Çoktandır kafama takılıp duruyor. İnsanlar neden durup dururken, sebepsiz yere kavga ederler? Hep merak etmişimdir. Örneğin bir trafik kazası olur. Araçlarından çıkanlar, hemen levye, tornavida, tabanca, artık ellerine ne geçerse, karısındakine önce sözle, sonra fiilen saldırmaya başlarlar. Olan olmuştur bir kere. Senin kavgan bu saatten sonra neye yarayacak, neleri çözecek? İşte bunun cevabını bir verebilsek.
Karşılıklı birbirinize geçmiş olsun deyin, yaralı yerlerinize bakın, ambulans çağırın. Arkasından sakince, yapılması gereken trafik ve sigorta işlerini halledin. Açık oturumlarda, panellerde, birileri devamlı yüksek sesle konuşarak, olur olmaz araya girerek tartışmayı alevlendirir. Bilinçli olarak, diğerlerinin üzerinde bir hakimiyet kurmaya çalışır. Ortamın gerginliği, giderek bir süre sonra seyredenlere dahi bulaşır. Nabızlar yükselir, ter içinde kalırsınız.
Ben bu yazımda bu ve benzeri durumlara parmak basmak istiyorum. Kongrelerde bazı konuşmacılar, kendisine soru soranı aşağılayarak, yüksek sesle bağırarak saldırmaya çalışır. Hatta ayrılan zamanı geçirdiği için, kendisini nazikçe uyaran oturum başkanlarıyla bile tartışanları görmüşlüğünüz vardır. Yabancı konuşmacılardan yurt içi ve yurt dışı kongrelerde, ben şimdiye kadar olur olmaz sinirlenenine, sesini yükseltenine hiç rastlamadım. Yanıtlarını bilimsel olarak ve sadece literatürdeki bilgilere dayanarak vermeye çalışırlar. Hatta sorulan absürt sorularda bile, cevap verirken konuşmalarına “çok güzel bir soru” cümlesiyle başlarlar. Bilmediklerini açıkça “benim bu konuda bir bilgim yok” diye yanıtlarlar.
İşin doğrusu, bir konuşmacı eğer konusuna çok hakim değilse, ilgili literatürü gereğince araştırıp okumamışsa, konuyla ilgili bilgisi biraz eski ve kıt olduğundan bu açığını sesini yükselterek, sinirlenerek hatta bağırarak kapatmaya çalışır. Ekranlardan rahmetli İhsan Doğramacı hocanın konuşmalarını hatırlıyorum. Yanında bir bavul dolusu evrakla, dergi ve kitapla gelirdi. Kendisine sorulan her soruya, elindeki belgeyle, gazete, dergi, kitap, kanun metni, resim, şekil, haritayla sakin sakin cevap verirdi. Sözlerine “çok teşekkür ederim, ancak görüşlerinize katılmıyorum, sebebini şöyle izah edeyim” diye başlar, elindeki belgelerdeki önceden işaretlenmiş yerleri bulur ve onları konuştururdu.
Dünyamız, özellikle Orta Doğu barut fıçısına dönmüş durumda. Maalesef insanların söyleyecek bir şeyleri olmayınca, işi hemen kavgaya dökerler. Bas bıçağı, ver kuşunu. Bir toplumda kültür düzeyi ne kadar düşükse, olayları abartma ve kavga da o kadar çoktur. Kadın cinayetlerini hatırlayınız.
Bazen bu kavgalara, daima birileri çanak tutmaya çalışır. Bu, özellikle TV görüntülerinde çok aranılan bir durumdur. Ekrandaki sunucu, “falanca lider filancaya karşı çok sert cevaplar verdi” diye aslında biraz da kışkırtıcılık yapmıyor mu? Defalarca aynı görüntülerin gösterilmesi ve benzeri duyurularla olayları okuyucunun gündeminde tutmaya çalışırlar. Dedikodu programları yapanlar, medyatik sanatçılara aynı dalda bir başkası hakkında sorular yönelterek polemik çıkması için adeta çanak tutarlar. “O onu dedi, bu da böyle cevap verdi” diye polemiğin devamlı gündemde olmasını sağlarlar.
Devamlı TV ekranlarına çıkan, vatandaşın idol olarak gördüğü, seyreylediği sanatçı, sporcu, şarkıcı ve özellikle siyasi liderlerin, bu konuya daha duyarlı olmaları, ortamı daha da germemeleri, her sağduyulu vatandaşın beklentisidir. Psikologlar, başkalarıyla devamlı kavga edenleri “kendisiyle barışık olmayan, kendi iç dünyasıyla devamlı kavga edenler” olarak tanımlarlar.
Büyük düşünür Edebali, Osman Bey’e nasihatinde bakınız neler söylemiş: “Ey Oğul!.. Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül alma sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kem göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana.”
Eskiler, “insanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa” diye ne de güzel söylemişler. İki hayvan karşılaştığında, biri ya da ikisi birden kaçarlar ya da birbirlerine saldırırlar. Merdiven, asansör, sokak, metro ya da otobüste karşımızdakini düşman gibi görmemeliyiz. Yılışıp sohbete dalmak da gerekmez. Bir selam bile, çoğu kez yeterlidir arkadaşlar.
Büyük halk ozanı Yunus Emre bakın ne demiş:
Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.