Kuantum, hem “YOK”luktur hem de “VAR”lık… Kuantum, hiçbir şeyin “şey” olmadığını ispat eder. Bu yeni bir bakış açısı ve ufku kazandırıyor hayata. “Kuantolojik Ben”, belki de hakiki “Ben”dir de haberimiz yoktu!
Heraklitos, “İnsan bir ırmakta iki kez yıkanamaz!” demişti asırlar önce. Beynimiz de, hep farklı farklı bilgi ve zihin üretmekle (Otopoezis) ve hayata katkı sağlamakla vazifeli kılınmıştır; “Connectom” özelliğinin fonksiyonları sonucu!
Bilim her gün gelişiyor ve katlanıyor baş döndürücü bir şekilde. Newton fiziğinin pabucu nerede ise dama atıldı Kuantum’un neşv’u nema etmesiyle. Evren-insan etkileşimi, düşünce boyutunda yeni kapılar açtı yaşamın önüne. Henüz kendisine verilen beyin gibi bir nimet ve kabiliyetleri farkında olamayan insanoğlu, bu yeteneklerini kullanmaktaki beceriksizliği sebebi ile hayretini saklayamıyor. Sadece hücre bazındaki yapıya bakmak, yarın bilim ve hayatın hangi boyutta olabileceğinin delilidir. Vücudumuzda 80-100 trilyon hücre var. Her bir hücrede, 3 milyarı anneden 3 milyarı babadan olmak üzere 6 milyar bazdan oluşan DNA var. Baz DNA’nın yapıtaşıdır. Her hücredeki DNA’yı bir ipe dizersek iki metre olur. Bu ip altı mikron kalınlığındadır. Vücudumuzdaki bu 80-100 trilyon hücredeki bu DNA’ları yan yana dizersek uzunluğu, Dünya-Güneş arasındaki mesafenin 100 katına ulaşır. Bunu da, Fatır Suresinin 13. Ayetini tefsir ettiklerini zannedenlere ithaf etmek isterim. Epigenetik ve Kuantum birlikte dikkate alındığında, insanoğlu neler başarmaz ki… Hatta kendisi başaramazsa da, hayal edebilse, çocukları başarabilir. Zira çocuklarımız tecrübelerimize, ideal, hayal ve rüyalarımıza, kişisel RNA’larımız vasıtası ile sahip olabilirler. Kişisel davranış ve tecrübelerimiz, genlerimize kaydoluyor ve evlatlarımıza aktarılıyor. Nöronlarımızdaki kişisel “endo-siRNA’lar”, tecrübe, davranış ve öğrenmeden ve bunların kuşaklara genetik aktarımından sorumlu olabilirler. Nitekim, nöronlarımız her gün çevreden elde ettikleri bilgileri depoluyorlar, analiz ediyorlar ve kişisel tecrübe hanemize yazıyorlar!(1)
Çünkü “Genetik Yazılım Devrimi”, “kendi kitabımız”ı okuduktan sonra (İsra 14), yeniden “Hayat kitabı”nın kodlarını yazabilmemizin yolunu açtı bize. Gayret ve bilmek kendi elimizde. Çünkü bilgi çağında cehalet bir tercihtir ve nasıl düşündüğümüz ve nasıl hissettiğimiz var oluşumuzu belirler.
Kuantolojinin hayata ve insanlığa kazandırdığı ve kazandıracağı haslet ve imkanları, yeni yayınlanan “Beyin Sizsiniz 3.0 İNSANLIĞIN GELECEĞİ” isimli kitabımda (Girdap Kitap, İstanbul, 2020) detaylı olarak anlatmıştım.
Şimdi ise “Kuantum ve Ben” kavramından hareketle kuantolojik açıdan “BEN” üzerinde durmak istiyorum. “Ben”i “Gönül” kabul eden Taşlıcalı Yahya, “Dar-ı dünyâ deli gönlüm gibi vîrân olsa/Ne cihân olsa, ne cân olsa, ne HİCRÂN olsa!” dese de asırlar önce, aşk da kuantolojik bir fenomen değil midir ki... “Ben ve Aşk”ı anlatmaktan şiirler bîmecâl, rubâîler beyhûd, besteler yorgun, kalemler bîtâb düştmüştü. “Var”lık için “Aşk”, “Aşk” için, her “şey”den soyunmak gerekmiş de fark edemedik bu kuantik alemde ve sırılsıklam yapayalnız kalmışız bu ıssız kalabalıklarda… Bircis;“Hiç” olduktan sonra, ne “Sen” fânî, ne “Ben” fâni… Aşk “Var” olmak için değil, “Yok” olmak için “Var”dır! Aşk, tensel temas değil, kuantik temastır.” dememiş miydi… Biliyorum kafanız karıştı. Ama kafanızın karışması gerek; “Aşk”ı, “Kuantik Ben”i, kuantik felesefeyi, kuantum fiziğini, kuantoloji ve hatta nörökuantolojiyi anlayabilmek için.
