IMDB puanı 8.2 olduğu için Kızıl Goncalar adlı dizi üzerine tamamlayıcı olabileceğini düşündüğüm görece kuramsal eleştirilerimi yazmak istedim. İnsan yaşamında gereksinimler ile kazanımlar arasındaki ilişki, Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid el-Gazâlî ve Charles Sanders Peirce gibi ileri zekâların görüşlerinin yanlış yorumlanması nedeniyle, arada keskin ve doğru orantısal bir örtüşme varmış gibi geliştirilmişe benzemektedir. Oysa sözgelimi öğrenme de bir kazanımdır ve insanlar genellikle bir kazanımdan mahrum kaldıklarında gerçekten öğrenebilmektedirler. Aradaki yanlış ve kolaycı ilişkilendirme nedeniyle günümüzde insanlar kaba ve yüzeysel davranmayı yeni bir şey öğrenmeye tercih edebilmektedirler. Son zamanlarda yeni bir dizi film niteliğinde Türkiye’de gösterime giren Kızıl Goncalar’ın var olan insan ve toplum temelli sorunları işlerken öğrenme yerine biraz görece manipülasyona –emin olunmayan kavramsal kanıtlara dayalı bir taraf açısından doğru görünebilen göreli argümanlara- yer vermesinin nedeni bu olabilir. Zekâ ve sanatsal emek, muhtemelen var olanı göründüğü şekliyle aktarmayı ve teşekkül etmiş bir toplumsal düzeni devrimsel bir taleple hemen değiştirmeyi değil; bunun yerine insan doğasına dair genel geçer mevcudiyetleri sorgulama ve eldeki düzenin eksiklerini gidererek onu tamamlamayı içermelidir. Bu bir tür paradigma değişikliğine mani değildir. Sadece her paradigma değişikliği zaman almaktadır.
Toplumsal canlılar olarak insanlar temelde kendi gereksinimlerini toplumsal gereksinimleri gidermek üzerinden tanımlayıp giderebilen bir doğaya sahiptirler. Bu vakıa, en az üyeli şekliyle aileden başlayıp kimi zaman uluslararası bir kapsama kavuşabilen kurallı bir toplumsal örgütlenmeyi ortaya çıkarmaktadır. Burada birkaç tane temel vakıa mevcuttur. Birincisi, gereksinimler ve onları gidermek için başvurulan toplumsal işbölümünde geçerli hale gelen emek, bazı insanların yönetmeyi ve daha konforlu yaşamayı seçmelerini sonuç verebilmektedir. Yani bazı insanlar yönetici olmak ve başka bazıları da onların etrafında kazançlı olmak isteyebilirler. Michel Foucault insanın yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiye mecbur olmadığı kanaatinde ve iddiasındadır, ama bununla ilgili pratik bir deneyime denk gelmek neredeyse olanaksızdır. Burada mesele, var edilmiş toplumsal gereksinimlerin sahte olmamasıdır. Haksız kazancın mantığı genellikle sahte toplumsal gereksinimlere yaslanmış kişisel gereksinimlere referanslanmaktadır. İkincisi, herhangi bir toplumsal organizasyonda zekâ, emek ve korumayı kendi otoritesi altında bir araya toplayabilen veya durumu böyle gösterebilenler bütün normların ve davranışların kaynağı olurlar. Yani güç paranın, para da toplumsal yaşam ve normların kaynağıdır. Herhangi bir örgütlenmeye itiraz edebilmek mümkündür, ama söz konusu örgütlenmenin gerisindeki insan emeklerine hem daha garantili bir örgütlenmenin hem de onların geçmiş deneyimlerinin %30’dan fazla reddedilmeyeceği bir alternatifin gösterilmesi zorunluluğu vardır. Bunu Kızıl Goncalar adlı dizide temsil edilen tarafların ve tarafsız görünenlerin her birinin kendi toplumsal iddiası için söylüyorum. İnsan yaşamı basit değildir ve bütün insanlar karmaşık olmakta eşittirler. Üçüncüsü, her insan kendi yaşamını düzenlerken bir ölçütü baz alarak bunu yapabilmektedir. Bu ölçüt bir taraftan doğru ve eğriye karar verirken esas alınan bir çizgiyi, diğer taraftan meşguliyet gereksinimini karşılamak için eylemlerde ona göre davranmayı içermektedir. Sözgelimi bir bina yapılırken, boş bir kâğıda bir çizgi çekilirken veya bir daire içerisinde mobilyalar yerleştirilirken –dışarıdan