20-24 Kasım 2014 tarihleri arasında Antalya’da 14. Ulusal Jinekolojik Onkoloji Kongresi’ni gerçekleştirdik. Eh serde gazetecilik de var, oturayım da meslektaşlarımı bu konuda bilgilendireyim dedim.
Dünya jinekolojik onkoloji kongrelerinde olduğu gibi, bizim ulusal kongremizde de, endüstri desteği maalesef çok azalmış durumda. Kullanılan ilaçlar mı azaldı, hayır. Tedavi yöntemleri mi azaldı, hayır. Kanser hastaları mı azaldı, hayır. Hatta daha da arttı. Büyük ilaç firmalarından hiçbiri ortalıklarda yok. Kemoterapi firmaları nasılsa ilaçlarımız kullanılıyor, diyerek çareyi kaçmakta bulmuşlar.
Laparoskopik cerrahi firmalarından en büyük ikisi, alet standlarını açmışlar. Yeni uygulamalarını gösteriyorlar.
Bir firma yetkilileri, serviks kanserinin erken tanısına yönelik geliştirilen iki sistem ile ilgili olan cihazlarını tanıtıyorlar. Bunun yanında da Vinci robotik cerrahi firması, robotlarını getirmiş, demonstrasyon ve tanıtımını yapıyorlar.
Jinekolojik onkolojide kemoterapiler, neredeyse tamamen, klasik kemoterapilere destek olacak olan, “hedefe yönelik tedaviler (targetedtherapy)”e kilitlenmiş durumda. Gelecek birkaç yıl içinde bu alanda yeni bir ilaç patlaması olacak gibi görünüyor. Şimdiden değişik ülkelerde başlatılan faz çalışmaları son sürat gidiyor.
Bu konuda çıkan ilk ilaçla ilgili olan firma, şimdilik ülkemizde, “endikasyon dışı tedaviler grubu”nda olan ve ilk tedavilerde de kullanılmasına onay verilen ilaçlarının adını vermeden tanıtımını yapıyor.
Hani televizyonlarda haber programları vardır ya, az sonra az sonra diye diye beklemekten bitap düşersiniz. İşte onun gibi bir şey.
Kongreye katılım, maalesef beklenilenin altında. Bunda Bakanlık hastaneleri ve özel hastanelerle ilgili izin alma zorlukları, sponsor firma bulmada yaşanan güçlükler, katılım ücretlerinin yüklü olması gibi mazeretler öne sürülebilir. Kongre zamanlaması da, hem iş hem tatil planlayanların aleyhine idi. Antalya kasımın son günlerinde oldukça serin olduğundan, havuz-deniz salonları bu kongrede hep boş kaldı. Bu nedenle kongreye gelenler, daha çok bilimsel salonları tercih etmek durumunda kaldılar. Zaten beklediğimiz de bu değil miydi?
Kongre öncesi kurslar, ana salon ve video oturumları, sözel sunumlar da dâhil olmak üzere, hemen her yerde, hemen her oturumda meslektaşlarımız bol bol film seyrettiler. Kendilerini Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gibi hissettiler. Orada burada hemen her yerde aynı görüntüler, sahneler aynı, artistler aynı.
Açık cerrahilerde, iyi bir kameraman bulan anında filmini de patlatmış. Robotik uygulamalarda, alet zaten kendisi kayıt yapıyor. Yeter ki sen düzgün pozları sağla. Laparoskopik cerrahide de geliştirilmiş kayıt cihazları size bu imkânı sağlıyor.
Hatta bazı arkadaşlarımız, açık cerrahilerde bile endoskopik kayıt yöntemlerini kullanarak film çekmişler. Gerçekten de, hepsi son derece profesyonel görüntülerdi.
Eskiden bir fotoğraf, bir film gösterilmek istenildiğinde bize, “Oğlum sen bu ameliyattan şimdiye kadar kaç tane yaptın?” diye sorarlar, “Sen bu slaytları ya da filmi kahve molasında standlarda gösteriver.” derlerdi. Şimdilerde soran eden yok gibi. Çok vaka yapan kursta, az vaka, hatta bir vaka yapan ana salonda kendine yer bulabildi.
Kongrede konuşma yapabilmek, oturum başkanı olabilmek bazıları için çok kolay, bazıları için her nedense pek zordu. Neredeyse yirmi beş yıldır jinekolojik onkoloji ile uğraşırım. Ben bile kendime, kongreye üç gün kala yer bulabildim.
Ne diyelim, “Kongre dediğin, tek dişi kalmış canavar.”