Bilimin aydınlatmadığı yol, karanlıktır. “Hiç” olabilme yolunda “Ben”i öğrenebilmek, bilinmeze adım atmak, çılgınlık olsa da ışığa adım atmaktır da… Evet bu “Ben” yok mu, bu “Ben”, bu kendim… Ne dünkü “Ben” “Ben”im, ne de yarınki “Ben” “Ben” olacağım! Çünkü gönül tahtında sultan olabilmek için kaçtığımızın peşinden koşuyoruz mütemadiyen.
En amansız rakibim kendimmiş meğer de farkında değilmişim! Kuantum dünyasının spektrumunda her şeyin mümkün göründüğünü içimizdeki “ilâhî akıl”, irade, zihin ve aşk çerçevesinde, hayatın ifadesi olduğunu ve rastlantıların beklentileri beklediğini anlamaya başladık. Anlamak ve anlamamak… Şunu da unutmamak gerekir ki, yazdıklarıma ve anlattıklarıma inanmamaya ve anlamamaya gayret ederseniz, daha iyi anlar ve daha iyi inanırsınız bana.
Kuantum nelere kâdirmiş! Neler öğretmedi ki bizlere… Beyin dalgalarını kontrol etmek ve değiştirmek, bir tekamül aksiyonu olması hasebiyle, “Plasebo ve Noseybo etkisi”ni de ancak Kuantoloji izah edebiliyor. Zira düşünce, kimyasallardan daha güçlüdür (şartlandırma, beklenti, anlam yükleme)! Şayet, düşünce sizi hasta edebiliyorsa tedavi de edebilir! Ayrıca, “beyin-beden dengesi”ni bozmamak, stres gibi duyguların esaretinde kalarak düşünce haline getirmemek, genleri kuantum ile güncelleyip upgrade etmek ve hayata aşık olmak, yeni bir “Ben” için şarttır. İç dünyamızı dış dünyamızdan temessül ve tecessüd boyutunda daha gerçek hale getirmek, duygu ve düşüncelerimizin inançla tekrar edilmesi ile mümkün olabilir. Tekrarlanan yeni duygu ve düşünceler, beyinde nöronal bağlantıların birlikte ve senkronize ateşlenmesine, yeni bir programlama yazılımına ve bu yeni yol haritasının genlere de işlenmesine ve hayatiyet kazanmasına vesile olur. Haliyle, düşünme ve hissetme tavrımız bir varoluş şekli ve durumu yaratır. Nitekim düşünce beynin, duygu bedenin dilidir ve alışkanlıklar düşüncenin düşmanıdır. Beyin aklın, akıl zekanın, zeka sözün, söz düşüncenin, düşünce duygunun, duygu davranışın, davranış alışkanlığın, alışkanlık karakterin, karakter kaderin, kader bidayetin, bidayet nihayetin, nihayet hakikatin kapısıdır. Düşünce, şüphe ve merak, bilginin kaynağı ve istikbalin meş’âlesi olup nasip de hayalde gizlidir! Nitekim günümüzde çok iyi fark ettik ki, toplumsal merhamet duygu ve düşüncesi dünyanın manyetik eksenini değiştirebilir, kollektif bilinçaltı istikbali hissedebilir, toplum şuuru olacakları etkileyebilir ve herkes farklı sahalarda deha olabilir. Yeter ki, “İNSAN” olsun! Alın size bir kuantolojik hakikat… Zir, insan, en büyük düşmanının kendisi olduğunu fark ettiği zaman “insan” olur!
Hayatın esasını, evrendeki atom veya atomaltı parçacıklar değil “BİLGİ” oluşturur! Bilgi; ağırlığı ve kütlesi olmayan fakat gücü her şeyin üstünde olan bir güç, bir hakikat… Hak ve hayat uğruna, doğruların her an değiştiği ve frekanslardan müteşekkil bu kuantum aleminin “hiç”liğinde, hakikat ummanının yegane mevcudiyeti olan bilgi anaforunda gark olarak arınıp, kâinatın ve eşyanın tekamülü ve tenvirine soyunmak için kapı girdap, kilit kara delik, anahtar ise kitaptır! Kâinat da, fikirlerin bağlantısallığından meydana gelmiş bir kolektif bilgi, bir medeniyetler bütünü değil midir?
Her düşünce, beyinde yeni bir devre meydana getirir ve kolektif ateşleme sağlar. Yine, eski “Ben”den, yeni “Ben”e transformasyon, düşüncenin meydana getireceği nörokimyasal değişiklikler ile yeni bir zihin programlamakla mümkündür. Beynin en az bildiğimiz ön beyin bölgesi (Frontal Lob) yaratıcı, üretici ve en çok faaliyette bulunan imalathane bölgesidir.
