“Quo Vadis”(Nereye Gidiyorsun?), dünyanın bütün dillerinde kullanılan Latince bir sözdür. Çeşitli roman ve filme konu olan efsaneye göre, Hıristiyanlığı yaymakla görevli havarilerden Peter, İmparator Neron’un zulmünden ve muhtemelen bir çarmıha gerilmekten kurtulmak için Roma’dan kaçar ve yolda, sırtında haçını taşıyan Hz. İsa’ya tesadüf eder. Peter, “Quo Vadis?” (Nereye gidiyorsun?) diye sorunca Hz. İsa, “Romam vado iterum crucifig!” (Roma’ya tekrar çarmıha gerilmeye…) diye cevap verir. Peter bunun üzerine birden Roma’da bırakıp kaçtığı görevini hatırlar. Bütün cesaretini toplayarak geri döner ve daha sonra da “Aziz” (St.) ilan edilir.
Bu hususta en meşhur romanı, “Quo Vadis” adıyla Polonyalı Henryk Sienkiewicz yazdı ve 1905 yılında Nobel Ödülü almıştı. Bu romanı 1951’de Mervyn LeRoy aynı adla filme çekmişti. Robert Taylor ve Deborah Kerr’in başrollerini paylaştığı film, 8 dalda Oscar adayı olmuştu. İmparator Neron’u canlandıran Peter Ustinov da, “Altın Küre” ile taltif edilmişti. O yıllardan sonra bu deyim çeşitli mecralarda, gazetelerde ve konferanslarda sıklıkla kullanılagelmiştir. Nöroşirurji dünyasında da zaman zaman, bilim ve teknolojik gelişmeleri hedef tahtasına koyarak cerrahi maharetimizi sorgulamak gayesi ile kullanılmaktadır.
Bu girizgahtan sonra, ben de sormak istiyorum insanlığa, hayata, kainata: Quo Vadis? Nereye gidiyorsunuz? Atomaltı dünya, mikro kozmos, makro kozmosa nasıl sığdırılmış! Hayretler içindeyiz.
Epigenetik, robotlar, yapay zeka, android, syborg, humanoid, transhuman, arttırılmış gerçeklik, simulatif teknoloji, robotik cerrahi, nanoteknoloji, biyomatematik, kuantoloji, nörokuantoloji, kuantik çağ, nanonöroşirurji, nanonöroteknoloji, CRISPR Cas9 teknolojisi, genetik cerrahi, nöroengineerin (nöromühendislik / sinir bilimi mühendisliği) ve daha neler neler… Hele matematik! Çocuklara yapılması gereken difteri, boğmaca, tetanoz (DPT) gibi mecburi aşılara, şimdi “matematik Aşısı” da dahil edilmelidir!
Her bilimsel ve teknolojik gelişme, beraberinde risk ve tehlikeleri de taşır. Bunları dikkate alarak herhangi bir tedbir için adım atıyor muyuz? Keşke…
Bu sahalardaki çalışmalar eksiklikleri olsa da aldı başını gidiyor. Tarihte örnekleri olduğu gibi bilim hiç affetmez. Canı yanarsa, ihanet edene acımaz ve çok acı intikam alır. Bu gidişle, korkarım bilimin intikamına insanlık olarak evrensel boyutta mahkûm olacağız.
Unutmamalıyız ki, kâinatta hayata katkı sağlamayan, mevcudatın algoritmik hürriyet, medeniyet, saadet ve refahına hizmeti gaye edinmeyen her türlü faaliyet, zamana ihanettir. Artık bizi bizden daha iyi tanıyan, kabullerimizi ve duygularımızı yönlendirebilen birileri (biyolojik, dijital ve kuantik takip sistemleri) var. Kuantum, “deri üstü” ve “deri altı” takip sistemlerinin pabucunu dama attı. Günümüzde istihbarat ajanlarının yerini sensör, ilaç, mikroçip ve algoritmalar almıştır. Kuantolojik istihbârî takip sistemlerinin halen kullanılmadığını mı zannediyorsunuz malum ülkelerce?
