Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da yapılan bir kongrenin onursal başkanı ve ana konuşmacısı, ilk tüp bebek Louise Brown’ı 1978 senesinde dünyaya getiren iki bilim adamından biri olan Prof. Robert Edwards’dı. “Science and Ethics of Assisted Human Reproduction” başlıklı konferansın ilki geçen sene İngiltere’de yapılmış ve ikincisinin İtalya Roma’da yapılması planlanmıştı. Ancak, bu yıl içerisinde İtalyan hükümetinin, Vatikan’ın baskısı ve referandumdan çıkan sonuç nedeniyle tüp bebek uygulamalarına önemli kısıtlamalar getirince, kongrenin fikir babası ve onursal başkanı olan Prof. Edwards kongrenin Türkiye’de yapılmasına karar vermiş.
Benim bu yazıdaki amacım kongreyi anlatmak değil. Muhtemelen Medimagazin’in bir başka bölümünde bu konferans haber olarak yer alacaktır. Benim bu yazıda anlatacağım, ilk defa ağırlıklı olarak klinisyenlerin katıldığı bir toplantıdaki gözlemlerim. Konferansın adından da anlaşılacağı üzere toplantıda yardımcı üreme tekniklerinin bilimsel ve etik yönlerini tartışmak üzere çoğu yurt dışından olmak üzere birçok değerli bilim adamı konuşmacı olarak davet edilmişti. Büyük emek ve para harcanan kongre 2 gün boyunca son derece başarılı olarak devam etti.
Söyledim ya, ilk defa klinisyenlerin çoğunlukta olduğu bir toplantıya katıldım. Toplantının organizatörleri, başlangıçta kayıt sayısını 250’de durdurmayı düşündüklerini fakat aşırı talep üzerine 470 kayıt yaptıklarını ve bunların büyük bir kısmının ülkemizden kadın-doğum uzmanları olduğunu söyleyince çok şaşırmış ve sevinmiştim. Şaşırmıştım çünkü bu kadar kadın-doğum uzmanı işini gücünü bırakıp, mesleki uygulamalarının etik yönüne ilişkin bir toplantıya gelmekteydi. Biz, deontoloji ve tıp tarihi alanında çalışanlar için oldukça yüksek olan kongre kayıt ücreti, otel ve uçak paralarının kendileri tarafından değil ilaç firmaları tarafından karşılanacağını tahmin etmek çok zor değildi. Ama yine de, klinisyenlerin etik uzmanları, felsefeciler, hukukçular ve ilahiyatçıların çoğunlukta olduğu bir konuşmacı kitlesini dinlemeye gelmesi, gelecek adına son derece ümit vericiydi.
Toplantı başladığında salon tıklım-tıklım doluydu. Büyük mutluluk ve “sevinç gözyaşları” içinde açılışı izledik. “Bize bugünleri gösterene şükürler olsun”, “İşte beklenen ve özlenen günler geldi. Artık klinisyenler de sosyal bilimciler, ahlak felsefeciler ve ilahiyatçıları dinleyecekler”, “Hem de bunlar kadın-doğum uzmanları. En fazla etik dışı davrandığı iddia edilen zümre.”
Tabii her güzel şey gibi açılış oturumunun da sonu geldi. Toplu olarak çay-kahve içip, kuru pasta yemeye çıktık. Çıkış o çıkış… Değerli kadın-doğum uzmanlarımızın yüzde 90’ınını bundan sonra ara ki bulasın. İkinci oturum da 150’ye inen sayı, şu an bu yazıyı yazdığım son oturumda 40’a yaklaştı. Ve bu rakamların çoğunu her zaman yabancı konuklar, sosyal bilimciler ve kongre düzenleyicisi kurumun elemanları oluşturuyordu. Hakkı teslim adına şunu hemen belirteyim, toplantıya ara sıra uğradılar. Sayımız öğle yemekleri ve açılış resepsiyonunda 300’e yaklaşıyordu. Bunda ne var demeyin. Bizim kongrelerde böylesi fazla görülmez. Bilmem parası kendi ceplerinden çıktığından mıdır, kongreye gelen “paşa-paşa” toplantıyı takip eder. Bizde de açılışta selam verip bir de katılım sertifikası dağıtımında gördüklerimiz vardır. Onlar bu kongreye de geldi ve aynısını yaptılar. Ama bunun sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Üzüldüm, kızdım, kınadım. Sevgili baylar ve bayanlar. Bu toplantıya her birinizin katılma bedelinin en az 2000 YTL’ye mal olduğunun farkında mısınız? Bu para sizin cebinizden çıkmıyor diye, bu kadar sorumsuz davranmaya hakkınız var mı? Madem dinlemeyecektiniz, madem bu kongre ilginizi çekmiyordu, neden bu kadar parayı çöpe attırdınız? Bir etik kongresi dinlemeyi istememeniz, kabul edilebilir değilse de, anlaşılabilir. Mesleğinizin etik yönüne ilişkin bir şey öğrenmek istemiyor olabilirsiniz. Bunları biliyor, ya da bunlara ihtiyaç duymuyor olabilirsiniz, bunu da anlarız. Ama, hepimize anne-babalarımız “tabağına yiyeceğinden fazla yemek koyma, dökülür israf olur”, “işin bitince çeşmeyi kapat, ışığı söndür, israf yapma” diye öğretmedi mi? Ne zaman unuttuk ana-babalarımızın sözlerini? Yoksa ana-babalarımızın güzel öğütlerini bırakıp, “devletin malı deniz yemeyen…” yalanına mı inandık? Evet bu kongrede heba olan paralar, silsile şeklinde ilaç fiyatlarına, oradan da devletin bütçesine ve tüyü bitmemiş yetimin hakkına kadar ilişiyor. Kendimizi kandırmayalım. Kongrelere ilaç firmalarının desteği ile gidip onlara gebe kalmak yeteri kadar onur kırıcıydı, bir de katıldığımız kongreyi takip etmemek gibi bir ayıbı işlemeyelim. Sözlerim tabii ki bu toplantıdakilere veya kadın-doğumculara değil. Bunu yapan tüm meslektaşlara.
Dünyada ilk tüp bebeği dünyaya getiren, bugün 80 yaşını geçmiş Robert Edwards bütün toplantıyı baştan sona en ön sırada izledi. “Hey mübarek adam, yaşın gelmiş 80’e, senin uykunda mı gelmez? Hadi uykun gelmez, prostatında mı sıkıştırmaz, gözünü kırpmadan oturduğun yerde kongreyi takip edersin?” “Muhtemelen burada anlatılanlara en fazla senin ihtiyacın var. Tüp bebek uygulamasındaki en son tekniklerden de bunların etik yönlerinden de en çok sen haberdar olmalısın. Yoksa taa İngiltere’den gelip güzelim İstanbul’u gezmektense, ‘saksı’ gibi kongre boyu en ön sırada oturur muydun?”
“Pardon duyamadım, ‘Tüp Bebeğin Babası’ olmanın yolu buradan mı geçiyor dediniz?”