İnsanlık ve yaşam olarak, “Kuantum” kapısına kolay gelinmemiştir. Yaklaşık 400 yıl Newton, Descartes, Bacon, Leipniz, Galilei, Spinoza ve Pascal’ın açtığı yol, ağırlıklı olarak hayatı 1900’lü yılların başlarına kadar taşımıştı. Bu tarihten itibaren gelinen nokta, yeni bir düşünce, yeni bir kuram “Kuantum Fiziği”nin doğuşuna sebep olmuş, bilgisayarların hayata dahil olması, DNA’nın keşfi, nanoteknoloji, yapay zeka ve robotlar, bu uğurda çok yol kat etmemize vesile olmuştur.
İngiliz Alan Turing(1912-1954) ve Amerika Birleşik Devletlerinden Claude Shannon(1916-2001) isimli iki dahi, sadece bize bilgisayarları ve günümüzün baş döndürücü iletişim alt yapısını hediye etmekle kalmadı, yeni bir bilgi çağına adım atmamıza, ağırlığı, kütlesi ve hacmi olmayan “Bilgi Bilimi”nin oluşturduğu bilgi ağları ile diğer bilimlere ortak bir bakış açısı kazanmamıza ve kuantum kuramı/fiziği yoluyla, her şeyinin “bilgi ağı”ndan müteşekkil olduğu fikrine, cihanın kuantolojik kapılarının zorlanmasına ve bilahare “Kuantik Çağ”ın açılmasına da vesile olmuştur. Ancak bu iki bilim adamının da esas ışığı, aydınlanma çağının başladığı 17. Yüzyıldan, mirasçısı oldukları ve hemen her sahada dünyayı aydınlatana “Polimat” insan, Macar asıllı Alman, “Çağının her şeyi bilen Adamı”, Gottfried W. Leibniz’den(1646-1716) aldığını unutmamak gerekir.
Nitekim, bilgisayar mühendisliğinin ve yapay zekanın da temelini atan, “zihinden yapabildiğimiz hesabı neden makineler yapamasın?”dan haraketle, aynı anda dört işlemi birden yapabilen hesap makinesinin mucidi Leibniz, münevver ve hatta hezarfen diyebileceğimiz entellektüel seviyede, matematikten ilahiyata, kimyadan tıbba, edebiyattan felsefeye, hemen alanda söz sahibi, “Düşünen Makine” hedefini belirleyen ve bu yolu işaret eden bir bilim adamıydı. Tarih boyunca, bütün bunlar ve diğer bilim insanları sayesinde, hayat medeniyetin(!) keyfini sürmektedir!
Alan Turing ve elektrik devrelerinin “açık” ve “kapalı” kavramlarını, 0 ve 1 rakamları ile “bilgi girdisi ve çıktısı” ifadesinde kullanmak suretiyle, “20. yüzyılın en önemli yüksek lisan tezi”ni hazırladığından şüphe edilmeyen Claude Shannon, New York’da, Antonio Moucci’den “telefon fikri”ni aşırdığı söylenen Alexander Graham Bell’in(1847-1922) AT&T adlı telefon şirketinin 1925 de araştırma merkezi olarak kurduğu ve her daim fabrika gibi fikir üreten, ve bir çok bilim adamına Nobel Ödülü kazandıran(Jhon Bardeen, Walter Houser Brattain ve William B. Shockley) Bell Laboratualarında, birlikte çalıştılar. Shannon, elektrik devrelerinde sadece enerjinin değil, bilginin de iletildiğini fark etmişti. Beynin, bilincin, insanın da bir makine olduğunu düşündüler, tartıştılar, aynı minval üzere oldukları gözden kaçmamıştı. Uzun müzakereler ve kuramlar oluşturdular. Böylece, evrensel elektronik bilgisayarların yapımına konsantre olan Turing ve daha çok şifre matematiği ile meşgul olan Shannon, anolog bilgisayarları tarihe gömecek, “0 ve 1” ile çalışan ve insan beyninin (kötü bir) taklidi olacağını ileri sürdükleri dijital bilgisayarları insanlığa ve hayata armağan ediyorlardı. Cloude Shannon, aynı zamanda bilgiyi ölçülebilir bir nicelik hale getiren kişiydi de… Her ne kadar “Binary Digit”(İkili Rakam, 0 ve 1)den “BİT” adını türeten, aynı laboratuarda beraber çalıştığı arkadaşı Jhon Tukey osa da, ses ve görüntü dahil, her türlü bilginin en verimli ve en güvenli bir şekilde, en kısa yol ve mesajla nasıl gönderilebileceği ve depolanarak muhafaza edilebileceği hususundaki ana fikir, şüphesiz takdire şayan Shannon’a aitti. Bütün bu gelişmelerde, “Algoritmik Bilgi Kuramı”nın mucidleri, Arjantin asıllı ABD’den Gregory Chaitin ve Rus matematikçi Andrey Kolmogorov’un katkılarını da unutmamak gerekir.
