Geçenlerde, Ankara Tabip Odası tarafından gönderilmiş bir tören davetiyesi aldım. Davetiyede özetle “14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri içerisinde, meslekte 40. yılını doldurmuş olan siz değerli meslektaşlarımıza plaket verilmek üzere düzenlemiş olduğumuz törene katılmanız bizleri onurlandıracaktır. Buluşmak dileğiyle. Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu” deniliyor.10 Mart Pazartesi akşamı buluşacağız.Yine aynı mekânlarda, yine aynı arkadaşlarla, bahçesinde top oynadığımız, kantininde çay içtiğimiz yerlerde olacağız. Heyecanım dorukta.
Nereden nereye. 1974’ten 2014’e, dile kolay kırk yıl olmuş. Davetiyeyi elime aldığımda hüzünlenmemek elde değil. Toplantı, benim de mezun olduğum Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinin Sıhhiye’deki meşhur Morfoloji Binası’nda, yani taş binada yapılacak.
Aslında ilk başta, Gazi’den Ankaray’la Kızılay’a, oradan da tıpkı öğrencilikte olduğu gibi, fakülteye yaya olarak giderim, diye düşünmüştüm. Ancak, o gün ameliyatlar biraz uzun sürdü. Çaresiz geç kalmamak için yine arabayla ulaştım.
İşte, o muhteşem taş bina tüm haşmetiyle karşımda. Binanın içi de dışı da tertemiz. Gençler, tıpkı öğrencilik yıllarımızdaki gibi, girişteki büyük salonda folklor çalışıyorlar. Bize pek aldırdıkları yok. Doğal olarak, onlar da kendi âlemlerinde.
Toplantıya daha çok, bizim fakültemiz, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1954, 1964 ve 1974 mezunları ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 1974 mezunları katılıyor (Hacettepe daha sonra kurulduğundan 54 ve 64 mezunları yok).
Dışarıda sınıf arkadaşlarımızla sohbet ediyoruz. Kırk yıldır görmediklerimiz, simasını unuttuklarımız bile var. İnsan tanımakta güçlük çekiyor. Neyse ki, yaka kartlarımızda adlarımız yazıyor. Çoğumuzun saçları beyazlamış. Saçı dökülenler, göbeklenenler… Ne yalan söyleyeyim, hanımlar beylerden daha şık ve bakımlılar. Bir gece önceki yemeğe, dişim kırıldığı ve o esnada tedavim yapıldığı için katılamamıştım. Tıbbiye girişimiz 1968, yani kırk yıldan da fazla. Eski dostlar, eski dostluklar… Yollar ayrılsa da, ayrı kentlerde yaşasalar da, birbirlerini görmeseler de eski arkadaşlar, dostluklar hep aynı kalmış.
Bir ara aramızdan biri, “Arkadaşlar biz neyiz ki, önce altmış yıllıklar, sonra ellilikler, en sonda da bizler plaket alacağız.” diye uyardı.
“Kırk yıllık olduk diye böbürlenmeyin, ellisine, altmışına ulaşanlara ne mutlu.”dedi birileri. Bakalım bizler görebilecek miyiz o yılları.
Yetmiş yıllık olan varsa da, törende yoktular. Altmışlıklar, yedi sekiz kişi kadar. Elli yıllık büyükler, on beş kadar. Sahneye çıkmakta zorlananlara, plaketleri sahne önünde takdim edildi.
Bizler, salonun en gençleri, yani kırk yıllıklar, yetmiş seksen kişi kadarız. Ankara Tabip Odasının yetkilileri, Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı hep birlikte salondalar.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı da, toplantıya katılarak bizleri fazlasıyla onurlandırıyor.
Prof. Dr. Abdülkadir Noyan Konferans Salonu’nda, yine yan yana, büyüğüyle küçüğüyle birlikteyiz. Bizim zamanımızda, ders gördüğümüz Noyan Amfisi, Cebeci Hastanesinde idi. Bina yıkılıp yerine hemşire okulu yapıldığından, amfi de yanındaki Pamir Amfisiyle birlikte ortadan kalkmış idi. Konferans salonuna neden böyle bir ismin verildiğini sorgulayanlarınız olabilir. Merak edenler Abdülkadir Noyan büyüğümüzün kim olduğunu, ne gibi işler başardığını internetten ve diğer yerlerden öğrenebilirler.
Büyüklerimiz arasında, bize de hocalık etmiş olanlar var. Onlar eş ve yakınlarının kollarında, salonda yavaş yavaş ilerliyorlar. Onlar, bizim büyüklerimiz. Bize bu mesleği hem öğretmiş hem de sevdirmiş olan ulu çınarlar. Onlara saygı ile yol açıyoruz. Ellerini öpüyoruz. En önde yer veriyoruz.
Aldığım plaketi, odamda en görülür yere yerleştirdim. Bizler bir kırk yılı, göz açıp kapayıncaya kadar bir çırpıda geçirmişiz. Darısı bizden sonrakilere.