Bilindiği gibi kefâret, dinin belirli yasaklarının ihlali durumunda yapılması istenen mâlî ve bedeni ibadetlerdendir. Biz bu başlık altında sosyal güvenliğin açıklarını kapatacak kefâretlerin sosyal güvenliğe katkısı üzerinde durmaya çalışacağız. Kefâret daha çok kusurlu bir davranışın maddi yaptırımından ibarettir. Ancak Kur’ân ihtiyarlık ve ağır hastalık gibi kusursuz bir davranışın maddi yaptırımını da emretmektedir. Nitekim Kur’ân, “Oruç tutmaya gücü yetmeyen ihtiyar veya ağır hastalar, her gün için bir yoksul doyumu fidye verirler” buyurur. (Bakara, 2/184.) Bu ayette görüldüğü üzere kusursuz davranışın bile fakirler lehine bir yaptırımı söz konusudur.
Keza Kur’ân, hac ve umre için ihrama giren kişilere bazı hususları yasaklamıştır. Bu fiillerden birini işleyen kimsenin kefâret ödemesi gerekir. Kur’ân-ı Kerim’de bu, fidye olarak isimlendirilmektedir.( Bakara, 2/196) Bu ayette de kusurlu davranışın yaptırımının fidye verilerek kefaret ödenmesinden bahsedilmektedir. Görüldüğü gibi fidye, ya esirlik tehlikesi ( Bakara 2/85.) ya da kusurlu veya kusursuz davranış için ödenen bedelin genel adı olduğu anlaşılmaktadır. Bir fakiri bir gün doyurma şeklindeki asgari ölçü sabit ve değişmez olmakla birlikte, bu bedel bireylerin geçim şartlarına ve ekonomik seviyesine göre de değişebilir. Daha çok kusura dayanan ve cezai yönü ağır basan fakir ve yoksullar fonuna zorunlu olarak yönlendirilen kefaretlere gelince bunlar ana hatlarıyla şunlardır:
Ramazan orucunu tutarken bilerek yiyip içen ya da eşiyle cinsi ilişkide bulunanın orucun kefâret seçeneklerinden “altmış fakirin doyurulması”( Buhârî, Savm 31;) ve yemin kefaretinden “ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulun doyurulması yahut onların giydirilmesi (Mâide, 5/89.) istemleri ile hacda ihramlı iken yasakların çiğnenmesinden “kurbanlık hayvan veya yoksulların doyurulması suretiyle kefaret verilmesi ( Mâide, 5/ 95) ve zihar kefaretinden (Heyet, İlmihâl, II, s. 17.) “altmış fakirin doyurulması( Mücâdele 58/2-4.) ve diğer kefâret istemlerinden her biri fakir ve yoksulluk tehlikesine karşı oluşturulmuş bir fon kaynağı niteliğindedir.
Hem ibadet hem de cezai yönü bulunan bu kefaretlerin her birinden fakir ve yoksullar için fon ayrılması İslâm’da bireylerin “özgürlüğüne ve sosyal güvenliğine” ne denli önem verildiği ile ancak izah edilebilir. İslâm’ın bu sosyal güvenlik tedbirlerinin yaygın bir alanı kapsadığı düşünülürse fakir ve yoksullar için oluşturulacak fonun önemi daha da artar. Kefâret yaptırımının kurumsallaşamaması biraz da bu ibadetlerin karakteristik yapısıyla doğrudan ilgili olsa gerektir. Saygılarımla.