Bu noktadan hareketle, “Evrende hiçbir şeyin kaybolmayacağı, yok edilemeyeceği ve hiçbir bilginin tamamen silinemeyeceği” fikri, Bilgi Ağının yanında, Kuantum Çağının da kapısını aralıyordu.
Ord. Prof. Dr. Cahit Arf’ın 1958 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesinde verdiği konferansta ve 1959 tarihli makalesinde (Ord. Prof. Dr. Cahit Arf; Makine Düşünebilir mi ve Nasıl Düşünebilir? Atatürk Üniversitesi Konferanslar Serisi, No;1, Erzurum, 1959), makinelerin düşünebileceğini ve programlanabileceğini ifade etmişti. Zira, devrimsel nitelikli ilmi çalışma ve buluşlar, gökten zembille inmemiş, daha önceki ilim adamlarının, bilim insanlarının kurdukları ve ördükleri keşifler zincirine yeni halkalar ilave etmek suretiyle, hayatın ve insanlığın hizmetine sunulmuştur. Bilim insanlarının hayat hikayelerini detaylı araştırdığımızda, Alemdeki bu ilmi müktesebatın kolay kazanılmadığını, nice badireler ve tehlikeler atlatılarak, hatta canlarını vermek suretiyle elde edildiğini çok daha iyi anlamış oluruz.
Vücudumuzda bir “bilgisayarlar kütüphanesi” olarak faaliyet gösteren DNA’nın keşfi, epigenetik, gen cerrahisi, “CRISPR Cas9” isimli gen düzenleme metodu ve bu sahalardaki gelişmeler, bilgi teknolojisi, kompitürler, programlamalar, dijital dünya, yapay zeka, syborg, humanoid, robot, transhumanizm, nanoteknoloji, kuantum fiziğı ve nanonörokuantolojik gelişmeler, birilerinin tek dinli, tek dilli, tek dijital tapınaklı, tek “Dünya Devleti” hayaline kapılmasına ve bu çerçevede plan ve programlar yapmalarına da sebep olmuştur! Hatta, “Neden zihnimi başka bir bilgisayara yükleyip, öldükten sonra da bu dünyadaki hayatıma devam etmeyeyim?” fikri de cabası…
Kuantum Kuramı/Fiziği ile, en büyük sırrın “Madde”de sırlandığını ve aslında maddenin de tamamen boşluktan, “Yokluk”tan müteşekkil bir yapı, bir frekanslar/dalgalar alemi olduğunu, kâinatın bir illüzyon okyanusu ve “gölgeler alemi”nden başka bir şey olmadığını fark ettik. Gerçi asırlar önce, İmam Rabbani, Cabir Bin Hayyan, İbrahim Nazzam ve hatta Muhyiddin Arabi de, bu meyanda fikirler serd etmişlerdi ya…
Hatta, fikirleri ile asırlar sonrasını bile aydınlatan Cabir bin Hayyan’ın “parçalanamayan parça yoktur, ancak en küçük cüz(atom!) parçalanınca çok büyük enerji acığa çıkar” fikrine, 1933 yılında bile bazı bilimcilerce karşı çıkılmış, ünlü nükleer fizikçi Rutherford’un “Atomları parçalayarak büyük miktarda enerji elde edebileceğini söylemek aptallıktır” sözü, bilim dünyasında şaşkınlık ve nükleer zincirleme reaksiyonlarının kaşifi, Rousevelt’in atom bombası yapımı ile sonuçlanan “Manhattan Projesi”ne başlamasını sağlayan, “Szilard motoru”nun mucidi, bilginin kuvvet ve enerji olduğunu fark eden, ve Eistein’in talebesi, Leo Szilard gibi bazı alimlerde de, çok büyük buluş ve icatlara yol açan bir öfke, bir hırs, bir azim, bir istikrar yaratmıştı.
Yine yeri gelmişken hatırlatmak isterim. Periyodik tabloda elementlerin atom çekirdeğindeki proton sayısına göre sıralanması gerektiğini keşfeden dahi(!) fizikçi Henry Moseley, 1915’de Çanakkale Savaşı’nda, 27 yaşında hayatını kaybetmişti. Çanakkale’de ne arıyordu acaba, Nobel ödülü alması beklenen bu Moseley!