Robot terörizmi, robotlar ittifakı, robot ayaklanmaları ve isyanları, robot milletler ve robot devletler yolda. Bu gidişle bir sabah kalktığımızda robotların ihtilal yaptıklarına ve idareye el koyduklarına şahit olmak ürkütücü olsa da işten bile değil… Robotik teknoloji henüz yeterince güvenli gözükmüyor.
Yapay zeka her an kontrolden çıkabilir, siber saldırıya maruz kalabilir, terminatöre dönüştürülebilir. Kontrol edilebilir elektromanyetik dalgalar ve Wi-Fi özellikli her türlü cihaz, alet, ilaç, gıda ve eşyalar vasıtası ile hedef alınan kişilerin ve toplumun cesaret, kişilik, ideoloji ve manevi değerlerinde faşizan ve diktatöryal değişkenlikler meydana getirilebilir. Küresel teröristler şimdiden iş başında. İnsanların bile Vietnam’da örneklerini gördüğümüz üzere, “melek tozu” gibi çeşitli madde ve yöntemlerle, frontal lob, amygdala ve limbik sistem arasındaki dengeyi bozarak terminatöre dönüştürüldüğü “Mançurya Kobayı” uygulamalarını hatıralardan silmek mümkün mü?
Yapay zeka tabanlı beyin-bilgisayar teknolojileri ve 6G hayatımıza ne kadar entegre olursa, kullandığımız her şeyden (ilaç, alet, otomobil, uçak…) organlarımıza ve beynimize kadar o denli siber tehdit ve saldırılara açık (korumasız) hale gelebiliriz. Bilim ve teknolojinin geleceği / geldiği “tekillik noktası”, tüm mevcudatın hayatlarına yüzyıllardır süregelen geleneksel haliyle devam edemeyeceğini düşündürmektedir. Farklı bir tür yolda…
Eleştirel, kollektif, salim ve holistik aklın, dogmatik temeller ve güncel bilimsel prensipler çerçevesinde izah edemediği her düşüncenin de sapkın olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Artık erdemli insanın holistik ve kuantik düşünceyi haiz, cihanşümül hissiyata sahip olması gerekliliğinin farkında mıyız? Çünkü yakın gelecekte “yedek dokularımız, yedek organlarımız ve hatta kendi yedeğimiz” ile beraber yaşayabileceğiz. Tüm TV yayınlarını hiçbir şeye ihtiyaç duymadan, evimizin elektronik duvarlarında izleyebileceğiz. Ne ilginç değil mi… İnsanoğlu doymuyor bir türlü. Başına ne gelirse de kendinden geliyor.
Kuantum mekaniği yeni bir çağın başladığını haber veriyor. Bugün nispeten, klasik fiziğin pabucunu dama atma gayretinde olan kuantum mekaniğinin de bir gün pabucu dama atılabilir. Etme bulma dünyası… Zira, yanlışlanabilen bilimde son durak yoktur! Nitekim, bilimin değişmeyen özelliği, değişimdir! Keşke, cihanın saadeti ve refahını hedef alsa da mevcudatın aleyhine hiçbir gayreti olmasa… Keşke yaratılan her algoritmik varlığın bir haysiyeti, onuru, şahsiyeti ve canı olduğunun farkında olarak gelişmelerini sürdürse…
Albert Einstein, Boris Podolski ve Nathan Rosen’ın adlarına hitaben “EPR Paradoksu” olarak anılan düşünce deneyinin başlangıçta temel tasarlanma amacı, “Kuantum Kuramı”nın eksik veya tamamlanmamış olduğunu göstermek içindi. Çok sular aktı köprülerin altından. Kolay olmadı bugünlere gelmek. El Cezeri’den, Harizmi, Hayyan, Hayyam, Kindi, Salman, Planck, Heisenberg, Schrödinger, Lanza, Fourier, Young, Rozalind, Wattson, Tesla, Stapp, Peter Higgs, Arf, Roger Penrose, Hameroff, Tonani, Penfield ve Pribrame’a kadar katkısı olanların kulakları(!) çınlasın!
