Kokular, güzel kokular, peşinden koştuğumuz, olanca hızla bizi peşinden koşturan. Doğa seveni kilometrelerce yürüten ormanın tertemiz çam kokusu, deniz seveni içine çeken yosun kokusu, sevgilinin parfüm kokusu gibi.
Kokular, o güzel kokular değil mi akılımızı başımızdan alan? Ceza almayı bile göze alarak, nöbeti bırakıp yeşil ameliyathane kıyafetiyle, gece yarısı yollara düştüğümüz, seyyar köftecinin kokusu. Elimizde okşadığımız ıtır yaprağı, yasemin çiçeği, gül, karanfil, ya da manolyanın kokusu.
Cumartesileri bile, bizi ona çeken tarif bile edemediğimiz, hastane kokusu. Fırından taze çıkmış çıtır simit, daha dumanı üstünde tüterken, içini açıp tereyağı, peynir doldurduğumuz ekmek, bazlama kokusu. Naneli tarhana, Ezogelin çorbasının kokusu. Çoğumuz nefret etsek de, berduşları içine çeken, gitmekten alıkoyamadığı meyhane kokusu. Yeni cilalanmış mobilya, boyanıp, badananmış duvarlarıyla yeni bitmiş dairenin kokusu.
Güzel kokuyu kim sevmez? İnsana zindelik veren, kendine çeken güzel koku. Hepsi mutlaka çok güzel. Aralarında benim için de çok özel olan birkaç kokudan daha bahsedeceğim. Umarım sizlerde seversiniz.
Öncelikle, yeni doğmuş bebeklerin kokusuna hayranım. Nefesinizle tüm ciğerlerinizi doldurursunuz. Masum, tertemiz, art niyetsiz bebek kokusu.
Kasabamızda, eskiden hemen her evde halı dokunurdu. Çocukluğumuz, halı tezgahları, halıcı dükkanları, ve çoğu kadın olan dokuma ustalarının, halı döven kirkit sesleri arasında geçti. Dükkan dediysem, şimdikiler gibi yalnız alınıp satılan yerler değil. Atkısının, çezgisinin hazırlandığı, rengarenk iplerin bulunduğu, bir kenarında yeni halı örnekleri çıkartılan, duvarlarında yüzlerce örnek desenin asıldığı, yeni gelmiş halı kırkımlarının yapıldığı, zaman zaman halı dokuyan kadınlarla sıkı pazarlıkların geçtiği gerçek halı dükkanları. Bu nedenle oldum olası, her halının kokusuna bayılırım.
Bizim kasabamız, orman kenarında, küçük bir yerleşim birimi, orman ürünleri, kerestesi ve kereste atölyeleriyle ünlüdür. Yeni dilimlenmiş kerestenin öyle bir kokusu vardır ki, yanından ayrılamazsınız.
Kitap kokusunu da çok severim. Kağıdın ve mürekkebin kokusu insanı nasıl da kendine çeker. Matbaa mürekkebi, insanı mest eden mürekkep kokusu bir başka güzel. Sanki uyuşturucu gibi, bağımlılık yapan bir koku. Yeni, henüz açılmadık bir kitap, tıpkı fırından yeni çıkmış çıtır simitler gibi kokar insana. Bu nedenle yayın evlerini, kitapçıları, matbaaları çok severim ben. Yeni çıkacak kitabın son halini görmek için, cildinin kurumasını, beklemeye bir gün bile sabrımız yoktur. Kitap kapağı eğri büğrü olmuş, kimin umurunda.
Güzel kokular içinde, temiz insan kokusunun da ayrı bir yeri vardır. İster çocuk, ister yetişkin, ister kadın, ister erkek olsun, bir şey fark etmez.
Özellikle hekimler, bakımlı ve temiz olmalı, ter kokmamalı, her sabah duş almalı, sıcak günlerde gerekiyorsa akşamları bile, hatta imkan varsa ameliyatlardan sonra bile. Sonrasında, ister deodorant ve parfüm sürün, ister limon kolonyası, gerisi keyfinize kalmış.
Saygılarımla.