Almanlara karşı, Amerikan-İngiliz ittifakının başarısında, Turing’in “Enigma”yı deşifre etmek suretiyle, çok büyük payı olduğunu da hatırlatmak gerekir. Turing’in 1954’de, İngiltere’de genç denebilecek yaşta(41), hayatının nasıl son bulduğu da, farklı (eşcinsellikle suçlu!) mülahazalarla anlatılmaktadır. Ancak 2019 yılında, suçlu bulunduğu fiil(!) yasadan çıkartılarak affedilmiş, İngiltere Başbakanı tarafından da özür dilenmiştir!
Bu arada, “Her şeyin bir algoritması mevcuttur, algoritmalar çözüldüğünde her şeyle irtibat kurup, haberleşebileceğiz!” düşüncesinin temelini oluşturan “ALGORİTMA” kavramının da, “Sıfır”ın mucidi, Türk Bilim Adamı, Matematikçi Ebu Abdullah Muhammed ibn Musa el Harizmi’nin(780-850) adının, batılılarca kötü telaffuzundan kaynaklandığından başka bir şey olmadığını da unutmama gerekir. Yine her algoritmanın, her adımda yapılması gereken işlemlerin bilgisini komutlandıran bir “Turing Makinesi” olarak da tarif edilebildiğini hatırlatmak isterim. Zira, algoritması olan her şey için bir Turing makinesi, diğer bir deyişle taklit işini yapmak üzere “Evrensel Turing Makinesi”, tasarlanabilir. İşte buna da, “Bilgisayar” diyoruz! Komutlar listesine, “program, uygulama”, ona “can!” veren “bilgi” bütününe “yazılım”, makineye de “donanım” ismini veriyoruz. Beynin donanım, aklın yazılım, zekanın da işletim sistemi olduğunu, daha önce yazdığım kitaplarda detaylı bir şekilde ifade etmiştim(Beyin Sizsiniz 1, 2, 3, İnsanlığın Geleceği, Aforizmalar 2. Girdap Kitap, İstanbul).
1894’te, “Fizik biliminin temel ilkelerinin çoğunun artık sağlam şekilde yerleştiği ve bundan sonra ilerleme arayanların esasen bu ilkelerin uygulamalarına bakması gerektiği”ni söyleyen fizikçi Albert Michelson(daha sonra Nobel Ödülü almıştı), kuantumdan bihaberdi. Tam da “her şeyi halettik, artık her şeyi çözebiliyoruz” derken, Max Planck, klasik fizikle bir çok noktada anlaşamayan “Kuantum”un tetiğini çekecekti. Zira kuantum fiziği, tek bir parçacığın, tek bir cismin aynı anda birden fazla yerde olabilmesine imkân ve izin veriyordu(Temessül, Tecessüd, Tayy-ı Zaman ve Tayy-i Mekan). Ancak bu hayretâmiz durum, tuhaf bir şekilde, cisimlerin konumları ölçülmeye, değerlendirilmeye ve gözlemlenmeye başlandığında, sihir(!) bozulmakta ve klasik düşüncede olduğu gibi tek bir sonuç, tek bir “ÇÖKME” elde ediliyordu. Gözlemlenmediğinde ise parçacık, yine birden fazla yerde oluyordu. Parçacığın hangi noktaya çökme yapacağının ihtimaliyeti ise; parçacığın meydana getirdiği dalgasının, o noktadaki “yüksekliği”nin karesine eşittir(Cem Say; Yeni Dünya Yeni Ağ, 2020). Ancak, birbirleriyle belli şekillerde etkileşen parçacıkların durumu, birbirine bağı olarak “dolanıklık durumu”nda olup, artık “kader”leri de birbiribe bağlı hale gelir, toplum ve hayat örneğinde olduğu gibi, “bağlantısallık bütünselliği” çerçevesinde etkileşim içine girerler. Kâinat da, fikirlerin bu şekildeki bağlantısallığından meydana gelmiş, bir medeniyetler bütünüdür. Bu sebepledir ki; sahip olma duygusunun, paylaşabilme kabiliyetine ve erdemine dönüşmesi, bu Kâinatı daha yaşanır kılacaktır.