Kâinattaki algoritmik varlıkların ve yapıların temel fonksiyonları, organ ve organel türünden büyük parçaları vasıtası ile değil, kuantum düzeyindeki en küçük yapılar üzerinden düzenlenmektedir. Elektronların da aklı, şahsiyeti ve bilincinin olduğunu bu yolla fark eder olduk. Hücrelerin şekil, şahsiyet ve haysiyet kazanması ve tezahürünün, duygu ve düşüncelerin frekanslarına bağlı olduğunu anladık.
Cihanda algoritmik her ne varsa, hepsinde her an pek çok kuantik hadiseler cereyan etmekte, kuantumun temel parçacığı olan fotonlar her bir an için frekansının Planck sabiti ile çarpımı kadar enerji aktarımını sürdürmekte, bedenimizde hücresel seviyede elektron transferi yapmakta ve enerji elde etmekte, beynimizi, zihnimizi, hafızamızı, haysiyetimizi, onurumuzu, kimliğimizi ve en önemlisi de, “BEN”imizi meydana getirmektedir. Ah bu “BEN”i bir çözebilseydik, her şeyi çözeceğiz de, bir türlü bırakmıyor bu “BEN” bizi.
Biyolojik perspektiften beynin çalışma prensiplerini her safhada kimyasal veya elektriksel sinir iletimi, iyon akımı, aksiyon potansiyeli, hücre içi nakil süreçleri gibi daha pek çok fonksiyonu, klasik fizik seviyesindeki tespitlerle nispeten açıklayabilmek mümkün olsa da, daha özellikli ve derinlikli olan şuur, düşünme, rüya görme, hatırlama, hissetme ve duygulanma gibi durumları açıklamak için klasik fiziğin çok daha ötesinden ve farklı bir boyuttan kuantolojik yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Çünkü rüya görürken rüya gördüğünüzü fark edebiliyorsanız, rüyada uyanıksınız(!) ve farklı bir bilinç boyutuna(!) geçmişsiniz demektir. Bu da nörokuantolojinin konusudur.
Gerçi, günümüzde rüyaları filme kaydedip üzerinde editleme yapmak suretiyle tekrar tekrar izlemek mümkün olmaktadır. Japonlar bunu başardı bile. Düşünceleri de frekanslar halinde kaydedip, sözel duruma çevirmek de mümkün artık. Biz, “düşünce frekansları”nın kaydedilmesini, 1979 yılında Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji (Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahisi) Anabilim Dalında (O zaman Nöroşirürji Kürsüsü), uyanık olarak ameliyat ettiğimiz leptomeningeal kistli, antiepileptik tıbbi tedaviye dirençli, epileptik bir hastada başarmıştık. Daha sonra bu çalışmamız, Dünya Beyin Ağı (wbw) ve Global Brain Web (gbw) kavramlarına esas teşkil etmek üzere yurtdışında makale olarak yayınlanmıştı. Yani, halen 2020 yılını tükettiğimiz bugünlerde tam anlamı ile kullanılır olmasa bile istikbalde kesinlikle mümkün ve kullanılır olacağına inandığım “wbw” ve “gbw” kavramlarının şimdiden işaret fişeğini patlatmak gerekir.
İşte böyle! Bilimin hızına yetişmek ne mümkün. 3G, 4,5 G… Bu gidişle 5G’yi bilmem ama 6G ile “evrensel bilgi ve beyin-bilgisayar etkileşim yöntemleri”, organlarının sınırlarını aşan yeni bir “insan” türünü ortaya çıkartacaktır!
6G’nin hayata geçmesi, beyin implantları bir yana artık nanorobotlar ve / veya Wi-Fi özellikli elbise, kullandığımız ilaç, alet ve eşya vasıtasıyla “küresel beyin sistemi”ne bağlanmayı, bilgi alışverişinde ve etkileşiminde bulunmayı, arttırılmış, karma, genişletilmiş ve sanal gerçekliği (“sanal gerçeklik”, “virtual reality”, gerçeklik teknolojileri teknolojik tekilliğe “technological singularity” giden yolumuzun aydınlatılmasını sağlayan teknolojilerdir. Fiziksel dünyayı sanal ortam, sanal obje ve nesneler ile uyarlanmış bir ortama dönüştürmek ve gerçek ötesini tecrübe edebilmek mümkün olmaktadır. Gerçeklik teknolojilerini sanal gerçeklik, arttırılmış gerçeklik, mix / karma gerçeklik ve genişletilmiş gerçeklik teknolojileri olarak da sınıflandırabiliriz) kablosuz beyin-bilgisayar etkileşimini, aklın ötesindeki akıllı(!) uygulamaları, Holistik İletişimi, Nesnelerin İnternetini, Dünya Beyin Ağı’nı(World Brain Web/wbw) ve hatta Global Brain Web’i(gbw) de hayata geçirecektir. Kuantum tabanlı internet de, veri aktarımında foton kullandığı için sistemi daha güvenli hale getirecektir.