“BEN” ve “Beyin”, ilâhî bir tecellî ve hakikatın ultrasonografik görüntüsü olan bu kâinatın en muhteşem kuantik ve holistik tezahürüdür. Bu fabrikayı atıl hale getirmemek gerekir. Devamlı bacasının tütmesi lazım gelir beynimizin! Birlikte ateşlenen nöronlar, birlikte faaliyette kalır! Sadece hayal kurmak ve tekrar tekrar düşünmekle beyin bunu daha önce yaşanmış gibi yazılım halinde kaydeder, programlar, geçmişe takılıp kalmaz, yeni nöronan devre kombinasyonları geliştirerek haritalar, ideallerin prova edilmesine ve gerçekleşmesine zemin hazırlar. Devamlı yeni düşünceler üretir, hayal eder ve ihtirasla tekrar edersek, beyin bu çerçevede yeni matematiksel programlar geliştirir, istikbalimizi planlar ve bizi geleceğe hazırlar. Olmasını istemediğimiz şeylere odaklanmaksızın farkındalık, arzu, hırs, istikrar, tekrar ve teslimiyet, beyin-zihin-beden ilişkilerinde her kapıyı açar. Beynimizin mazinin kaydı, istikbalin yol haritası olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Evet… Nanonörokuantolojik ve dijital kapıların açılması ile hayal, duygu ve düşüncelerimizi videoya kaydedip düzenlemek, istediğimiz ve kurguladığımız rüyayı görmek, filme almak, tekrar izlemek ve paylaşmak mümkün olacaktır. Kaçınılmaz gerçekler bunlar. Her sabah bir başka bilgi, bir başka düşünce, bir başka hayal ile uyanıyorum zira… Çünkü hayatımız tükendiğinde değil, hayâlimiz tükendiğinde ölürüz!
Ancak her şey süt liman değildir. Dijital, yazılım ve “kuantık çağ”ın tehlikelerini de asla göz ardı yapmamak gerek. Nitekim, canavarlaşmış küresel elit sistem, her şeyi takip için nakit parayı ortadan kaldırıp sanal hayatta puanlanabilir ve kredilendirilebilir sanal para ve beyni arayüz olarak kullanılabilecek, resetlenebilecek ve hacklenebilecek, kontrolü kolay bir insan türüyle suç işlemeye meyillilerin önceden tespitle hapsedileceği, çeşitli metotlarla insanların kısırlaştırılacağı ve/veya ömür boyu ilaca mahkum hastalıklara bağımlı hale getirileceği, bütün dinlerin yok edildiği, sadece “dijital Tanrı, dijital tapınak ve dijital din”in hakim olacağı, elektriğin olduğu her yerden verilerin toplandığı ve mahremiyetin kalmadığı, her türlü bilginin kuantum bilgisayarlarda kaydedilip muhafaza edileceği, enflasyon gibi değişik yöntemlerle milletleri ve devletleri bezdirip yüzde yüz kontrol edilebilir “dünya veri devleti”ne ve “sahte cennet ğrojesi”ne mecbur bırakabilecektir. Tedbirler alınmalı ve uluslararası etik ve ahlak kuralları acilen belirlenmelidir! Çünkü bir gün gelir, “Android” değil de, “insan” olduğumuzu ispat edemeyebiliriz. Bilim, duygusallık kabul etmez.
Başınızı ağırttım, farkındayım. Bitiriyorum bir eserimizle…
Uşşâk Şarkı
Ey gönül fark eyle her bir canda cânân gizlidir.
Canlı cansız her ne varsa Hakk’a îman gizlidir.
Sanma Rabbim hikmetinden boş yaratmış âlemi,
Akrebin zehrinde bin bir derde dermân gizlidir.
https://www.facebook.com/100006768907556/posts/2865541257014810/?d=w
Güftekâr: Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın
Bestekâr: Prof. Dr. Kubilay Kolukırık
Hânende: Dr. Duygu Turan
KAYNAK
(1)https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0092867419304489
1 yorum
Sayın Hocam
Hürmetler.
Yine beyin çatlatan fırtınalar koparmışsınız. Tabii anlayana…
O kadar çok şey sormak isterdim ki…
Ancak sadece bir soru sormakla kifayet edeyim.
“Kişisel davranış ve tecrübelerimiz, genlerimize kaydoluyor ve evlatlarımıza aktarılıyor. ”
Yüce Yaratıcı: Genlerimize kaydolan bilgiyi baz çiftlerinin insafına terk eder mi idi? Bilgiyi aktaracak olan genler, anne veya babanın birinden gelmiyorsa ne olacak? Mesela sağırlık genlerinden biri anne veya babadan gelmez ise bilgi ortaya çıkmaz. Kaybolur relatif de olsa… Yavru sağır olmaz.
Totoloji yapacak olur isek; bu durum bütün bilgiler için de geçerli olmalıdır.
Baz çiftleri bilgiyi kaybetmekle mâlul olabilrler.
Yeni kuşaklara bilgiyi; hiç kaybetmeden aktarmanın bir yolu olmalı.
Bu yol nedir?
Biliyor musunuz?
hürmetlerimle.