Koronavirüs salgını bir kasırga gibi geçti yer küreden; acı kayıplar, dullar, öksüzler, yetimler ve yaralı gönüller bırakarak… Ve düşünenler için çokça ders bıraktı kanaatimce. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana tüm dünyanın yüzleşmek zorunda kaldığı en büyük afetlerden birisi kabul ediliyor bu salgın. Fakat vicdanımızın sesine kulak versek bu salgın sırasında ve öncesinde çok daha ciddi sorunların olduğunu görürdük dünyamızda.
Korona yüzünden tüm dünyada ölenlerin sayısı iki buçuk milyonu geçti. Bu elbette küçümsenmeyecek bir rakam. Fakat sadece Suriye’de bir milyondan fazla insan öldü ama dünya bunu umursamadı. Ve Afrika’da her yıl bir milyondan fazla insan açlıktan ölüyor. Açlık ve susuzluktan ölen bebeği karşısında çaresiz bir annenin ruh halini düşünebiliyor musunuz?
El elin kayıp eşeğini ıslık çalarak ararmış. Tüm bu yaşananlar karşısında sözüm ona Modern Dünya yıllardır sessiz kaldı. Göstermelik yardımlar yaparken tüm bu insanların mağduriyetini daha da arttıracak adımlar atmaktan, savaşları körüklemekten geri durmadı güçlü ülkeler. Ama şimdi işler değişti. Korona virüs dediğimiz minik canavar zengin fakir gözetmeden, güçlü zayıf ayırımı yapmadan herkesi tehdit edince tüm dünya telaşlandı ve işi ciddiye almaya başladı. Umarım yaşadıklarımız empati yeteneğimizi kullanmak için minik bir katkı sunar bize.
Japonya yakınlarında karantinada tutulan ultra lüks yolcu gemisini unutmadık. Hayallerindeki tatili gerçekleştirmek üzere bindikleri bu gemide kalmaktan sıkılan bir yandan da aslında korona nedeniyle endişe yaşayan insanların çoğu depresyona girmiş. Eminim tam da o günlerde göçmenlerin yaşadığı trajediyi gözlerinde daha iyi canlandırabilmişlerdir.
Yıllardır bombalardan kurtulmak için şişme botlarla başka ülkelere kaçmaya uğraşıyor göçmenler. Çoluk çocuk demeden doluştukları botlar patlayınca soğuk ve karanlık sularda hayatta kalma mücadelesi veren bu insanların dramını görmezden geliyor insanlık. Lüks bir gemide mahsur kalmak daha kötü olmasa gerek.
Uygar diye yutturulan dünyanın maskesi düştü şu salgın döneminde. “Medeni Dünya” deyince aklımıza gelen Avrupa, göründüğü kadar medeni, eğitimli ve tedbirli değilmiş aslında. İnsanların can derdine düştüğü salgın günlerinde tedavi için hatta ölenlerin defin işlemleri için bile para ister hale geldiler. Sağlık sistemini böyle bir felaket için hazırlamayan güçlü devletler yaşlılarını gözden çıkararak asırlar öncesi ilkel toplumlardan daha ilkel bir tutum sergilediler.
“Sahip olduklarının kıymetini bil.” Çokça söylendiği için artık klişe olmuştur bu tavsiye. Ama tam da şu günlerde bir başka anlam kazanıyor.
“Akşam çaya bekleriz,” davetinin özlemini duyuyoruz. Zira bu çayın yanında leziz börekler, taze çerezler, nefis bir kahve ve her şeyden önemlisi sıcak sohbetler vardır. Bir parkın kenarındaki bankta oturmak ve neşeyle koşuşturan çocukları seyretmek ne güzelmiş meğer! Ömrümüz boyunca bu özgürlüğün elimizden hiç alınmayacağını sanmışız.
Hayattaki en önemli şeylerden birisinin okumak, diğerinin de yürümek olduğunu söyleyenlere gönülden katılırım. Maske takmadan, ceza yeme endişesi taşımadan şöyle özgürce, doya doya yürümeyi özledik. Fakat okumak için harika bir fırsatımız var. Çocuklarımızı, bazen de kendimizi eğlendirmek için doğada özgürce dolaşan hayvanları evlere, kafeslere, akvaryumlara hapsettik. Tok açın halinden anlamazmış. Özgürlüğü kısıtlanan bu hayvanların neler hissettiğini sanırım şimdi daha iyi anlıyoruz.
Bir şeyi daha fark ettik aslında bu salgın vesilesiyle. Yalnız insanlar…
Çoluk çocuğu olmayan, yalnız yaşayan ne çok insan varmış meğer. Ve evimize gittiğimizde oturup sohbet edeceğimiz bir insan varsa bunun ne büyük bir güzellik olduğunu fark ettik böylece. Elimizdekilerin kıymetini bilmek için bu tür felaketleri beklemek şart değildir. Örneğin sağlıklı olmanın, yürüyebilmenin, konuşabilmenin ve dostlarımızın hayatımızı zenginleştiren hazineler olduğunu şimdi fark edelim, yitirmeden, geç kalmadan…
Elektron mikroskobu keşfedilmese korona virüsten haberimiz bile olmayacaktı. Ama dünyayı dize getiren şu minik canavarın varlığını inkâr etmek mümkün değil. “Gözümün görmediği hiçbir şeye inanmam” diyenlerin bundan çıkarması gereken dersler olduğunu düşünüyorum.
Gözümüzle görmesek de etkileri nedeniyle varlığını kabul ettiğimiz o kadar çok şey var ki. Radyasyon, hava, enerji, düşünce, duygu, sevgi… Ve en önemlisi de gözümüzü açtığımızda gördüğümüz sonsuz evren, muhteşem düzen, aklımızın sınırlarını zorlayan harikalıklar bize tüm bunların bir yaratıcısı, bir denetleyicisi olduğunu hatırlatır, biz onu görmesek de.
Unutkandır insanoğlu. Bu yaşadıklarımızı da unuturuz muhtemelen. Ama ben umudumu yitirmek istemiyorum. Şu salgının verdiği dersleri aklımızdan çıkarmadan yeni hayatımızı daha duyarlı, daha huzurlu ve daha kaliteli sürdürmek dileklerimle…
2 yorum
Cok güzel kardesim.eline gönlüne sağlık. Gerçekten okumaya değer. Kitap dolusu dersler mevcut bu yazıda. Rabbim sağlık huzur ve mutluluk dolu uzun yıllar vererek hem kaleminle hem kalbinle hemde tıp ilminle yaşamayı nasip eylesin….
Teşekkürler