bakan bir göz için doğru görünsün veya görünmesin- mutlaka bir yer dümdüz ve doğru olarak alınmaktadır. Burada baz alınan ölçütten ziyade zamanla önemli hale gelen önce üye insanların birbirleriyle kurallı ve tutarlı iletişimleri, sonra da gerçek yaşamla deneyimden elde edilen verilerin gelişim ve değişmede ne kadar göz önünde bulundurulduklarıdır. Kızıl Goncalar, yaşamda her karşılaşılan problem ve sorun anında sürekli başlangıçlara dönerek bütün bir düzeni reddetmek gereksinimini hissettirirken iletişim ve işbölümlerinin tutarlılığını ve gerçek yaşamla bunlar arasındaki geçerlilik ilişkilerini göz ardı ettirebilmektedir. Dördüncüsü, matematik ve mantık toplumsal yaşama önerilmiş çözümleri bir çeşit ilişkilendirme yoluyla insansızlaştırılmış bir zihinsel ortamda sınamanın mümkün yollarından sadece iki tanesi ve şu anda tedavülde olanlarıdır. Örneğin Martin Heidegger vaktiyle matematik ve istatistiğe itiraz ettiğinde pek isabetli değildi, ama insanı ve yaşamı anlayabilmek için başka yolların da icat edilebileceği konusunda bir eleştiri payını geride bıraktı. Dolayısıyla zekânın kendini göstereceği yer önce hesap ve sembolik ilişkilendirme değil, yaşamın doğası ile kurallarını (kültürü) birbirine zıt hale getiren içerikteki boşlukları yakalayarak onları gidermeye yönelik öneriler geliştirmektedir. Gereksinimlerin tanımlanması ve onları giderme yolları eksik bir algı ve saptamaya dayanıyorsa bu iki handikapı doğuran toplumsal psikolojik ve ekonomik arka plana göndermede bulunmak daha yararlı olabilir.
Yayınlanmış ilk iki bölümünde göz dolduran bir kurgu ve tesadüfi ilişkiler ağına sahip görünen Kızıl Goncalar adlı dizide; toplumsal sorunların temelde kadın kimliği üzerinden işlenmesi, mütedeyyin çevrelerin sahip oldukları eksikliklerin birtakım dolaylamalar ve çeşitli karşılaşmalar yerine doğrudan ve sadece bu konu üzerinden izleyiciye sunulması, sorgulayan bir karakter olarak Cüneyd karakterinin insanların yaşamda başarılı oldukları bir alana yoğunlaşmalarını onların “tapınma konuları/araçları” niteliğinde yorumlaması; zekânın somut ve oyun işlemleri seviyesindeki matematiksel ve mantıksal bir çerçeveyle örneklenerek henüz yeni ergenlik çağında bir karakter bile olsa 14 yaşındaki bir kız çocuğunun (Zeynep Tezel/Mina Demirtaş) soyut işlemlerle ilişkilendirilmemesi; annesi tarafından sevilmemiş bir kız çocuğunun (Mira Alkanlı/Esma Yılmaz) hemen yanlış insanlar ve uyuşturucu ile ilişkilendirilmesi ve en önemlisi çevrelerindeki insanlara, başka insanlara ve bilumum topluma yardımcı olmak isterken içerisinde yetiştikleri kuralları geliştirmek için çabalayan iki karakterin (Meryem Tezel/Özgü Namal ve Levent Alkanlı/Özcan Deniz’in) bütünüyle yalnız ve güçsüz gösterilmeleri bence izleyicilere gerçek yaşama dair gerekli çözümlemeleri öğretmiyor. İnsan yaşamında mevcut olan sorunların konjonktürel bazı hadiselere indirgenmesi popüler bir dizi seviyesinde yararlı ve anlaşılabilir görünse de bana yeterince zekâ ve emek eseri gibi gelmemektedir. Özellikle mütedeyyin insanların piyasa kültüründen kurtulabilmeleri ve insanın toplumsal doğasına dair bazı verimli sorgulamalarda bulunabilmeleri için dini pratikler, sınırlılıklar, her günkü hak ihlalleri, son derece bildik çözümler ve keskin roller yerine biraz daha iktisat, sosyal psikoloji, teknoloji ve felsefe bilgisinin senaryoya yansıtılmasında fayda vardır. İnsanlar din ile uyuşturucu arasında bir kimlik seçimine zorlanmamalıdırlar. Bu, dinin ve inançlı insanların toplumlara sağlayabileceklerini sınırlandırmak ve 21. yüzyıldaki bazı olumsuz din deneyimlerinin çözümlenmeksizin geçiştirilmesini temin etmek dışında pek bir işe yaramayacaktır.
