Bağrış çağrış seslerini duyunca acil servisin kapısına çıkıyorum. Herkes gibi ben de gürültünün kaynağını arıyorum. Başlar bir yöne dönünce ben de oraya odaklanıyorum.
Kapıda bekleyen bir taksinin yolcu koltuğunda yüksek sesle konuşan adam, dışarıda ona laf anlatmaya çalışan ufak tefek bir kadın dikkatimi çekiyor. Derken taksinin kapısı hızla açılıyor ve kırklı yaşlarda, esmer, iri yarı adam fırlıyor dışarı.
“Delirtmeyin lan beni!”
Sesi ortalığı inletiyor. Gören de Köroğlu, Bolu Beyi’ne sesleniyor sanır. Kapalı ortamın da katkısıyla adamın narası duvarlarda yankılanıyor.
Diğer herkesin susmasından kaynaklanan tuhaf bir sessizlik takip ediyor bu gürültüyü. Bu durum Köroğlu’nu da şaşırtıyor. Sağına soluna bakıyor. Durumdan rahatsız olmuş gibi. Şimdi sesine ayar vermek zorunda kalacak, bunu hissediyorum.
Hemen yanındaki genç kadın kolundan çekiştiriyor. Susuyor adam. Ciddi ciddi susuyor. Mırın mırın bir şeyler anlatmaya çalışırken genç bayanın yanında büzüşüyor, küçülüyor.
“Sakin ol,” diyor kadıncağız sesine olabildiğince şefkatli bir ton vermeye çalışarak. “Doktorlar bakacak sadece.”
“Benim bir şeyim yok!”
Ardından sunturlu küfürler…
Taksici araçtan iniyor ama psikopatımız bağırıp çağırıp küfürler savurmaya başlayınca daha fazla beklemeyip gerisin geri dönüyor. Acele hareketlerle taksiye binen şoför hastanın arkasından seslenmesine aldırmadan motoru çalıştırıp uzaklaşıyor. Sanırım böyle bir adamın parasının lazım olmadığına kanaat getirmiş. Canını kurtardığına şükretsin.
Hasta yakını yaklaşan güvenlik görevlilerine bir şeyler söylüyor. Bunun üzerine geri adım atıyor görevliler. Hemen arkadan iki erkek yaklaşıyor. Hastanın tanıdıkları olmalılar. Dikkatli hareketlerle sağlı sollu kollarına giriyorlar.
Yorgun bir yarış atı gibi burnundan derin derin soluyan genç adam belli ki bir şeylere tepkili. Arkadaşları azgın bir küheylanı zapt edercesine sıkı sıkı tutuyorlar. Dostluğun gerektirdiği ulvi bir görevi yerine getirmenin gururu okunuyor yüzlerinden.
Teşhis koymak için daha fazla muayene etmeye hatta öykü almaya bile gerek yok. Belli ki ruhsal bir sorunu var adamcağızın. İlk aklıma gelen şizofreni oluyor.
Tedavisi çok zor bir hastalık ama bu hastayı tedavisiz bırakacağız anlamına gelmez. Öncelikle sakinleştirici bir şeyler yapmalıyız. Tek yetmez üç ilaç birden vereceğiz. Ama iğneyi yapabilmek için de hastayı zapt etmek şart. Şimdilik hasta yakınları bu işi halletmiş görünüyor. Güvenlik görevlileri de eşlik ediyor ve acil servise sokuyorlar hastayı. İğneden sonra sakinleşmesi için bir saat kadar beklememiz gerekiyor.
Biz hekimler hastalarımız için pek kullanmasak da halk arasında bu türden taşkınlık sergileyenlere deli deniyor. Akıl ve ruh dengesi bozuk, anlamında kullanılıyor bu kelime.
Şizofreni gibi hastalıklarda ve uyuşturucu madde kullanımında insanların zihninde sıra dışı ses ve görüntülerin olmasını sağlayan şey dopamin, seratonin gibi kimyasalların kontrolden çıkmasıdır. Harika bir bilgisayar olan beyin düzgün işlediğinde her şey yolunda ama devreler yandığında işte bu tür tuhaflıklar yaşanıyor.
