Un yapmak için dönen değirmen taşı
Duran bir kafaya denk tutulur mu…?
Acaba yıllarca düşünse insan…!
Bu iki taştaki sırrı bulur mu?(F.T).
Söyleyiniz yalanlara mekan olan kafalar,
Tümünüzden bir değirmen olur mu?
Değirmende klasik ve modern fiziğin yasaları birlikte çalışır. Burada hem klasik hem de kuantum fiziğinin denklemleri iç içe geçmiştir. Bu değirmen gah buğday, gah mısır, … gah kendini öğütür. Beyin de bir değirmen gibidir. Gah deha, gah salaklık, gah delilik öğütür… Akılları öğüten beyin salaklık, Delilikleri öğüten beyin deha üretir… Dehanın ürettiği fikirleri asla yok edemezsiniz, onlar sizi yok eder (DADA).
Bu nadide ve güzel konuyu daha yeni, daha teknik, daha güncel ve daha anlaşılır kılmak maksadıyla bilgiyi de kütlesel bir varlık olarak mütalaa edip fiziksel bir kimlik vermek düşüncesi ile onu da en küçük bileşenlerine ayırdık. Nasıl ki maddenin en küçük parçası atom, ışığın en küçük parçası foton, sesin en küçük parçası fonon, enerjinin en küçük parçası quantum ise; bilginin en küçük parçacıklarını da partikül halinde iken İnformion, dalgacık halinde iken de İnformwave olarak adlandırdık…
Klasik fiziğin ve klasik matematiğin diliyle konuşursak beyin bir Deha Değirmenidir? Taşları beyin yarım küreleri ve omurilik yarım silindirlerinden, su taşıyan oluğu ışık/ses/koku/tat/ağrı/ısı… gibi duyuları taşıyan sinir tüpleri, çarkının dişleri adına Beynin Derin Devleti dediğimiz otonom ganglionlar ve periferik sinirlerden, yapılmıştır? Bu değirmenin ambarına dökülen çeşitli kültürel tanecikler bahsedilen sinir tüpleriyle gelen natürel bilgilerle harmanlanarak öğütülür ve çuvallanarak çeşitli bilgi fırınlarına gönderilirler. Oradaki fırının ve aşçının özelliklerine göre akıllar, gönüller ve ruhlar için gıdaya dönüşür ve onları beslerler. Bu besinler büyük akıl, gönül ve ruhlara güçlü gıda olurken zayıf olanlara da zehir etkisi yapabilir. İşte bu zehrin zayıf ruhlardaki adı suç-günah ve saçmalıktır. Eğer hata fırın ve aşçıda ise bu isimler sırasıyla kıskançlık-hainlik ve cehalet olarak adlandırılabilir. Uluslararası bir toplantıda: ‘Deha nedir…?’ sorusuna verdiğim cevabı burada tekrarlamak isterim. Deha, günahını şeytana, suçunu sisteme, başarısızlığını takdir-i ilahiye yükleyenlerde bulunmayan en üst düzey bir beyin yazılımıdır…!
