Victor Hugo’nun eşsiz eseri Notre Dame’ın Kamburu’nda, manastırın Monsenyörü’nü Fransa Kralının yeni bakanı manastırda ziyaret eder ve orada kullanımdan sonra el konulan matbaa makinasının başında bir konuşma geçer. Konuşmanın sonunda bakan “matbaanın bir kolaylık” olduğunu belirtince Monsenyör, “kolaylık bir tuzaktır” şeklinde cevap verir.
Matbaaya direnmek elbette bugünden de anlaşılacağı üzere tasvip edilecek bir tutum değildir. Ancak Monsenyör’ün “kolaylık bir tuzaktır” sözünü de özellikle emeğe, üretime, köşe dönmeciliğe bir itiraz sadedinde hikmetli bir söz kabul etmek gerekir. Bu arada Hz. Peygamber’e (SAV) atfen söylenen “kolaylaştırınız, zorlaştırmayın” sözünü de zikrettiğimiz negatif nitelikleri meşrulaştıran; dolayısıyla emeğe ve çalışmaya yabancılaştıran bir içerikle kavramamak icap eder.
Bu makalenin temel tezi; maalesef giderek toplumda üretim, emek, sabır, yatırım vb. kavramlara yabancılaşma ile hayatın her alanında kısa yoldan köşe dönme ve kumar mentalitesinin yaygınlaştığı şeklindedir. Bu her şeyden önce toplumun üretime yönelik temel değersel zeminini çökertmektir.
Meselâ toplum eğitimi nasıl algılamaktadır? Toplumda sınıflar arası hareketliliği imkan dahiline sokan en önemli araç eğitimdir ve çoğunlukla da bu boyutu önemsenmektedir. Böyle olunca, aileden başlayarak okul, çevre ve tüm hayatı kapsayan eğitim süreci diploma ile eşitlenerek pragmatik hale getirilmektedir. Söz gelimi; ailenin eğitim içindeki rolü her türlü takdirlerin ötesinde olduğu halde, eğitim neredeyse tamamen okula havale edilmiş durumdadır. Neticede eğitimin toplumun kaliteli hale getirilmesindeki tümel işlevi atlanmakta; büyük oranda okula havale edilen eğitim neticesinde anahtar teslim çocuk istenmektedir. Eğitim konusundaki bu açıklık toplumda kitap okuma, teoriler üretme, ilmi müktesebat ve bilimsel tartışmalar çerçevesinde kendisini göstermektedir.
Yine zayıflamak için kimi diyet uygulamaları ile yatırım yapmak için değil kolay yoldan para elde etmek üzere finans sektöründeki faaliyetler de benzer bir mantaliteden beslenmektedir. Kişi doktorların tavsiye ettiği ve daha çok uzun süreli beslenme rejimleri çerçevesindeki önerilerini dikkate almak istememekte; daha kısa yoldan bazı uygulamalarla zayıflamak istemektedir.
Öncelikle kolaycılık bir zihniyet sorunu olarak analiz edilmelidir. Kolaycılık bir yandan süreç içerisinde öğrenilen ve içselleştirilen diğer yandan insanın kendisini rahatlıkla bırakılabileceği bir hareket tarzıdır. İkincisinden başlarsak, nihayetinde insan kendisine hiçbir zorluk bulaşmasını istemez; her şeyin çok kolaylıkla hallolmasını talep eder. Fakat esasen kolaycılık bir toplumsal refleks haline gelmişse, bu durumda giderek genele sirayet eden kolaycılık öğrenilen ve içselleştirilen bir hareket hatta yaşam tarzı haline gelmektedir.
Aslında bunun eğitsel ve sosyolojik sebeplerine bakmak lazımdır. Öncelikle eğitimin içeriği tüketim üzerine odaklanmaktadır. Eğitim sürecinde küresel ölçekteki temel hedef olan emtianın tüketilmesi içselleştirilmektedir. Çünkü tüketim bir ekonomi politik olarak insanın kimliklendirilmesi ve statü kazanmasında belirleyicidir. Fakat esas tüketimin işlevi, kişiye enformasyondan eğitimin tüm araçlarına kadar her şeyi “istihlak edici” bir mantaliteyi yüklemesidir. Açıkçası aileler de bu tüketim mantığını çocukları korumak adına beslemektedirler. Dikkat edilirse, “yükümlülük” kavramı bir türlü öne çıkamamaktadır. Halbuki eğitsel sürecin kişiye vermesi gereken temel mantalite; insanın bu evrende işgal ettiği konum ve sorumluluklar olmalıdır. Fakat bu verilememekte daha çok öğrencilerin mahrumiyetlerini gidermek adına her şeyi kolay yoldan öğrencilerin önüne götüren velilerin sayısının arttığı görülmektedir.
Eğitsel süreç şayet insana “bir şeyi elde etmek için çok emek vermesi gerektiği” ana tezini verirse, toplumsal ilişkiler ağı da buna göre şekillenecektir. Çocukların kolay yoldan sınıf geçmeleri, sloganlarla her şeyin halledileceğine inanmaları, eleştirel düşünceden uzaklaşma, emeğin değersizleşmesi ve buna yönelik toplumda çoğalan negatif örnekler kolaycı hareket tarzlarını desteklemektedir.
Toplumsal hayatta ise bir yerlere yaslanarak kolaycı kazanç elde etmek bir kere yaygınlaşmaya başladığında, “çalışarak bir yere gelmek” tedavülden kalkmaktadır. Söz gelimi; bir bilim adamı olabilmek için ömür boyu hiç nefes almadan çalışmak gerekir. Sürekli okumak, araştırma yapmak, kitaplar yazmak, öğrencilere sorunları doğru anlatmak bilim adamının hiç bitmeyen faaliyetleri olmak durumundadır. Hamasete bulaşmadan, “yeter artık” noktası belirlemeden, hayatını çalışmalarına adayan insanlara ihtiyaç vardır.
Toplumda “bu kez olacak” zihniyetiyle her seferinde kolaycılığın rahatlıkla yer ve konum bulması sebebiyle maalesef yaşanan handikaplar kronik hale gelmekte; şikayetler temelli sorunlar olmaya devam etmektedir.