Akademik kelimesi; Fransızca académie (bilimsel kuruluş, yüksek okul), İtalyanca academia (bilimsel kuruluş), Eski Yunanca Akademía ακαδεμία [(Eski Atina”da Eflatun”un (Platon, MÖ 429-347) bu semtte kurduğu felsefe okulunun adı)] kelimelerinden türetilmiştir. Kökenine baktığımda, en başta ‘kaybettik’ diyesim gelmiyor..! Çünki, kökeni ne olursa olsun, bu elbiseyi giyen ‘insan’.
İnsan, ‘nisyanıyla’ en evvel insanlığını kaybederse; başına hangi sıfatı getirirsen getir bir anlamı kalmıyor. Hani derler ya, ‘kişilik’ bozuk olursa, gerisi kocaman sıfır…! Kökeni ne olursa olsun; içini, aldığı kökenden doldurmaya odaklı bir eğitim projesi varsa, işte her şeyi kaybettiğimizin daniskasıdır. Akademisyenlerin eğitim kurumu üniversite/ler(üniversal), tüm insanlığa fayda sağlayacak eğitimin verildiği en üst kurumlardır ya da olmalıdır. Yani, üniversite hocaları ve dahi üniversite mezunları, herkesin, bana ve ülkeme zarar gelmez diyebileceği rol model insanlar olmalı. Öyle mi olmuş…!
Karanlık mahfillerin/ellerin organize ettiği içi boş ‘Cumhuriyet mitingleri’ni zorbalıkla yürüten, akademik camia değil miydi! Yürümeyenleri ‘fişleyen’ ve akabinde kurumdan atan ya da süren, akademinin başı ‘Proflar” değil miydi! Dahası, “…Gençlerimiz ve aydınlarımız ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvela kendi dimağlarında iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice sindirimi ve kabulü mümkün bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt II, s. 142…” diyen, Atatürk’ün istismarını ve ona bağlı silahlı kuvvetleri de, kendi insanına sopa olarak gösteren yine karanlık mahfillerce yönlendirilen akademisyenler değil miydi! Ülkemde çok sayıda darbeye alkış tutan, henüz acısı geçmemiş 15 Temmuz darbe girişiminde onca şehit ve gazi varken, ‘tiyatro diyerek’ sulandıran ve yazılar yazan anlı şanlı hocalar değil miydi…!
O günleri iç çekerek hatırlarım, rabbim bir daha getirmesin. Rektör odalarında, peşinen istifa dilekçeleri alınarak kadroya atanan, yüzlerce akademisyen tanırım… Bu şekilde değil de, kendi kriterlerine göre atanan yine yüzlerce akademisyenin bu ülkeyi sevme adına, militanlık ve jurnallikten başka ülkeme hiçbir faydası olmamıştır. Şartlı olarak kadrolara atanan gencecik dimağlar; ya ailesini geçindirmek için bunu kabul edecek yada atılacak ikilemi ortasında kalan, zamanla da bu zoraki durum neticesinde kişiliğini/omurgasını kaybeden yada kaybetmek zorunda kalan nice akademisyenler olmuştur. Bu durumu planlayarak bu hale getirenler, aynı zamanda FETÖ gibi her şeyini gizleyen, gölgesi ve rengi olmayan nice hain örgütlere malzeme temininin baş müsebbibleridir. Akademik atama kriterlerinde de halen idarecilere bırakılan; şartları sağladıkları halde kadroya atanması yine kişilere bırakılan çok sayıda kanun/yönetmelik ve yönergeler yürürlüktedir. Akademik erozyonun diğer önemli sebebi de bunlar gibi gözüküyor. Kişilere(yönetici/uygulayıcı) bağlı olmaksızın, şartları sağladığında atanabilme güvencesi, akademisyenlerin hizmet etme noktasında gayretini artıracak, endişelerini yok edecek, daha hür düşünecek ve çok sayıda bilimsel buluşlara(inovasyon) imza atacaktır.
En başta demiştik bu elbiseyi giyen, insan. Coğrafya insan/ların kaderi olduğu gibi, anne-babasını da seçemez. O zaman, dünyaya gönderildiğinde kendisini içinde bulduğu, vatanını, anne ve babasını kendinin ayrılmaz bir parçası gibi görmeli. Bu kader gerçeğini, hayat kaynağı ve ruhu gibi bilmelidir. Bu dünyada değilse de, doğru kaynaklardan beslenerek, ahirette hesap verme inancına sahip insanlar(başta eğitim camiası), hangi bozuk sistemde olursa olsun; isyanı nefsine olacak, vatanına yine bağlı kalacaktır. İşte ilim insanının bu yönüne, ‘irfan’ denir. Toplumda da ‘ilim-irfan’ sahibi akademisyenlerden asla hain çıkmaz. Aç kalsa da dağa kaçmaz, zulme uğrasa da zulmedene buğz eder, ülkesine ve devletine asla küsmez !.
İrfansız ilim alan kişi/ler dünyanın en kaliteli üniversitelerinde de okusa, dünyanın en azılı teröristleri ya da terör başı olduğu hepimizce malumdur. “…Çünkü bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden(hatırlayan) adamların idare ve inzibatı, on namazsız ve itikatsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl bilmeyen ve kısmen serseriliğe alışan adamlardan daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş… Düşmanlarımız, şüphe yoktur ki, onlar ya siyaseti dinsizliğe âlet etmek istiyorlar veya komünist(hiç bir kutsalı olmayan) perdesi altında bu mübarek vatanda, bilerek veya bilmeyerek anarşiliği yerleştirmek istiyorlar. Çünkü, bir Müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa, mürted ve anarşist olur, hayat-ı içtimaiyeye(topluma) zehir hükmüne geçer. Çünkü anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir.EL.544.”