Çok karmaşık değil mi! Lakin, Kuantum fiziği bu… Formüllerle de çalışır! Klasik fiziğin çaresiz kaldığı yerde, parçacıkların ve küçük cisimlerin(!) davranışları hususunda, kuantum hemen imdada yetişir. Kuantum dünyasının spektrumunda, her şey mümkün görünüyor! Nitekim, Kuantum, hiç bir şeyin “Şey” olmadığını ispat eder. Aşkı da anlamak, kuantumu anlamaktan geçer. Zira, “Aşk”, kuantolojik bir fenomen olup, tensel temastan ziyade, kuantik temastır.
Bilim bu hızla yol alır ve işler de planlandığı gibi giderse, Nanonörokuantolojik ve dijital kapıların açılması ile, hayal, duygu ve düşüncelerimizi videoya kaydedip düzenlemek, istediğimiz ve kurguladığımız rüyayı görmek, filme almak, tekrar izlemek ve paylaşmak mümkün olacaktır! Japonya ve ABD’de bununla ilgili müspet sonuçlu makaleler neşredilmeye başlandı bile…
Yeri gelmişken, gerçeklik teknolojilerinden de kısaca bahs etmek istiyorum. “Sanal Gerçeklik” (Virtual Reality), Gerçeklik Teknolojileri, teknolojik tekilliğe (Technological Singularity) giden yolumuzun aydınlatılmasını sağlayan teknolojilerdir. Fiziksel dünyayı, sanal ortam, sanal obje ve nesneler ile uyarlanmış bir ortama dönüştürmek ve gerçek ötesini tecrübe edebilmek mümkün olmaktadır. Gerçeklik teknolojilerini; sanal gerçeklik, arttırılmış gerçeklik, mix/karma gerçeklik ve genişletilmiş gerçeklik teknolojileri olarak sınıflandırabiliriz.
Bunlardan sanal gerçeklik (Virtual Reality/VR), teknolojisi fiziksel dünya ile bağınızı keser, sizi sanal bir ortama taşır. Taşındığınız bu sanal ortamda sadece sanal nesneler mevcuttur. Bu sanal dünyada gerçekçi sesler ve görüntüler üretilir. Böylece duyularınızı kandırabilir ve üç boyutlu bir deneyim yaşayabilirsiniz. Bu teknoloji için sanal gerçeklik gözlükleri kullanılır. Sanal gerçeklik teknolojisi daha çok eğlence ve eğitim gayesi ile, bu sahalarında kullanılmaktadır.
Arttırılmış gerçeklik (Augmented Reality/AR); bilgisayar tarafından üretilen ses, görüntü, grafik gibi sanal nesnelerin gerçek dünyadaki objeler üzerine eklenmesidir. Akıllı telefon gibi akıllı cihazların gelişmesine paralel olarak ivme kazanan artırılmış gerçeklikte “hologram teknolojileri” kullanılır. Akıllı saat, akıllı telefon ve akıllı lens gibi teknolojilerin üretilme sebeplerinden biri artırılmış gerçekliktir.
Karma/Mix gerçeklik (Mixed Reality/MR) teknolojisi; sanal ve gerçek dünya arasında bir köprü kurarak, gerçek ortamda sanal nesneler ile etkileşim ve iletişime girmemizi sağlar. Başka bir ifadeyle; gerçek ortama sanal ortamı ve sanal nesneleri taşır. Böylece gerçek dünya ile bağımız kopmaz ve sanal nesneleri fiziksel ortamda yönlendirebiliriz.
Genişletilmiş gerçeklik (Extended Reality/XR) teknolojisinde ise; artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik ve mix/karma gerçeklik teknolojilerini tek bir şemsiye altında toplanmış olup, gerçek ve sanal dünya ile birlikte insan ve makineler arasında etkileşim sağlar. Genişletilmiş gerçeklik teknolojisi ile bilgisayarın oluşturduğu her türlü görsel, işitsel veya dokunma duyusuna dayalı veriyi deneyimleyebilmemiz mümkün olmaktadır.
Kimya bilimi de, atomların birbirine nasıl bağlanarak molekülleri meydana getirdiğini açıklayan kuantuma dayanır. Nitekim, kuantum denklemleri ve anlayışı, bilgisayarlardaki bir çok bileşenin de icadına vesile olmuş, Kainatın altyapısı hakkında daha detaylı malumat edinmemize, takip eden araştırmalara meş’ale ve rehber olmuştur.