Gizemli bir hastalıktır şizofreni. Ama aslında daha gizemli olan şizofren olmamaktır!
Her biri kendi başına bilgisayar sayılabilen sinir hücrelerinden yaklaşık yüz milyar var beynimizde. Her birinin binlerce uzantısı sayesinde diğerleriyle bağlantısını hesaba katınca akıl almaz bir iletişim ağı çıkıyor ortaya. Bu trafik bugün yeryüzünde yaşayan sekiz milyar insanın birbiriyle konuşmasıyla karşılaştırılabilir. İşte bu yüzden bana sorarsanız böylesine muhteşem bir bilgisayarın sorunsuz çalışmasıdır esas anlaşılması zor olan mesele.
Normalde hepimiz algılarımızda bir tür yanılgı içindeyiz ama bunun farkında değiliz. “Gelincik beyinde kırmızıdır, elma beyinde kokar, tarla kuşu beyinde öter,” diye yazmıştı Oscar Wilde. Yoksa gerçeklik farklıdır.
Duyu organlarımız sayesinde algıladıklarımızla zihnimizde nesneler oluştururuz. Bir manav tezgâhına bakar ve rengârenk meyveler sebzeler görürüz. Oysa hiçbirinin rengi yoktur. Işığın farklı açılarda kırılmasından kaynaklanan algıdan ibarettir gördüğümüzü sandığım şey.
Mesela çizgi filmler?
Teker teker her biri hareketsiz olan resimler sırayla gözümüzün önünden geçtiğinde hareket kazanıyor. Dahası resim dediğimiz şey de başka bir yanılgı. Gözünüzü iyice yaklaştırdığınızda -hatta büyüteç kullandığınızda- farklı büyüklük ve yoğunluktaki noktacıklar görürsünüz. Ama uzaklaştıkça zihnimiz bu noktaları birleştirir ve resme dönüştürür. Tıpkı bir ve sıfır rakamlarından oluşan verilerin bilgisayarda resim ve görüntülere dönüşmesi gibi dışarıdan aldığımız veriler zihnimizde şekilleniyor.
Mesela, karşımızda oynayan çocuğa canlı diyoruz. Oysa biraz daha derinlemesine incelesek atom dediğimiz yapıtaşlarından oluştuğunu görürüz. Mesela, aynı çocuğun elindeki oyuncak ayı da benzer atomlardan oluşur. Atom, yani gözümüzle bile göremeyeceğimiz minnacık küreler…
Bir başına cansız gibi görünen atomlara daha yakından baktığınızda bu sefer daha minik bir çekirdeğin etrafından hızla dönen elektronlardan oluşan boşluklarla karşılaşırsınız. Yani somut bir kitleden çok boşluk ve hareket yani bir tür enerjidir aslında atomlar.
Daha ilginç bir bilgi… Mikroskobik düzeyde incelediğimizde çocuğu oluşturan atomlar ve elindeki oyuncak ayıyı oluşturan atomlar aynı. İyi de birisini canlı diğerini cansız kılan şey nedir?
İşte fiziğin zirvesi olan kuantum teorisi bunun cevabını bulamamıştır henüz.
Hâsılı bizim nesne ya da madde dediğimiz şeyler de aslında ışık gibi bir tür enerjiden ibarettir. Yani gördüğümüzü sandığımız her şey hatta biz insanlar bile bir tür hologram sayılırız. Ama tüm bunları gerçeklik olarak algılamamızı sağlayan şey ise beyin dediğimiz şu harika bilgisayar…
Şimdi düşünüyorum da, tüm bu akıl almaz şeyler karşısında şapka çıkarmayan, saygıyla eğilmeyen, kendisini evrenin hâkimi sanan insanlar sağlıklı da bir tek şu benim hastam mı deli?
Kulağına gelen sesleri talimat olarak algılayıp masum bir cana kıymayı kutsal görev addeden bir şizofreni yargılamak kolay, peki ya biz? Gördüğümüz tüm görüntüler, duyduğumuz tüm seslerden ne kadar eminiz? Tepkilerimiz ne kadar mantıklı ve doğru?