Modern matematiğin ve fiziğin diliyle konuşursak; beyin, titreşerek adına İNFORMİON dediğim bilgi partikülleri ve İNFORMWAVE dediğim bilgi dalgaları yayan/alan/işleyen/ve tekrar yayan hem statik hem de dinamik bir nörokomputerler topluluğudur. Enerjisini, dış ve iç evrenden kaynaklanan afferent sinyaller şeklinde periferal sinir ağları vasıtasıyla alan ve devamında sayısız nörokompüterlere aktarılan ve bu sonsuz kapasiteli sinir sistemi ağlarında işlenen ve yayılan informion ya da informwaveler organizmanın içinde ve dışında bulunan sayısız devreleri faaliyete geçirerek iç ve dış sonsuzluklarımız arasında rasyonel, irrasyonel ve karmaşık sayı sistemleri ile çalışan çok sayıda minyatür nörokomputerleri de işleve davet eder. Rasyonel sayılarla kodlanan bilgiler bize göre evrensel hakikatin, irrasyonellerle kodlanan bigiler hayretin ve karmaşık sayılarla kodlananlar da bilinmezlerin kodlayıcısı olurlar. Özetle beynin kuantum modellemedeki değirmen taşlar beyin yarıkürelerini, bunların titreşerek oluşturduğu elektromanyetik halkalar, enerji oluğu afferent stimulasyonlar, bilgi tohumları nörotransmitterler, çarkları transmitter vezküllerinin çıkıntıları ve ürün ise postsinaptik mebmranda işlenen sinyallerdir. Tüm sinir devrelerinde işlenen bu informasyon sinyalleri sinir impulsları şeklinde devreden devreye akarak beynin derin devleti olan otonom ganglionlarda ilk işleme tabi tutulur ve irade dışı çalışan sistemlere sinyal yağdırır. Sonra bu sinyaller beyin kabuğuna doğru akarak orada gelen sinyalin natürüne göre kalıcı-geçici olarak bilinçli bilinçsiz informasyonlar olarak lüzumu gereğinde kullanılmak üzere kodlanır. Bu kodlama rasyonel-irrasyonel-karmaşık sayılardan başka daha çok çeşitli olan ama henüz bilinmeyen sayılarla da kodlanabilir. Bu kodlama dışarıya söz, resim, işaret, sayı, heykel… olarak ifade olunur. Ben bu işlemlerin tümünün kuantum fiziğinde olduğu gibi tanecik yada dalga halinde işlendiğini düşünmekteyim. Bu nedenle de bilginin en küçük parçacık birimini İNFORMİON, en küçük dalgacık birimini de İNFORMWAVE olarak adlandırdım.
Bu informion ya da informwaveler evrenin her kütlesinde ve her dalgasında mevcuttur. İnformionlar her çeşit geometrik şekli alabildikleri ve sürekli olarak birbirlerine dönüşebildikleri gibi informwaveler de her çeşit bükülme ve her düzlemde her denklemle uyum içinde değişim-dönüşüm gösterebilirler. Kalkulus diliyle anlatırsak informion ve informwaveler her an her çeşit polinomik, trigonometrik, logaritmik, polar, kutupsal… deklemlerle her çeşit uzaylarda temsil olunabilecek sonsuz hızlı ve değişken şekilde konum alabilir ve birbirlerine evrilebilirler. Bu nedenle Bulanık Mantık bilimi doğmuş, bilimdeki belirsizlik ise bu informion/informwave transformasyonlarının ve düzlem değiştirmelerinin hızına henüz erişemeyen Angular Girustaki hesaptan sorumlu bilinçli nöral devrelerin yetersizliğinin bir sonucudur (Bknz: Paleologotik Hegemonya).
Bu evrenin donanım ve yazılımı var olduğu sürece İnformion/informwave üretimi-yayılımı da devam edecektir. Lavazyenin kanunundan ters ilhamla diyebiliriz ki ‘bilgi yoktan var edilebilir ve asla varken yok edilemez:’ Zira kütlesi olduğunu düşündüğümüz informionları yok edebilirsiniz ama kütlesi olmadığını sandığımız informwaveler hep var olacaktır. Onları yok edemeyeceksiniz. Bu yazılım ancak kendinden türetildiği madde adlı donanımın yok edilmesiyle mümkün olabilir.
Beyin ya da alt devreleri bir bir informion/informwave yükleyicisi ve okuyucusu olabilir. Mesela Sokrates’in beyninde görev yapmış bir karbon atomuna Sokratesin beynindeki nöral devreler bilgi yüklemiş olabilir. O karbon atomu herhangi bir gıda ile sizin beyninize intikal ettiyse ve sizin nöral devrelerinizde de bu atomda kodlanan informion/informwavelerin şifresini kırıp onları açabilecek bir devre varsa siz bir anda Sokrates’in o an dilimini yaşayabilirsiniz. Ya da bir Sokrates’e dönüşebilirsiniz. Belki de Deja VU/Reinkarnasyonun bilimsel kökenleri de böylece açıklanabilir… Şu halde dehayı: ‘Beyninde en fazla informion/informwave şifre kırıcısı olanların ürettiği akıl…ve eylem…’ Olarak tanımlayabiliriz. Süper deha ise ‘ kırdığı şifrelerle açığa çıkardığı bilgiye yeni ekler yapan beyin ürünü…’ Olarak adlandırabiliriz. Siber deha ise yeni üretilen atomları evrenden toplayan bedeni vasıtasıyla beynine gönderen ve orada zamanla rasyonelleşecek olan informionları/informwaveleri irrasyonel-karmaşık ve yeni üretilecek sayılarla kodlayarak gelecekte anlaşılmak üzere bu atomik postanelerle geleceğe gönderen beyinlerin ürettiği yazılım olacaktır.