Kuantum merkezinde yatan dalga denkleminin kaşifi, 1933 Nobel Fizik Ödüllü Erwin R. J. A. Schrödinger’dir(1887-1961). Hugh Everett ise, “çoklu dünyalar yorumu”nun sahibi olarak, “bütün evrenin dalga fonksiyonu” olduğunu söyleyerek, “en büyük doğal yapı”yı keşf eder. Paralel evrenlerde paralel kopyaların, paralel “BEN”lerin varlığından ve hüküm sürdüğünden(!) söz eder. Dalga fonksiyonu, bu düşünceye göre “kendi”nizin hangi ihtimalle, hangi evrenin, hangi kopyasında bulunacağınızın hesaplamasında kullanılabilir! Schrödinger denklemleri ile beraber, gelecekteki herhangi bir zamanın bir diliminde paralel evrenlerde neler olacağını da, verileri yükleyebileceğimiz muazzam hızda bilgisayarlar olabilseydi, bir milyon yıl sonra bu evrenin de ne durumda olacağının bilgisini tüm detayları ile bize verebilirdi!
Turing’in 1950 yılında yazdığı “Hesaplama Makineleri ve Zeka” isimli makalesiyle, “Düşünen Yapay Zeka” fikrini savunmuş, “Matematiksel Biyoloji”nin temellerini atmıştı. Aynı dönemde, Kuantum Fiziği üzerine düşünceler geliştirdi ve halen “Kuantum Zeno Etkisi” diye adlandırılan hadiseyi keşfetti(C. Say).
Bütün bu bilgi ağında, bilgisayar, donanım, yazılım ve işletim sistemi ile ilgili gelişmelerle birlikte, DNA’nın keşfi, Epigenetik, Nanoteknoloji ve Beyin araştırmalarındaki ilerlemeler, Kuantolojiye giden yolları daha bir aydınlık hale getiriyordu. Kişiliğimizi oluşturduğuna inanılan genlere müdahale edilemeyeceği düşüncesinin yerle bir olması, İnsan Genom Projesinin sonuçlanması, Gen Mühendisliği ve Cerrahisi(DNA programlarını düzenlemek, değiştirmek veya sıfırdan yeni bir yazılım üretmek için gün geçtikçe daha da gelişen teknik ve kimyasal yöntemleri kullanarak faaliyet gösteren bir bilim), Moleküler Biyoloji ve Beyin Connectom çalışmaları (Human Connectom Project, Blue Brain Project, Brain Mapping Project…) Nanonörokuantoloji’nin de doğuşuna vesile oluyordu. Hepsini bir arada gözden geçirdiğimizde, hayal ötesi olduğu kadar, dehşetamiz ve ürkütücü durumlara da hazırlıklı olmamızın gerekliliği fark ediliyordu. Nasıl oluyordu da bir sperm ve bir ovumdan bir insan üretiliyordu!
Spermleri ihtiva eden ve besleyen semende (Belsuyunda) çok küçük miktarlarda da olsa şaşılacak derecede pek çok madde bulunabileceği belirlenmiştir. Bunların başlıcaları; askorbik asit, kan grubu proteinleri, kalsiyum, klor, kolesterol, kolin, sitrik asit, kreatin, DNA, fruktoz, glutatyon, hiyaluronidaz, inositol, laktik asit, magnezyum, azot, fosfor, potasyum, purin, pirimidin, pürivik asit, sodyum, sorbitol, sermidin, spermin, üre, ürik asit, B12 vitamini ve çinkodur.
Bir erkeğin testisleri(yumurtaları) 6 boşalmalık döl barındırmakta ve her boşalma 500 milyon civarında sperm içermekte, bu da bir erkeğin yumurtaları 3 milyar sperm barındırdığı anlamına gelmektedir. Her sperm 40 megabytelik DNA verisini içinde tutar. Bu da, bir erkeğin yumurtaları 10 Terabyte’tan daha fazla veriyi içeriyor demektir! Ortalama bir boşalma 3 saniyen sürer ve bu sürede penis 1.5 Terabyte’tan fazla bir veriyi transfer eder. Bu, saniyede 500 gigabyte’tan daha fazla bir transfer hızı anlamına gelir. Dünya’daki 4G Internet bağlantısının hızı ise, saniyede yaklaşık 100 megabyte’tır. Bu veriler dikkate alındığında, “insan” karşısında hayrete düşmemek mümkün değil!
