İnsanlar kötü sonuç vereceklerini tahmin ettikleri her şeyden yüzyıllarca ürkmüşler ve bunun sonucu olarak da öğrenmek istememişlerdir. İnsan, doğası gereği rahat yaşamak ve tedirgin olmamak ve yaşamın her safhasında kötü olan her sonucu biraz daha geç öğrenmek ve böylece biraz daha mutlu olmak ister. Tehlikeli hastalık sonuçları için de aynı şey geçerlidir.Ama hastalık beklemeye gelmez. Çünkü tedavideki gecikmeler insanın hayatına zarar verir. Bu bakımdan bugün modern tıpta gerçeği uygun yolla hastaya söylemek hekimlere daha mantıklı gelmektedir. Çünkü saklamanın nereye ve ne zamana kadar yararı olabilir?
Kötü tanı konulan hastaların hekimle ilişkileri ayrı bir özellik gösterir. Çok eski dönemlerden beri bir hastaya durumunun kötü olduğunu söylemek, umutlarını kaybedeceği düşüncesiyle sakıncalı kabul edilirdi. Ancak hasta, ailesiyle ilgili kararlar almak isteyebilir. Yine hastayı bilgisiz bırakmamak gerekir. Hastaya tanı, tedavi tipleri, her tedavi tipinin yararları ve riskleri hakkında bilgi verilmelidir. Ancak burada bir zorluk vardır. Hastalığın tanısı karışık olabilir ve hasta anlamada zorluk çekebilir. Bu bakımdan kötü tanılı bir hastalığı olan hastaya onun anlayacağı bir dille, umut vererek, onunla ve ailesiyle iş birliği yapılacağı bildirilerek durum anlatılır. Hastaya kesinlikle iyileşmesi için bütün çabaların yapılacağı anlatılarak depresyon, şüphe ve kaygıları giderilir. Eğer hasta tanı hakkında bilgi almak istemiyorsa hastalığı hakkında herhangi birşey söylenmeyebilir. Ancak bazı hastalar hastalığın kötü tanısını kabul etmek istemezler. Önce bir kızgınlık duyarlar, sonra korkuya kapılırlar ve depresyona girerler. Daha sonra olayın pazarlığını yapmaya başlarlar, sonuçta kendilerini suçlu görürler ve olayı kabul ederler. Burada hastayla etkin iletişim kurmak ve onun duygularını anlayarak ona yardımcı olmak, onun hastalığıyla birlikte yaşamasını ve onu yenmek için uğraş vermesini sağlar. Bilindiği gibi onulmaz hastalığı olanlar geleceğe umutla bakmak isterler. Bunun için de istedikleri bazı beklentiler vardır: a) Etkili tedavi, b) Hastalığı yenme ya da yavaş ilerlemesini sağlama, c) Ağrıların azalması ve onları kontrol edebilme, d) Aldığı ilaçlara bağımlı olmama, e) Eğer hastalık ilerlerse ona bakan hekim ve yakınlarının devamlı yanında olmaları. Bilindiği gibi iyimser görüşler ve umut, hastalık semptomlarının iyileşmesine olumlu etki yapar.
Bazı hekimler tanının hastaya söylenmemesinin, yalnızca aileye bilgi verilmesinin uygun olacağını savunurlar. Tanının hastaya söylenip söylenmemesinden çok, kötü haberin hasta ile nasıl paylaşılabileceği üzerinde durulmalıdır. Genelde insanlar yaşamlarının bir gün sonlanacağı gerçeğini pek düşünmek istemezler ya da ara sıra bunu isteksizce akıllarından geçirirler. Kişiye kanser olduğunun söylenmesi bile o zamana kadar üzerinde durulmayan ölüm gerçeğini su yüzüne çıkarır. Bazı insanlar ölüm sonrası farklı bir yaşamın devam ettiğine inansalar da, ölümün bilinmeyenlerle dolu olması her insanda değişik derecelerde korku yaratır.
Ölümcül hastalık tanısı konulan hastaya, tanısının söylenip söylenmemesi gerektiğine ilişkin tartışmalar sürmektedir. Tanının hastaya söylenmesini gaddarlık olarak gören sağlık elemanı sayısı az değildir. Hiçbir hastaya hastalığının öldürücü olduğu açıkça söylenmemeli ve umut vermelidir. Tanı konulmasından sonra hasta, durumuna ilişkin bilgi alma gereksinimi içindedir ve bunu sözlü ya da sözsüz davranışları ile ortaya koyar. Tanı kesinleştikten sonra hastaya hastalığının ciddi olduğu söylenmeli, ancak beraberinde tedavi uygulamaları hakkında bilgi verilerek ümidi pekiştirilmelidir. Çünkü hastanın ölünceye kadar geçen zamanda ümide gereksinimi olacaktır. Bu tip bir açıklamadan sonra hasta başka sorular soruncaya kadar beklenmesi gerekir. Hasta çok özel sorular sorarsa ve durumunu öğrendiğinde üstesinden gelecek güce sahip görünüyorsa, samimi ve dürüst yanıtlar verilmelidir. Bu konuda işin özü budur ve hastaya hiçbir zaman hayat süresi hakkında zaman ve rakam verilmemeli ve daima ümit dolu bir ortam içinde bulundurulmalıdır.