Bir beyin toprağa girip çürümeye başladığında içindeki bilgiye ne olur? O beyni tanıyan beyinlerdeki o beyne ait ambar ve postanelere, raflara ne olur! Ölen beyin kendini kodlamış beyinlerdeki devrelerini siler mi! Nöral devrelerin seri-paralel-karma bağlılığı ile beyinlerin seri paralel-karma bağlılığı diye bir şey var mıdır!?
Gırtlak yapısı ve dil açısından ürettiği enformasyon kapasitesi arasında direkt bir alaka vardır. İnsan gırtlağı en fazla ses üreten yapıdadır. Ve yaklaşık 60 ses çıkarır ki bunlardan 50 tanesi alfabelerde harf olarak simgelenebilir. Bu harflerle tek ve 60 harflik 260 kelime kurulabilir. Lakin bu seslerin tümü herhangi bir dilde topyekun mevcut değildir. Eğer 100 çeşit harf üretebilse idik 2100 kelime kurabilirdik. Bu şimdilik mümkün olmasa da gelecekte mümkün olabilecek. Dijitalleşen dünyada gelecekte tüm insanlık aynı alfabeyi kullanacak. O zaman bir kelime 100 harfli olabilecek. Bunu yazmak ve okumak için daha hızlı yazma ve anlama yöntemleri geliştirmek zorunda kalabileceğiz. Böyle bir dile geri ve dar kafalılar istese de engel koyamayacaktır.
Benim histoarşitektüroloji çalışma sonuçlarıma göre dil yapısı ve dildeki kasların dizaynı da informayon üretiminde önemli bir yer tutmaktadır. Mesela: kediler tavşanlardan, tavşanlar ise ratlardan daha fazla ses çıkarır. Çünkü, kedilerin dil kasları x-y-z düzlemlerinin üçünün de üzerinde ve üç düzlemde çapraz yapacak şekilde dizayn edilmişken; tavşanlarınki genellikle iki düzlemde ve ratlarınki de tek düzlem üzerinde dizayn edilmişlerdir. Bu üç canlı türü arasındaki fonasyon farkının nedeni bu olabilir.
Beyin yapısı ile fikir üretme kapasitesi arasında çok temel ilişkiler vardır. Beynin en önemli düşünme alanı olan angular girusta ne kadar fazla ve farklı nöron-glia hücresi varsa bilgi üretme kapasitesi de o kadar yüksektir. Ben burada sokak ve ev kedileri üzerinde yaptığımız kendi deney sonuçlarımdan müteşekkil bir bilgi vereceğim. Burada sokak kedilerinin neden daha iyi bir beyne ve daha iyi bir dehaya sahip olduğunu göreceksiniz!
Sokak kedileri ile ev kedileri arasında aşağıdaki farklar tespit olunmuştur: Sokak kedisinin beyni daha büyüktür. Yüzeysel kıvrımları daha çoktur. Beyin kabuğunda ve derin beyinde daha çok hücre vardır. Beyin kabuğundan derin beyne inen lif sayısı, düşünce üreten sinir hücrelerinin sayısı, dalları ve dallar arası bağlantı daha çoktur. Görme işitme daha mükemmel, savunma sistemi daha güçlü, akciğer ve kalp daha güçlü, vücut daha sportif, beynin zevk alanları daha az gelişmiş, irade alanları daha güçlü, daha yaratıcı, daha serbest düşünceli, daha çok aydınlanmış, daha paylaşımcı, daha tasarruflu, daha iletişimli, tuhaf ama daha merhametli, daha dik başlı, daha asil ve hürriyetine daha fazla düşkündür.