Sadece tek bir hücre kadar ağırlığa sahip bir sperm, milyarlarca “bit”lik bilgiyi taşıyor ve ovumla birleşerek, bir vücudun kurulumunu sağlıyorlar! O vücud ki; 80-100 trilyon civarındaki hücreleri, her an değişim ve devinim halinde olup çekirdeklerinde, biri anneden biri babadan gelmiş, her birinde 3 milyar yapı taşı DNA bazından(Toplam 6 Milyar baz DNA) müteşekkil, tam kurulum için gerekli bilgileri içeren tam teşekküllü, iki muhteşem “Genetik Kitap” bulunmaktadır! Her hücredeki DNA yı bir ipe dizersek iki metre olur. Vücudumuzdaki bu 80-100 trilyon hücredeki DNA’ları yanyana koyduğumuzda uzunluğu, Dünya-Güneş arasındaki mesafenin 100 katına ulaşır. Bu kitaplara, bu kullanma klavuzlarına göre beden şekillenmekte ve yenilenmektedir! Büyüme ve yara iyileşmesi gibi çeşitli sebeplerle hücrelerin bölünerek çoğalması gerektiğinde, DNA’sının yeni kopyasını çıkartan bir algoritmik mekanizma ile, aynı bilgiler tamamen yeni hücreye transfer olmaktadır. Ancak, eşey(üreme) hücreleri(Sperm ve Ovum) meydana gelirken, anne ve babadan gelen genetik kitapların bir kompozisyonu yapılarak, karılır ve bazı bölümler anneden, bazı bölümler de babadan alınarak, 3 Milyar baz DNA’lık tam teşekküllü yeni bir “Genetik Kitap” oluşturulur. Anne ve babamızdan hücrelerimize intikal eden bu genetik bilgiyi, düşünce ve hayallerimizle değiştirmek ve geliştirmek suretiyle, çocuklarımıza miras olarak aktaracağımız kendi “Genetik Kitap”ımızı yazmak, yine kendi elimizdedir. Böylece, bize “Genetik Yazılım Devrimi”, “Kendi kitabımız”ı okuduktan sonra(İsra 14), yeniden “Hayat kitabı”nın kodlarını yazabilmemizin yolunu açmış oldu! Bu mekanizma, hem erkek, hem de dişi için aynı sistem ve prensiple çalışır. Her şey bu iki kitap ile bina edilmekte vücudumuzda…
Nitekim, “Science”da yayınlanan bir makaleye göre; sperm ve yumurta olmadan, erken gelişim dönemini taklit edebilen “Yapay Embriyolar” üzerinde yapılan laboratuvar araştırmaları göstermiştir ki, insanlarda döllenmeden hemen sonra meydana gelen, hayatı başlatmakla görevlendirilmiş ”Kök Hücre Topluluğu” embriyo beyin, ellerindeki “Genetik Talimatlar Kitabı” çerçevesinde organize olmakta, hücrelerin her biri bir “Kök Hücre Mühendisi” mahareti ve titizliğiyle görev yapmakta, planlanan ve gelişen canlıyı ve insanı inşa etmektedir! (https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0092867419304489)
Bir taraftan “Gen düzenleme yöntemi” de aldı başını gidiyor. Yıllardan beri üzerinde durduğum, kitaplarımda yazdığım, konferans ve TV programlarıma konu ettiğim “CRISPR Cas9 gen düzenleme yöntemi” sebebi ile Emmanuelle Charpentier ve Jennifer A. Doudna 2020 NOBEL KİMYA ÖDÜLÜNÜ, Beyin, nöron, zihin, konnektom, hayat ve nöronal nanotüpler konularında da Stuart Hameroff ile birlikte çalışmaları olan ve “İnsan zihninin, insan bedenine üstünlüğü’nün simgesidir” diyen İngiliz Matematiksel Fizikçi Sir Roger Penrose, “Kara delik oluşumunun genel görelilik teorisinin sağlam bir tahmini olduğunun keşfi” için diğer iki bilim insanı(Genzel ve Ghez) ile birlikte, 2020 NOBEL FİZİK ÖDÜLÜNÜ kazandılar. Ama tartışma devam ediyor. Tartışma konusu, CRISPR yöntemini ilk kim buldu? Nobel kazanan ekip, prokaryotlarda, Zhang ekibi ise eukaryotlarda kullandı. Zhang’ın kullanımı memelilerde gen editleme yolunu açtı. (https://www.nature.com/articles/d41586-020-02765-9)
Şurasını da unutmamak gerekir ki, genetik mirasımız olan genlerimiz, aile, beslenme, eğitim, düşünce, hayal, çevre, sosyal ve kültürel ortam ile değişime uğrayabilmekte ve bunlar nesillere aktarılabilmektedir. Bu husus da, kuantum fiziği ve kuramı açısından önem arz etmektedir. Nitekim, çocuklarımız, tecrübelerimize, ideal, hayal ve rüyalarımıza, kişisel RNA’larımız vasıtası ile sahip olabilirler. Kişisel davranış, iyi-kötü alışkanlıklarımız ve tecrübelerimiz, dört harften oluşan(Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin) sıralı aminoasitler listesi, sitozin, adenin, guanin üçlüsü “glutamin”e, guanin, sitozin, guanin üçlüsü de “alanin”e denk gelmek üzere, üçer harflik “kod”lar dizilimi olan genlerimize kaydoluyor ve evlatlarımıza aktarılıyor. Nöronlarımızdaki kişisel “endo-siRNA’lar”, tecrübe, davranış ve öğrenmeden ve bunların kuşaklara genetik aktarımından sorumlu olabilirler. Zira, nöronlarımız her gün çevreden elde ettikleri bilgileri depoluyorlar, analiz ediyorlar ve kişisel tecrübe hanemize yazıyorlar! Proteinler ile genler ve genlerin birbirleri arasında süregelen ve hayat boyu devam eden bu algoritmik mimari ve mühendislik ilişkisi karşısında şaşkınız. Bedenimizdeki atomlarımız devamlı bir değişim içerisinde… Karışık olduğu kadar da mükemmel ve muhteşem işlevini sürdüren bir sistem taşıyoruz da, farkında bile değiliz!
