Hikâye, masal, efsane ve benzeri edebi yazılardır. İnsanlığın başlangıcından bu yana insanların hayatında hikâyenin yeri vardır. Hikâye, her toplumda o toplumun kültürüne göre şekillenmektedir. İnancın, ahlakın, toplumun sosyal yapısının, hikâyenin oluşmasında etkili olmaktadır. Nazım/şiir halinde de yazıla bilen hikâye türü yazılar, daha çok nesir/düz yazı şeklinde yazılmaktadır. Hikâye, her milletin edebiyat tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Hikâyeler, daha çok hayali, uydurma şeylerden oluşmaktadır. Ancak son asırlarda önce Batı dünyasında “KISA HİKÂYE” diye bir edebi tür geliştirilmiş. Daha sonra İslam âleminde de, sırasıyla Mısır, Ürdün, Suriye, Irak ve Türkiye’de kısa hikâye örnekleri yazılmaya başlamıştır. Kısa hikâye, yaşanmış veya yaşana bilen, akıcı, okunaklı, anlaşılır, eğitici, insana ders ve ibret veren az ve öz hikâyelerdir. Kısa hikâye en fazla 1500 kelime olabilir. Bunun yanında çok da kısa ola bilir. Zaman zaman size burada bazı kısa hikâyeleri de yazmak istiyorum. İlk kısa hikâyemiz şöyledir:
YUSUF HOCA
Dini, edebi, felsefi ve benzeri ilimlerle meşgul olan Yusuf Hoca, boş vakitlerinde Van gölünün kenarındaki bir çay bahçesinde oturur, kitap okur, zaman zaman da göl ve çevresindeki manzaraları seyrederdi. Pek çok kişi onu tanıyor ve kendisine saygı duyuyordu. Çeşitli problemlerinin halli için ona danışmak isteyenler, onun yanına gider, müsaade ister, yanında oturur, problemlerini ona anlatır ve çözüm yollarını öğrenmeye çalışıyorlardı.
Bir gün üstü başı düzgün genç bir hanımefendi, yanında iki çocuğu olduğu halde dinlenmek üzere aynı çay bahçesinde oturuyordu. Kadın biraz ötede oturan Yusuf Hocayı farketti. Onun yanına gidip müsaade istedikten sonra uygun bir yere oturdu ve “Hocam! Ben sizi televizyonlarda yaptığınız konuşmaları çok dinledim. Sizi oradan tanıyorum. Size saygım var. Size inanıyor, güveniyorum. Müsaade buyurursanız, size bir şey sormak, daha doğrusu danışmak istiyorum” dedi. Yusuf Hoca hanımefendiyi dinlemeye başladı ve kadın derdini şu sözlerle anlatmaya devam etti:
“Amcamlar Almanya’da oturuyorlar. Ben, amcamın oğluyla anlaşarak, severek evlendim. Gelin olarak Almanya’ya, amcamın evine gittim. Mutlu bir evliliğimiz vardı. Bir kızım ve bir oğlum dünyaya geldi. Son zamanlarda kocam bizi ihmal etmeye, eve gelmemeye başladı. Alman bir kadına takılmış, onunla beraber kalıyormuş. İki çocuğum var. Kocam amcamın oğludur. Onu seviyorum. Yuvamın yıkılmasını istemiyorum. Bana ne gibi tavsiyelerde bulunuyorsunuz? Ne yapayım?”
Yusuf Hoca kadına, “Kocan eve hiç geliyor mu?” diye sordu.
Kadın, “Evet, zaman zaman eve geliyor, çocuklarını seviyor, evin ihtiyaçlarını temin ediyor ve yine gidiyor” diye cevap verdi.
Yusuf Hoca ona, “Lütfen doğru söyle! Kocan eve geldiği zaman ona nasıl davranıyorsun?” diye sordu.
Kadın gülümseyerek “Doğrusu kocam eve geldiği zaman, ona saldırıyorum. Ona bağırıyorum. Ona bir sürü laf sayıyorum. Onu hırpalıyorum” diye cevap verdi.
Yusuf Hoca Kadına, “Kızım! Kusura bakma! Sen bu türlü olumsuz tavırlarınla onu kaybediyorsun. Sen ona böyle davrandığın zaman, o bir an önce evden dışarı çıkmak ve böylece kavgadan, tartışmadan kurtulmak istiyor.
Kocan Alman kadının yanına gittiği zaman, kadın güler yüzle onu karşılıyor, etrafında oynayıp dolaşmaya başlıyor ve her türlü kadınlık hünerlerini ortaya koyuyor. Elinden geldiği kadar onu mutlu etmeye çalışıyor. Haliyle adam onun yanında kalmayı tercih ediyor.
Kocan eve geldiği zaman, onun için süslen, onu güler yüzle karşıla, onun etrafında oyna, her türlü kadınlık hünerlerini ortaya koy ve böylece kocana sahip çıkarak onu kazanmaya, onu başkasına kaptırmamaya çalış” dedi.
Gülümseyerek mahcup bir eda ile başını önüne eğen kadın, “Çok haklısınız hocam! Bu günden itibaren sizin dediğiniz gibi hareket etmeye çalışacağım” dedi.