Hekime gitmeye çekinmenin en büyük nedeninin kötü bir hastalığın tanısının konması olduğuna göre, toplumun da bu konularda geleneklerden arındırılması gerektiğini düşünmek gerekir. Hastalık bütün insanlar için aynı anlamda değildir. Bilindiği gibi hastalığın tanımı hem toplumdan topluma, hem de çağdan çağa değişmektedir. Bir kişiye ne zaman hasta denileceği ya da kişinin kendisini ne zaman ve hangi koşullarda hasta olarak algılayacağının genel bir ilkesi yoktur. Ancak bu farklılıklar ya da ayrımlar “sağlıklı olma durumunun” yitirilmesi sürecinin başlangıcına ilişkindir. Bir başka ifadeyle, örneğin bir trafik kazasında çok ağır yaralar almış bir kişi her zamanda ve her toplumda hasta muamelesi görür. Kişi kendisini hasta olarak algılar. Ancak başı ağrıyan birine hasta muamelesi yapılıp yapılmaması ya da kişinin kendisini hasta olarak algılayıp algılamaması, o toplumun hastalık kavramını nasıl tanımladığı ile ilgilidir. Çünkü basit bir rahatsızlık olarak görünen bir baş ağrısı uzun süre devam eder, hekime gitme zorunluluğu doğurur Yapılan analiz ve tanılar kötü bir hastalığın habercisi olursa o takdirde insan, toplumda hastalıklı ve özel bir kişi olarak algılanır.
Ancak bazı düşünürler ve sosyologlara göre (Herzlich, Cirhinlioğlu vb.), hastalık bekli bir yaşam şeklinin özellikle kentsel yaşamın bir ürünü olarak anlaşılmaktadır. Yani hastalık, mikropların yaptığı veya kaza sonucunda ortaya çıkan bir durum veya kanser gibi bir hastalık ya da zihinsel bir rahatsızlıktır. Hastalık, sıradan kişiler tarafından içsel bir olgu olarak da algılanır. Yani herhangi bir hastalığın olmaması, bir dengenin olması anlamına gelir. Nitekim sağlığın işlevsel tanımı, yalnızca dengeli bir durumu değil, kişilerin neşeli ve keyifli oldukları durumu da vurgular. Bilindiği gibi insanlar, hastalıklar arasında bir ayırım yapmakta ve normal hastalıklarla, kanser, kalp rahatsızlığı, tüberküloz vb. gibi hastalıkları birbirinden ayırarak değerlendirmektedirler. Bu verilere göre, sağlık: 1) Negatif olarak yani bir hastalığın olmaması durumu. 2) İşlevsel olarak günlük aktiviteleri uygulayabilme durumu. 3) Pozitif olarak, sağlıklı ve iyi bir durumda olma demektir.
Hastalıklar günlük hayatta insanların psikolojisini de etkiler. Burada bir insanın hekime gitmeye çekinmesi, elde edilecek sonuçların kötü bir hastalık tanısını vereceği ihtimali ve bunun kendisinde yaratacağı psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle olmaktadır. Ayrıca kişinin toplumda nasıl algılanacağı ve özel bir insan muamelesi görerek her şeyden uzaklaştırılacağı korkusu da onu hekime gitmekten alıkoyan en önemli faktör olarak karşımıza çıkar. Kişinin hastalanması psikolojik olarak bir çeşit başarısızlık olarak görülür. İnsanlar, hastalıklara normal hayatı kısıtlayan bir durum olarak bakmaktadırlar. İnsanların bir kısmı hasta oldukları halde bunu kabul etmeme eğilimine girerler ve toplumdaki mevcut statülerini korumaya çalışırlar. Çünkü bu insanlar değişik bir statüde bulunmaya tahammül edemezler. Onları hasta sınıfı içinde değerlendirmek, son derece üzüntü verici ve rahatsız bir durumdur. Ancak hastalık herkesin başına gelebilen bir durumdur. Bu durum kanser de olabilir. Ancak yalnızca bir hastalık olan kansere olduğundan fazla anlam yüklenildiğinde işler zorlaşmakta ve insan toplum içinde adeta izole edilmekte, bütün aktivitelerinden alıkonulmakta ve kendisine etrafındakiler tarafından özel ve ayrı bir insan muamelesi yapılmakta, ya da insan kendini böyle bir ruh durumu içine sokmaktadır. Eğer kanser hastasına, diğer bütün hastalıklarda olduğu gibi muamele edilirse ve sosyal yaşantısı ayrıcalıklı bir hâle getirilmezse, kişi hekime gitmekten o denli çekinmeyecektir. Çünkü kişinin hekime gitmemesinin en büyük nedenlerinden biri, bir kanser tanısında toplumda nasıl algılanacağıdır. Bütün bu hassas durumlara kişinin yakınlarının da dikkat etmesi gerekir. Ayrıca kötü hastalıkta ve bilhassa kanserde erken tanının önemli olduğu ve insanın sosyal yaşantısının değişmeyeceği ve toplumda normal bir hasta muamelesi göreceği bulguları, hekimler ve diğer tıp personeli tarafından halka konferanslar verilerek anlatılırsa, insandaki hekime gitme korkusu da azalır. Nitekim birçok kanser olgusunda geç tanı konmasının nedeni, hastanın hekime geç başvurmasıdır. İşte burada önemli bir etik sorun ortaya çıkmaktadır: Eğer insanlar bütün hekimlerin kendilerine empati ile yaklaşacaklarını ve hekime gitmede duydukları korkuyu anlayışla karşılayacaklarını bilselerdi doğaldır ki endişe ve çekingenlikleri ve en başta da kötü bir hastalık tanısı konulacağı korkusu en aza indirgenirdi. Bu bakımdan hekimlerin öğrencilikleri sırasındaki tıp etiği derslerinde ve daha sonra meslek yaşamlarında alacakları eğitimlerde, hastaya empatiyle yaklaşım, toplumda hekime karşı korku ve çekingenliğin gitmesi konularının mutlaka işlenmesi gerekir. –Devam edecek-