Aslında, vücudumuz da bir “bilgi abidesi”, bilgiden ibaret değil mi… Makine, bilgisayar ve robotlara da “Can” veren “Yazılım”, sadece “Bilgi”den ibarettir ya! Sonunda insanı da, duygu, analiz, muhakeme, tercih ve karar kabiliyeti olan programlanmış algoritmik bir robot olarak da düşünebiliriz.
Şimdi, hiçbir fani bilim ve teknolojinin asla üretemeyeceği bir bilgisayar, bir “otonom robot” olan beyni, zihninizi, hafızanızı bir makineye, bir robota transferle yükleyip(!), yapay sinir ağlarını eğiterek, anılarınızı ve düşüncelerinizi analiz ve sentez kabiliyeti olan bir yapay zekada, kelime, cümle, vurgu, konuşma, lisan, aksan, duygu, hitabet, espri, zevk, heyecan, tercih, eğilim, mimik, alışkanlık, karakter, yazı ve stili, imza, düşünce, fikir üretme, anı, aşk ve sevdalarınıza varıncaya kadar, her özelliğinizle birlikte, öldükten ve toprak olduktan sonra bile “Ölümsüz!” olarak bu dünyada yaşayabilmeye(!), holdinginizi, şirketinizi, ailenizi, kabilenizi ve hatta “Devlet”inizi yönetmeye devam etmeye ne dersiniz! Zenginlik başa bela… Sahte “BEN”ler, sahte “SEN”ler yolda… Kehanet değil lakin, böyle giderse istikbalde bir gün, “Android” değil de, “İnsan” olduğumuzu ispat edemeyebiliriz!
Haa… Bak bir de “yapay ikizler” hadisesi var! Çin’de bir internet konferansında ilk kez “yapay zekâ spikerleri” arz-ı endam etmişti! Sanal “yapay spiker ikizler” ürettiler çekik gözlü dostlarımız.
Kodlama sistemini bilenler, bilgisayarlara hayal ettikleri her şeyi yaptırabilirler. Ama her şeyi… Ancak, makinelerin de düşünebildiği, fikir üretebildiği aklınızın bir köşesinde bulunsun. Benden söylemesi. Robot sekreterler, robotik süreç otomasyon için hazır. Yorulma yok, izin yok, yemek yok, rapor yok, annem hasta, çocuğu okula getireceğim yok, uyku yok, sıkıldım yok! Yok, yok… Çok da önemli değil acıkmak! Nasıl olsa Novameat Firması, bezeye, pirinç ve deniz yosunu gibi maddelerden bitki bazlı “Biftek” üretiyor!
Ya da… Uzun yaşama ve hatta “ölümsüzlük” sevdalıları! Vücudumuzu devamlı tamir eden veya yenileyen yakın gelecekteki nanorobotlara ne dersiniz? Veya uzun yaşamış izlenimi vermeye… Nasıl olsa rüyada değil miyiz! Al sana ömür boyu “rüyada yaşıyormuşsun hissi”, uykuda olduğun gibi… Beğenmediyseniz, beyninizdeki nöronları, diğer nöronlarla aynı nöroelektrokimyasal iletişim ve sinyal ağları kurabilen yapayları ve hatta yedekleri ile değiştirmeye, kopyalayıp yapıştırmaya ne dersiniz! Düşünmekten, fikir üretmekten ne kadar uçuk olursa olsun, zarar gelmez. Uçuk düşünceler, aykırı fikirler bazen, çağ atlatan buluşlara vesile olmuştur.