Yapay zeka tabanlı beyin-bilgisayar teknolojilerindeki çalışmalar, gelecekte “yapay sinir modelli fonksiyonel beyin”i de mümkün kılabilecektir.
Kuantum “hiç”i de çözdü. Çözdü de, bir tek kadında aklı karıştı! Nasıl karışmasın ki!..
İnsanın, (reputation / tekrarlanan) düşünceden ibaret olduğunu geç de olsa fark ettik bu sayede. Ya hayat? Hayat, RNA-DNA boyutunda kontrol edilebilir bir rüya, bir hologram, bir illüzyon değil mi ki?..
Evet… Kuantum dergâhında, holistik zikir ile tayy-ı mekan da, tayy-ı zaman da, temessül de, tecessüs de, “var olmak” da, “yok olmak” da mümkündür bi iznillâh…
Kuantum ve bütün bu gelişmeler neler öğretmedi ki bizlere… İlmi müktesebatımızı temel alıp beynimizde filmi ileri sarabilirsek, geleceği tahmin edebilir ve istikbali şekillendirebileceğimizi, beyin, zihin ve lisan esnekliğinin birlikte kazandırdığı “potansiyel kelime ve cümle” üretim sonsuzluğu, hayata namütenâhî düşünce ve hayal kabiliyeti armağan ettiğini, kelimelerin de “gen”ler gibi canlı olup ilk uyduran öldükten asırlar sonra da kopyalama yöntemiyle nesiller boyu hayatiyetlerini devam ettirdiklerini, anne ve babamızdan hücrelerimize intikal eden genetik bilgiyi, düşünce ve hayallerimizle değiştirmek ve geliştirmek suretiyle çocuklarımıza miras olarak aktaracağımız kendi “genetik kitabımızı” yazmak, yine kendi elimizde olduğunu, makine, bilgisayar ve robotlara “can” veren “yazılım”ın, sadece “bilgi”den meydana geldiğini, bilgisayarların, beynin çok kötü ve ilkel bir taklidinden başka bir şey olmadığını, yapay zekanın (makine) algoritması olan her işi yapabileceğini, aynı dünyayı paylaşanların ve etkileşim içinde olanların “kader”lerinin birbirlerine bağlı olarak omuzlarına yüklendiğini, rastlantıların beklentileri beklediğini, kuantum dünyasının spektrumunda her şeyin mümkün göründüğünü, duyguların sadece düşünceleri, nöronları ve hormonları değil, bağışıklık sistemini de kontrol ettiğini, nasıl düşündüğümüz ve nasıl hissettiğimizin var oluşumuzu belirlediği, tekrarlanan yeni duygu ve düşüncelerin beyinde nöronal bağlantıların birlikte ve senkronize ateşlenmesine, yeni bir programlama yazılımına ve bu yeni yol haritasının genlere de işlenmesine vesile olduğunu, eski “ben”den, yeni “ben”e transformasyonun, düşüncenin meydana getireceği nörokimyasal değişiklikler ile yeni bir zihin programlamanın gerekliliğini, birlikte ateşlenen nöronların birlikte faaliyette kaldıklarını, şayet düşünce hasta edebiliyorsa tedavi de edebileceğini, insanın (reputation / tekrarlanan) düşünceden ibaret, hayatın, RNA-DNA boyutunda kontrol edilebilir bir rüya, bir hologram, bir illüzyon, hücrelerin şekil, şahsiyet ve haysiyet kazanması ve tezahürü, duygu ve düşüncelerin frekanslarına bağlı olduğunu, akıl, zekâ ve nefis müzâkeresinden çıkan neticeye göre icra edilen hareketlerin, genellikle matematik, lineer cebir, bilgi, kültür, ahlâk, etik ve sosyoloji süzgecinden geçerken, kuantik düşüncenin de istişâreye müdâhil olması ile gönül, vicdan, ruh ve nörokuantolojik mantık, kararlara hayati, insani ve tekamülde tedrici artış gösteren bir Rahmânî sıfat ve özellik kazandırdığını, düşüncenin beynin, duygunun da bedenin dili olduğunu… Velhasıl daha neler, neler…
Nanonörokuantolojik ve dijital kapıların açılması ile hayal, duygu ve düşüncelerimizi videoya kaydedip düzenlemek, istediğimiz ve kurguladığımız rüyayı görmek, filme almak, tekrar izlemek ve paylaşmak mümkün olacak. Nitekim beyin aklın, akıl zekanın, zeka sözün, söz düşüncenin, düşünce duygunun, duygu davranışın, davranış alışkanlığın, alışkanlık karakterin, karakter kaderin, kader bidayetin, bidayet nihayetin, nihayet hakikatin kapısıdır!
