. Akıllı kent teknolojilerinin; Avrupa şehirlerinin sürdürülebilir gelişmesinde önemli katkı sağlayabileceği ifade edilmektedir. Bu nedenle SCC ortaklığının; (1) enerji üretimi, dağıtımı ve kullanımı; (2) hareketlilik ve taşıma; (3) bilgi ve iletişim teknolojileri alanlarında gelişme sağlaması hedeflenmiştir.
Akıllı kent dar anlamda bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanıldığı kent olarak bilinmekle birlikte çok daha geniş bir temel üzerinde planlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında esas olarak kaynak kullanımında daha rasyonel ve verimli olmak ve dolayısıyla para ve enerjiden tasarruf sağlamak; hizmet sağlamada ve yaşam kalitesinde iyileştirme yapmak; çok daha az çevresel zarara yol açmak gibi unsurlar akıllı kentin öne çıkan özellikleridir. Bütün bu özelliklerin geliştirilmesinde yenilikçilik başrolü oynamaktadır.
Günümüzde dünyadaki akıllı kentler sıralamasında ilk 10’da Viyana, Toronto, Paris, New York, Londra, Berlin, Kopenhag, Hong Kong ve Barcelona yer almaktadır. Çeşitli ölçütler açısından yapılan değerlendirme ile ortaya çıkan bu sıralamada; özellikle yenilikçi kent, bölgesel yeşil kent, yaşam kalitesi ve dijital yönetim gibi ölçütler esas alınmaktadır. Akıllı kent modeli içerisinde yer alan ölçütlerden ülkemizdeki kentsel yönetişim kapasitesi ile bağdaşık olarak hareketlilik üzerinde bir örnekleme yapılabilir. Hareketlilik; bisiklet, elektrikli mopet vb. bireysel taşıma araçlarının kent içi taşımacılıkta kullanılmasını ve bu sayede günlük insan yaşamına sağlık açısından bedensel etkinliğin de zorunlu olarak girmesini amaçlamaktadır. Akıllı kentin temel özelliklerinden bir tanesi olan sadece hareketlilik üzerinde bile son derecede detaylı planlama ve yenilikçi çözümler üretme gereksinimi vardır. Zira hareketlilik açısından kullanılacak olan bisikletlerin park yeri, temin ve kullanımı, güzergâh planlama, takip teknolojisi, bakım onarım vb. gibi konularda proje ve yenilikçi çözümler geliştirilmelidir.
Benzer şekilde enerji ve su dağıtımında talep kontrollü besleme, yeşil alanların planlamasında ve bakımında bilgisayar yazılımlarından yararlanma, hane veri ağında olabildiğince fazla sayıda veriye yer verilmesi ve bu bilgilerin dijital yönetim sisteminde anında işlem görmesi gibi uygulamalar akıllı kentin diğer göstergeleridir.
Kent yönetiminde yenilikçi yaklaşım
Günümüzde kent yönetimi bilim ve teknolojinin ilgi alanına girmiş olup, üniversitelerde üzerinde oldukça geniş ve kapsamlı bilimsel araştırmaların yapıldığı önemli bir çalışma alanı durumuna gelmiştir. Durum bu şekilde olduğundan kent yönetiminde de yenilikçilik önem kazanmaya başlamıştır.
Dünyanın saygın üniversitelerinden bir tanesi olan MIT’de (Massachusetts Intitute of Technology) “Şehir Bilimi” adı altında faaliyet gösteren birimde şehircilik ile ilgili olarak,“kent analitiği ve modelleme”, “teşvikler ve yönetim”, “hareketlilik ağları”, “yaşam ve çalışma alanları”, “elektronik ve sosyal ağlar” ile “enerji ağları” temalarında öncelikli olmak üzere kamu ve özel sektörden proje teklifleri alınmaktadır.
Kent yaşamında insan yaşamına kalite katabilmek ve yaşamı çok daha kolay hale getirebilmek adına geliştirilebilecek sayısız proje vardır. Bütün bu çalışmaların hepsinde mutlaka orijinal ve daha önceden bilinmeyen çözümler kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zira yeryüzündeki her yerleşim biriminin kendine has karakteristikleri vardır. Bu bağlamda bırakınız uzak coğrafyayı, aynı kente bağlı küçük beldeler arasında bile yaşam biçimleri farklıdır. Yerleşim alanlarının kendi kültürel, tarihsel ve sosyo-ekonomik özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar nedeniyle, kentsel yaşamın geliştirilmesine yönelik yenilikçi projeler de farklılıklar gösterecektir. Buradaki temel bakış açısı; kentsel yaşamın iyileştirilmesi konusundaki istek ve duyarlılık olmalıdır.
İnsan doğasında yer alan en temel gereksinimler ve asgari yaşam ölçütleri olarak; sağlıklı, güvenli, konforlu ve huzurlu bir ortamda yaşamak, temiz bir çevreye sahip olmak, ucuz ve kaliteli mal ve hizmet satın alabilmek, sevgi ve saygı görebilmek, hızlı ve güvenli ulaşım hizmeti almak, inancının gereğini özgürce yapabilmek, tatil yapabilmek ve diğerleri sıralanabilir. Bu tür gereksinimlerin karşılanmasında kent yönetimlerinin büyük ölçüde işlevinin olduğu çok iyi bilinmektedir. Ancak burada esas olan, bu gereksinimlerin kaliteli ve ucuz yollardan etkin bir şekilde karşılanmasıdır. Bu noktada yenilikçi yaklaşım bir anahtar rolü üstlenmektedir.
Kendi bünyesinde oluşturduğu tesislerde “ıslandığı zaman eriyebilen bir poşet” üretebilecek kadar vizyon sahibi ve yenilikçiliğe inanmış bir kent yönetiminin başka alanlarda da yapabileceği çok şey vardır. Gündüzleri “topraktan emdiği fosfor ile geniş yapraklarından parklarda gece aydınlatması yapan yapay bir ağaç” konusunda proje çalışması yaptırmak, toprak-deniz kaynaklı ısı pompaları kullanarak kamu binalarında ucuz ısıtma yapabilmek, mini ve mikro ölçekli HES’lerden ya da rüzgâr, biyokütle gibi yenilenebilir kaynaklardan fizibil enerji üretmek gibi konular, kent yönetimlerinin yenilikçilik konusundaki anlayışı ile doğrudan bağlantılıdır. Bu konu ile ilgili olarak göz önüne alınması gereken en önemli unsur; yerel yönetimlerin “sorunların varlığını ve boyutunu” saptayabilme yeteneğine sahip olup olmadıklarıdır.