Biz yine, bu şekilde değil de, hayata katkı sağlayacak faaliyetlerimiz ve bıraktığımız eserlerimizle anılmayı ve “ölümsüz” olmayı tercih edelim!
Halen kullanılmakta olan bilgisayarlarla asla mukayese ve rekabet kabul etmeyen “Kuantum Bilgisayar”lar maharetiyle moleküllerin simüle edilmesi, fizik, kimya ve tıp alanında büyük atılımlar yapılması, atom seviyesinde insan vücudu simülasyonu ve problemleri tespit ile, nokta atışı için gerekli ilaçlar da, yıllarca süren araştırmalara gerek kalmadan, anında simüle edilerek atom seviyesinde planlanıp, üretime katkı sağlayabilmesi, insanın hatta evrenin simülasyonunun kapılarını açması mümkün olabilecektir!
İşte konu ile ilgili birkaç aforizmamız…
*Artık bizi, bizden daha iyi tanıyan ve duygularımızı yönlendirebilen birileri (Biyolojik, Dijital ve Kuantik Takip Sistemleri) var!
*Kuantum, “Deri üstü” ve “Deri altı” takip sistemlerinin papucunu dama attı.
*Günümüzde istihbarat ajanlarının yerini, sensör ve algoritmalar almıştır.
*Elektronların da aklı, şahsiyeti ve bilinci var!
*Hakiki hayat, hiç ölmemek için yaşayabilmektir!
*Yoklukta doymayan, varlıkta hep aç kalır.
*Pişmek için, ateşlerde üşümek, buzullarda yanmak gerek!
*Emaneten birlikte çıkılan yolculuk, sırrını muhafaza ettiği müddetçe kutsaldır!
*Her türlü oyun(!), Kuantik Fizik ile izah edilebilir!
*Gam yok! En BÜYÜK VAR!
Unutmadım, unutmadım. İşte rubaimiz.
NAZ GÜZELİM
— — • / • — — • / • — — • / • —
(Mef’ûlü, Mefâîlü, Mefâîlü, Feûl)
Ey Yar! Ne bahar, güz, ne de yazdır güzelim.
Günler, geceler şimdi beyazdır güzelim.
Bak, koynuma girmekte geciktin yine, Sen!
Lütf et! Ne olur, etme bana naz güzelim!
4 yorum
Tesekkurler
Gelişmeleri çok güzel bir şekilde tarihsel sıralamasını yaparak anlatmışsınız. Bundan sonra neler olabileceği/olabilirliği vurucu bir şekilde yorumlayarak bitirmişsiniz.Hocam füsus el hikem’de muhyiddin arabi ve bir çok mutasavvuf maddenin olmadığını belirtiyor.Zamanında ilim dışı kabul edilen ve dalga geçilen bu açıklamaları anlatmaya utanırdık kınarlar diye!Şimdi günümüz bilim dünyası bu meselleri doğruladığı gibi dev adımlarla Avrupa/Amerika ilerliyor.Sayın hocam biz hazinemizi yitirmiş reddetmiş garip bir toplum olmuşuz.Ama siz ve sizin gibilerin çalışmaları içimizde var olan umudu canlı tutuyor.Sağlıcakla kalın.
8 maddelik bir değerlwndirne tazdun.
Bu değerlendirnemi ve yorumunu öbce İsmaşl Hakku Atdub hocanuzla oaykaşaxapun şnlâallah.
Buraya yazabşleceğin tek husus:
“Hocamuzın bizi”-NASIL OLSA RÜYÂ’DA DEĞİLMİYİZ’ E alıştıema gayeetinde olduğu fikrişmi arz’dır” Selamlar. Hocamıza telekkürler.
Uzunca bir okuma, ben de 8 maddelik uzunca yorum yaptım. Buraya bir tanesini yazacağım. Yarın devam ederim inş. Muhterem hocan birkaç seferdir, TV Programlarında hep Eflatunun İDELER ÂLEMİNDEN bahşediyor ve “”dünyada zaten rüyalar aleminde yaşamıyormuyuz ki” buyuruyor. Dünya alemi rüya ise; gerçek hayat berede? Ve ölüm nerede? Her canlı ölümü nerede tadacak?
Selamlar, saygılar muhterem hocam.