İnsan yaşamı aşk, entrika, din, yönetici, otorite ve hak ihlallerinden ibaret değildir. Yaşamda en çok yer kaplayan unsur öğrenmedir. Eğer sanat öğrenmeye yoğunlaşıp da bunu bu dönemde dolaylı ve zengin deneyimlerle sorunlaştırmıyorsa başka ne yapmalıdır? Hangi deneyim insanlara neyi öğretmektedir ve üzerine hiçbir zaman analizde bulunulmamış yanlış deneyimler ne türlü öğrenme olanaklarını alıp götürmektedir? Charles Sanders Peirce ülkemizde pek okunmamaktadır, ama okunan bir eğitim filozofu olarak John Dewey’in pek bir analiz edilmediğini söyleyebilirim. Dizinin herhangi bir tarafında yer almayan ve sadece öğrenmeyi sorunlaştırmasını umduğum sinema yapıtlarının sayısının artmasını dileyen biri olarak dizinin yapımcıları, senaristleri, oyuncuları ve izleyenlerine benim yapabileceğim öneri, yaşamı ve deneyimleri hazır ve beğenilmezlerse hemen değiştirilmesi gereken yapılar olarak göstermek yerine biraz daha ana fikri belirsiz ve öğrenmeyi sorunlaştıran yaşam anlarını işlemeleridir. Bu dizinin kalitesini ve beğeni seviyesini artıracağı gibi sadece mütedeyyin insanlara değil, aynı zamanda mütedeyyin olmayan insanlara da yeni bir şeyler öğretebilir. Vakit geçirmek ve öğrenmek birlikte gerçekleşmelidir ki, bu dizinin karşı çıkmak istediği toplumsal sorunların sayısı önce azalsın, sonra da bütünüyle yok olsun. Bireyselleşme döneminin bir yan etkisi olarak yeni toplumsal yaşamda gerçek bir rolü olmayan insanlar yanlış yapmaya eğilimli olabilmektedirler.
3 yorum
Faydalı bir yazı olmuş. Bahsedildiği gibi Charles Sanders Peirce okunmuyor ve bunun yanında birçok kişi ve fikirleri okunmuyor ülkemizde. Hal böyle olunca, gördüğüne ya da gösterilene inanıp doğru olduğu sanılan pek çok durum var ve bunun yanında okuma eksikliğinden dolayı bu yazının da birçok kişi tarafından hemen anlaşılacağını düşünmüyorum. Bütün bu düşüncelerimin yanında, yazının son kısmında aktarılmak istenen fikrin en açık şekliyle sunulduğunu gördüm. Bu da sizin, toplumun bir kısmında özellikle okuma ve anlama konusunda var olan ‘deneyim eksikliği’nin farkında olduğunuzu gösterdi. Son olarak güncel konularda ve bu kalitede yazıların devamının gelmesi en azından beni mutlu eder.
Harika olmuş emeğinize sağlık hocam.
Hocam peirce ismini yeni duydum.Türkçkitap ve yazılar varsa bakacağım inş.