Hızın kaza ve ölüm getirdiğini bile bile yolda uçuşa geçenler…
Babası –sigara yüzünden yakalandığı- akciğer kanseri yüzünden son nefesini verirken dışarıda sigara tüttürenler…
Göbeğiyle baş edemediği halde dünyayı düzeltmeye çalışanlar… Üstelik hızla artan obezite, dünyanın en önemli sağlık problemlerinden birine dönüşmeye başlamışken…
Hastanede yer olmadığını ifade eden doktorun yakasına yapışıp “Ne demek yer yok!” diye kükreyenler…
Tartışmanın hiçbir yarar getirmediğini bile bile bu anlamsız diyaloğa devam edenler…
En çok eleştirenlerin genellikle hatası en çok olanlar olduğunu bile bile bu çabasını sürdürenler…
Dinlemeye gönüllü insan sayısı azaldıkça daha çok konuşmaya can atanlar…
Peki, ya ben?
Sen aklıma mukayyet ol Allah’ım!
Dopamin, çok özel bir hormondur. Hani tavırlarını uygunsuz bulduğumuz bazı insanlara kızdığımızda “Dengesiz!” deriz. Sahiden de denge hormonudur şu özel madde.
Kanda belli bir denge halinde olması gereken dopaminin üretimi azaldığında kendimizi yorgun ve bitkin hissederiz, daha da çok düşerse Parkinson gibi ciddi hastalıklar çıkar ortaya.
Fakat bu özel hormonun fazla olması da arzulanmaz. Normalin üst sınırlarını aştığında mesela anlamsız öfke gibi tutumlarla karşılaşırız. Özellikle uyuşturucu kullanımı ve şizofreni gibi durumlarda ise bu sınır daha fazla aşılır. Hasta, olmayan sesleri duyar, olmayan görüntüleri görür. Bir yerlerden talimat aldığını zannetmeye başlar ve cinayet işler örneğin.
Güzel olan şu ki, bu hormonun kontrolü yüksek oranda insana verilmiştir. Bilgece bir yaşam en önemli yoldur örneğin. Uyuşturucudan uzak durmak da bizim elimizdedir. Ama şizofreninin en önemli nedenlerinden olan çocukluk sıkıntıları hastadan çok ailenin etki alanıdır.
Ayrılıklar, yalnızlıklar, yaşamın ilk yıllarında şahit olunan şiddet şizofreninin tohumlarını ekmeye başlar. İşte bunun için temelden dikkatli başlamak gerekir. Aile toplumun temelidir, sözünün cuk oturduğu yer işte burasıdır harbiden.
Sadece son çeyrek asırda boşanmaların yüzde bir gibi oranlardan yüzde ellilere fırlaması büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor. Bu süreçte dünyaya gelen çocuklar anne ya da babasından -bazen ikisinden- uzak kalıyor. Ayrılık nedeni olan şiddete de şahit olmuşsa bu minik zihin için risk katlanıyor. İşte size ruhsal sorunları olmaya aday bir birey!
Masum bir kadın cinayete kurban gittiğinde idam fikri düşüyor aklımıza. Ama tüm bu bilgilerden sonra pek çok cinayetin esas müsebbibinin şizofren değil de onu bu hale getirenler olduğunu hatırlıyoruz. Elbette kendi eliyle uyuşturucu ve alkol alıp şiddet uygulayanları ayrı kategoride değerlendirmek gerekir.
Kanınızda dopamin düzeyinin ideal sınırlarda olduğu dengeli ve huzurlu bir yaşam dileklerimle…
2 yorum
Maşallah hocam, her alanda çok güzel eserler bırakıyorsunuz.
İyi güzelde böyle giderse universiteye gitmeden biz de doktor olacağız..
Tıbbi terimler neyse ama tüm anlatimlarin sonunda bu kadar mucizeleri üzerinde taşıyan insanı yaratan Allah’ı bilmek , Ona iman etmek ve Onun isteklerine itaat etmek,
Aklını kullanan her insan için bir görevdir.🤔♥️