Ancak toplumsal merhamet duygusu dünyanın manyetik eksenini değiştirebilir, kollektif bilinçaltı istikbali hissedebilir, toplum şuuru olacakları etkileyebilir ve herkes farklı sahalarda deha olabilir.
Yeter ki, “İNSAN” olsun!
Canavarlaşmış küresel elit sistem her şeyi takip için nakit parayı ortadan kaldırıp, sanal hayatta puanlanabilir ve kredilendirilebilir sanal para ve beyni arayüz olarak kullanılabilecek, resetlenebilecek ve hacklenebilecek, kontrolü kolay bir insan türüyle suç işlemeye meyillilerin önceden tespit edilerek hapsedileceği, çeşitli metotlarla insanların kısırlaştırılacağı ve / veya ömür boyu ilaca mahkum hastalıklara duçar ve bağımlı hale getirileceği, bütün dinlerin yok edildiği, sadece “dijital Tanrı, dijital tapınak ve dijital din”in hakim olacağı, elektriğin olduğu her yerden verilerin toplandığı ve mahremiyetin kalmadığı, her türlü bilginin kuantum bilgisayarlarda kaydedilip muhafaza edileceği, enflasyon gibi değişik yöntemlerle milletleri ve devletleri bezdirip yüzde yüz kontrol edilebilir “dünya veri devleti”ne ve “sahte cennet projesi”ne mecbur bırakacaktır!
Tedbir gerek şimdiden ülke için, insanlık için, dünya için, kainat ve mevcudat için… Yetkililere ehemmiyetine binaen istirham ediyorum. Bir an evvel, yapay zeka ve veri mühendisliği(fakültesi açıldı), robotik mühendislik, kuantik mühendislik, holistik mühendislik, nöromühendislik, beyin mühendisliği, biyomühendislik ve nanonörokuantolojik mühendislik sahalarında teknik eleman, araştırma yapacak, mühendis ve bilim insanı yetiştirecek, bilimsel merkezler, enstitüler, tematik üniversiteler acilen ihdas edilmeli, faaliyete başlamalı ve bu yarışta evrensel boyuttan geri kalınmamalıdır! Üç üniversitemizin ortaklaşa kurdukları bir merkezin (NÖROM) başarılı olması temennisi ile vesile olanları tebrik ediyorum.
İlimi, bilimi ve kuruluşlarını öldürdük, tıbbi öldürdük, hekimliği öldürdük, hoca ve hasta görmemiş mezun (!) doktorlar ve hekim eli değmemiş hastalar, uyduruk hastalıklar, hasta olmadan hasta olmak için can atan zeka ve akıldan nasibini almamış sosyete budalaları, anamnez, muayene ve hekimlikten bihaber, teknolojinin esiri doktorlar (!) dönemine girdik!
İşte konu ile ilgili birkaç aforizmamız.
Esas inananlar, inanmayanlardan çıkar.