Ama ne yazık ki biz çocuklarımızı mevcut eğitim sistemine göre sokak kedisi olarak verdiğimiz okullardan ev kedisi olarak mezun ediyoruz. Einstein 1930’lu yılların Alman Okullarını: ” Efendilerine sadık köleler…” yetiştiren kurumlar” olarak tarif etmiştir. İslam kültüründe de bu hatayı Emeviler ve Abbasiler yaparak bir kültürü mahvetmiş ve kendi keyiflerine hizmet eden masalları Tanrı adına uydurarak dünyaya büyük felaketler yaşatan cehalet yazılımlarının mimarı olmuşlardır (YNÖ, CY, İslam Tarihi, Ortadoğu Tarihi…/Google).
Bütün bu somut verilerin özetinden sonra soyut alana geçersek, fikrin üretimi ile yayılması mekaniğinde şunları görürüz: Beyin ve vücut yapıları coğrafyadan coğrafyaya, türden türe değişimler göstermektedir. Bu nedenle de her milletin ve her bireyin fikir üretme ve mevcut fikri kabullenme hususu değişiklik arz eder. Fikirlerin de adeta fenotip ve genotipleri vardır. Bu fenotip ve genotipler sosyal bilimler adı altında milletlerin ve dünyanın tarihine intikal ederek belli bir süre saklanır. Ancak bunların da, tıpkı biyoloji ve diğer fen bilimlerinde olduğu gibi, kültürel açıdan bakıldığında orta doğuda teoloji egemen iken, Yunan/Roma ve Çin’de felsefe egemen olmuştur. Daha sonra bunlar birbirleri ile karışarak güçlü olan fikirler ayakta kalmıştır ve genellikle teoloji kökenliler daha büyük beyin yazılımları tarafından delete edilmiştir.
Bunlardan en eski kökenli olan teolojik fikirler daha çok evrensel kudret ve otorite adına üretilmiş, sonsuz ödül/sonsuz ceza yasaları ile beynin derinlerine işlenmiştir. Sonradan gelişen beyin kabuğunun işlediği bilgiler bu teolojik kodlara ya dokunmamış, ya onaylamış ama uzak bir gelecekte onları değişime uğratmıştır. Yani temel maddi donanım oldukça soyut kalan yazılıma meydan okumuştur. Ülkeden ülkeye, fertten ferde değişen bu tip yazılımların ömrü çok uzun olmadığı gibi, yasaları da çok evrensel değildir. Çok zaman teoloji felsefenin gölgesinde kalmıştır… Matematik bilimi maddeyi inceleyen bilimlerin software’ı olan yazılım dilidir. Felsefi bilimler ise fizik-kimya-biyoloji bilimlerinin öncüsü olmakla beraber, daha sonradan tadı-kokusu-rengi… olarak yoluna devam etmiş ve bu bilimlerin hem ışığı hem de gölgesi olmuştur.
Psikoloji üç boyutlu biyolojinin iki boyutlu düzlemdeki izdüşümüdür. Hukuk bilimi bütün bu üç boyutlu bilimlerin iki boyutlu düzlemdeki izdüşümü olup, adalet bilimi soyut bilimlerin dört boyutlu düzlemdeki izdüşümüdür. Tanrı, hiçlik, sonsuzluk… gibi aşkın kavramlar ise tüm bilimlerin sonsuz boyutlu yüzeylerdeki izdüşümü olarak kabul edilmelidir. Çünkü şu an içinde bulunduğumuz evrende gelişmiş olan beyin ve yardımcı sistemleri ancak bu evrende mevcut bilgilerle kodlandığı Çin sadece bu evrene has bilgileri işleyebilmektedir. Dolayısıyla sonsuz çeşitlilikte olması mümkün evrenleri ve bilgileri analiz etmesi de beklenemez. Nitekim evrenin var edişinde en çok kullanılan e, pi, altın oran, kök 2 … gibi sayıları çözebilecek bir nörolojik devre ve buna bağlı olarak çözümleyici matematiksel metot henüz yoktur… Biz bu konuda 2012 yılında 14 Mart Tıp Bayramında Atatürk Üniversitesinde düzenlenen Cübbe ve Ödül Törenlerinde, benim profesörlük cübbesi giyme töreni yerine talebeler arasında: ‘İrrasyonel sayıları rasyonalize edecek bir nöral devre/kompüter devresi ya da matematiksel bir yöntem tasarlayın…’ Şeklinde bir yarışma düzenlemiş ve yarışmaya katılıp dereceye girenlere hediyeler dağıtmıştık. Yarışmanın geç planlanmış olması nedeniyle üniversitemizden ve dışardan yeterince katılımcı olamamış olsa da yine de üniversite dışından da katılımcılar olmuştu… Bunu tekrar yapamamış olsak ta ben aldığım patentin ürün üretimini yapabilirsem onun gelirleri ile bu yarışmaları yeniden düzenleme niyetim vardır. Burada en sıra dışı düşünceler ve fikirler ödüllendirilecektir. Bu araştırmada gördük ki, ne kadar fazla eğitim ve öğretim verilirse yaratıcı zekada o kadar gerileme oluyor. Bunun yerine uyandırma/aydınlatma eylemi olmalıdır. En büyük hata ve yanlışları en kati şekilde doğru olduğuna inandığımız bilgi ve eylemler dünyasında yapmaktayız. Bu nedenle sosyal normlar bazen dehayı engellediği gibi bazen de tetiklemektedir.
