“Klinik etik” dersleri, tıp fakültelerinin 5. staj sınıflarında okutulan bir staj dersidir. Bazı tıp fakülteleri bu dersleri vermeye yeni yeni başlamaktadırlar. Çünkü etik, “tıp etiği” olarak genelde 3. sınıflarda okutulur. Ben 40 yıllık bir tıp tarihi ve tıp etiği hocası olarak, birkaç yıldır klinik etik dersleri veriyorum. Ancak gördüm ki bu tip dersler, öğrenci için daha etkileyici ve uygulayıcı olmaktadır.
Çünkü klinik etik derslerinde hasta-hekim ilişkileri üzerinde olgu tartışmaları yapılır, bu konu ile ilgili film gösterilir ve sonuçta bazı yorumlamalar yapılır. Aslında bu branşın daha öğretici ve uygulayıcı olması için hasta başındaki uygulamalara katılmak gerektiği de diğer önemli bir konudur.
Hekim ile hasta arasında kurulan ilişki, son otuz yıl içinde büyük bir değişime uğramıştır. 1960’lı yıllarda yapılan araştırmalarda kanser ya da başka bir kötü hastalık tanısının hastaya söylenmediği yolunda bilgiler aktarılırken, 1977 yılında yapılan bir diğer araştırma, bu tanının açıklandığını ortaya koymaktadır. Tedavi yöntemlerinin gelişmesi, kanser hastalarının kurtulma şansının artması, kanser hakkındaki sosyal yaklaşımların değişmesi, ölümden korkmama, hasta hakları konuları böylesi bir değişime yol açmıştır. Burada ise klinik etik devreye girmekte ve klinik ile tıp etikçisi işbirliği yapmaktadır.
Bunlar içinde en önemli faktör, tıp etiği ve yasalardaki aydınlatılmış onam öğretisinin gelişmesidir. Hasta, kendine uygulanacak tedaviyi seçme hakkına sahiptir. Bu seçimin yapılabilmesi için gerekli bilginin hastaya aktarılması da hekimin yetki ve sorumluluğu dâhilindedir. Ancak bu bağlamda yapılmış pek çok çalışma, doktorların bilgi kontrolünü sürdürdüğünü, hastaların da bilgi almak konusunda memnuniyetsizlikleri olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan klinik etik, bu konudaki tartışmaları da inceler.
Bazı araştırmalarda, tanının açıklanmasının hekim-hasta arasındaki bağın kurulması ve tedavi için gerekli olduğu yazılıdır. Bu, kültürel anlamda “umudu yerleştirme ve koruma” için gereklidir. Hekimler, gerçeği söyleme konusunda kendi deneyimlerini ve onların ahlaki dayanaklarını belirlemeye yönelik bir araştırma içinde bilgileri bilinçli mi saklıyorlar? Eğer öyle ise onlara öğretilmiş olan öğreti ile bilgi kontrolü arasındaki ikilemi nasıl çözüyorlar, konuları da irdelenmiştir.
Tıp etiği ilkelerinin en önemlilerinden olan “sadakat ve dürüstlük”, klinikte hekim-hasta ilişkilerinde uyulması gereken önemli klinik etik ilkeler olarak da karşımıza çıkar.
Dürüstlük ilkesine göre hekim, hastanın karşısında tamamen dürüst, sözüne inanılan ve güven duyulan bir kişi olmalıdır. Hekim, hastasını aldatmamalıdır. Hastalığın gidişi kötü bir durum gösteriyorsa hastaya direkt olmasa da indirekt olarak söylenmesi gerekir.
Eğer hasta, hastalık hakkında bilgilendirilmek istemiyorsa bu konuda özerk kabul edilir. Ancak hastalığın riskleri varsa ve bu konuda yapılacak tedaviler konusunda bilgi verilmek gerekiyorsa hastaya “zararlı olmama ilkesi”ne dayanarak, korkutucu olmayan bir dille ve umut verici sözlerle bu bilgi verilir. Son yıllarda hastaya bilginin, ailesi yoluyla değil de direkt hekim tarafından verilmesi de kabul edilmektedir.
Hekimin hastasına klinikte empatik, sempatik ve vicdanlı davranması gerektiğinin anlatıldığı “klinik etik” branşı, özellikle aydınlatılmış onam konusunu ve klinik etik problemleri irdeler.
Aydınlatılmış onamda beş nokta önemlidir:
1) Yeterlilik 2) Açıklık 3) Anlama 4) İsteklilik 5) Onay
Bu beş nokta, aydınlatılmış onamın yapı taşlarıdır. Yani bir kişi, yapılacak tıbbi uygulamayı anlamada yeterli ise kendisine açıklananlar yeteri kadar açık ise ve bu anlaşılıyorsa, ayrıca kabul etmede istekli ise hekime onayını verecektir.
Yani bu staj dersinde, artık hekim olmaya az bir zamanı kalmış olan stajyer tıp öğrencisi, etiğin uygulamalı yüzünü daha iyi görmektedir. Böylece 3. sınıfta okudukları tıp etiği dersleri nedeniyle zaten bilgili olan stajyer tıp öğrencileri, klinik etik derslerini daha iyi ve daha hevesli olarak öğrenmektedirler.