Geceyi hep karanlık zannederler. Ben gecenin aydınlığını hiçbir yerde bulamadım! Gece, apaydınlık…
Gecenin manyetik alanı, sırrın esrarına vakıftır ve ifşâ eder!
Allah önce kadını yarattı. Sonra da şifresini… Çöz çözebilirsen!
Kuantumu anlamadan, “düşünmek” anlaşılamaz.
Hicran’ı anlamak mı? Beni bırak! Kuantum aciz kaldı.
Kuantum her şeyin sırrını çözdü de, kadında aklı karıştı!
En zor imtihan, kadına hesap vermek!
Nefes almadan evvel, bir önceki nefesin şükrünü îfâ gerek!
Kuantum bilgisayarlar, zamanı ters düz eder!
Kuantum fiziğinin esrarını ancak yapay zeka çözer!
Bir sabah kalktığımızda, yapay zeka-robot ittifakının (!) ihtilal yaptıklarına, meşru hükümet üyelerini tutukladıklarına ve idareye el koyduklarına şahit olmak, ürkütücü olsa da, işten bile değil… Hep öyle olmadı mı ki!
Düşünce, beyinde nöronlar meclisinin ittifakla aldıkları kararlar sonucu ortaya çıkar!
Beyin, ruh, vicdan, akıl, zeka, düşünce ve zihin, birbirinden bağımsız fakülteler olarak görünse de, temelde entegre bir bütün olarak, devamlı devinim ve değişim içerisindedir.
Kâinatı, akıl ve zekadan yoksun toplumların şerrinden korumak için, üç kuşak sonra etkisini gösterecek olsa da çocuklarına “beyin, sevgi ve zihin Aşısı” (BSZ) yapılmalıdır!
Tarih boyunca bilim insanlarının maruz kaldıkları zulum ve çektikleri çile, yeteneklerinin kefaretidir!
Nöromühendislik (neuroengineering) geleceğin en itibarlı mesleği olacaktır.
Hayatı meydana getiren ve sürdüren en etkin ve kuvvetli güç, sevgidir!
Şimdi ben de soruyorum kuantolojik hayata, hicran ile cihana, aklı başında olan her insan gibi…
Quo Vadis?
Yazıyı, güftesi İsmail Hakkı Aydın (Güfteden Besteye, Girdap Kitap, İstanbul, 2020), bestesi Dr. Yılmaz Karakoyunlu’ya ait, Melahat Gülses hanımefendinin icrası (https://www.youtube.com/watch?v=FeRg3kfcIjI) ile Acemkürdi Makamındaki bir eserimizle bitirelim.
Kaçma cânım, gitme aşkım, bitme sevgim dur biraz!
Yandı bağrım, hasretinden soldu rengim, dur biraz!
Vuslatınla dindir artık gel de sonsuz hasreti,
Al emanet, sende kalsın, aşkta dengim dur biraz!
2 yorum
Sevgili hocam, hem bugünü hemde yakın geleceği çok geniş bir şekilde sunan bu zengin futuristik ve beyin fırtınası dolu yazınız için çok teşekkürler. Hemen tüm yazılarınızda da ısrarla belirttiğiniz üzere yeni yüzyıl artık nerdeyse şu 3 temel bilimin elinde yükseliyor gibi görünmekte: Sinirbilim/Beyinbilim- Kuantum/Nanobilim ve Matematik. Bu sebeple de geleceğimizin neslinin eğitimlerini de şimdiden bu mutlak geleceğe uygun olarak yeniden düzenlemeye acilen ihtiyaç var gibi görünmektedir. Bu sebeple sizin de belirtiğiniz üzere tıpkı “matematik aşısı” gibi , belki “vicdan aşısı” ve belki “disiplin aşısı” gibi yeni ilave özel aşı uygulamaları hazırlamak ta faydalı olabilir gibi görünmektedir 🙂
Kıymetli hocam sizin gibi Kur’anı Kerim’i çok yakından tanıyan ve HAFIZ birisinin bu soruyu Tekfir suresi 81/26 ayeti sonunda: FE EYNE TEZHEBUUN ? şeklinde ilk soranın Allah cc olduğundan hiç bahsetmemiş olmanız dikkatimi çekti. herhalde şeytan unutturdu. selam ve hürmetlerimle..