Sonuç olarak: Düşünce ve fikirler ışığa benzerler. Hangi ışığı üreten kaynak daha güçlü ise, o mekana da o ışık hakim olur. Gece karanlığında nasıl ki en parlak mum diğerlerini baskılıyorsa, akıl karanlıklarında da en parlak fikir akıllara egemen olur. Gene geceleyin uzayda gördüğünüz en parlak yıldızlar diğerlerini baskılamaktadır. Ay bu yıldızlardan çok küçük ve daha az şiddette ışığa sahip olsa da yakında olduğu için yıldızların ışığını rölatif olarak baskılar gibi gözükür. Güneşin ufuktan çıkması ile tüm yıldızların kaybolduğunu düşünürüz oysa onlar hala oradadır. Ancak çok uzakta oldukları için biz onları daha küçük ve daha karanlık sanarız…
Bir masa üzerinde yanan mumlar içinde kütlesi en büyük, yağı en çok kaliteli yakıt içeren ve fitili en iyi olan mum diğerlerinin ışığını gölgede bırakır belki onların sönmesine de neden olur.
Eğer Platon’un köleleri gibi, yüzünüz mağaranın duvarına dönük halde zincirlenmiş ve arkaya bakmamanız efendilerinizce kati tembihlenmişse sizin için en büyük gölge en büyük olana ait gibi görünebilir. Oysa o en büyük gölge, en küçük mumun önünde duran en küçük kütleye ait olabilir. Eğer güneş ufuktan çıkarken siz de mağaradan çıkarsanız tüm mumların ışığının eridiğini ve gölgelerin de kaybolduğunu göreceksiniz. Burada suçlu olan ışıklar, ışık kaynakları ya da yorumlar değil, mağaradan çıkmayı akıl edemeyenlerdir. Her ışığın kendine göre bir değeri vardır, unutmayın…! İşte fikirler de böyledir. Güçlü bir beyinden gelen fikirler mumlar dünyasına güneşten gelen ışıklar gibidir, onları görünmez hale getirir. Ama yine de aydınlanmada payları vardır. Fikirleri kategorilere ayırmamaktan yana olmalıyız. Eğer onları kategorilere ayırır ve işimize geleni alırsak karanlıkta kalan biz oluruz…
Değirmen örneğimize geri dönersek, değirmenin her zaman un yapmadığını, bazen, kalın-ince bulgur, bazen kalın kepekli un yaptığını da görürüz. Bu nedenle bir değirmen olan kafatasımızı ve değirmen taşları olan beyin yarımkürelerimizi de bu felsefe doğrultusunda kullanmalıyız. Ve bu yazıyı güzel duamızla bitirelim:
Ey alemlerin henüz tarif olunamamış ve anlaşılmamış olan Rabbi: Bizi günahını şeytana, suçunu sisteme, başarısızlığını takdir-i ilahiye yükleyenlerden eyleme ve onların şerrinden koru… ki, seni arayan bir seyyah olan ve en üst düzey bir beyin yazılımımız olan dehamızı keşfedelim ve seni anlayalım ve sana kul değil çırak olalım…!
Çünkü Biz:
Tanrı’nın çırağıyız…
Bilimin çırağıyız…
Yürek başlı alevi…
Gönlüne tac ederek…
Cehalet karanlığında…
Aşk ile yanan ve
Yandıkça büyüyen mumun
Bitmez, tükenmez yağıyız…