Yalan öyle bir davranış şeklidir ki, toplumda bazı insanların içine, hatta ruhuna yerleşmiştir. Böyle kişiler, yalan söylemeden duramazlar. Yalan inşa etmek, tıpkı bina inşa etmek gibidir. Temelden itibaren, bir hikayeye bir anlatıma yalanla başlarsanız, sonuna kadar daima yalanla gitmek, geriye döndüğünüzde de, her yalanı daima eksiksiz hatırlamak durumunda kalırsınız.
Gelişmiş ülkelerde en büyük suçlar arasında, ‘vergi kaçırmak ve yalan söylemek’ ilk başlarda gelir. Oralarda, birinin yalan söylediği ortaya çıkınca, o kişiyi güvenilmezler gurubuna ayırıp, önce toplumdan soyutlarlar, daha sonra da işine son verirler. Hatta yabancı ülkeden gelmiş yalancıları, gerektiğinde sınır dışı bile ediverirler.
Yalan, bir yerde dedikodu gibidir, doğrunun aksine toplum içinde çok çabuk yayılır. Eminönü’nde yalan söyleyen birisi, Taksim’e geldiğinde o yalanı bir başkasından duyduğunda, ilk kez duyuyormuş gibi, kendisi de inanıverir. Toplum içinde, bazı meşhur palavracılar vardır. Onların palavra attığını ve yalan söylediğini herkes bilse de, anlatanın gerçek bir meddah olması ve olayları çok güzel anlatması nedeniyle, etrafında toplananlar, kendisini ve anlattığı palavraları ilgiyle izlerler.
Politikacılar yalan söyleme de, normal vatandaşa göre çok daha başarılıdırlar. Yapmayacakları, hatta yapamayacaklarını bile bile, hiç çekinmeden, yüzleri kızarmadan, seçim konuşmalarında, çekinmeden yalan söyleyerek vaadlerde bulunurlar. Seçim bittikten sonra da, söylediklerini unutuverirler. Yalan, sadece iktidardakilere has bir davranış olmayıp, muhalefette olanlar da pekala yalan söyleyebilirler. Bu davranış, sadece ülkemiz politikacılarına özgü bir davranış da değildir. Sıcak bölgelerde yaşayanlar arasında, Akdeniz ülkeleri ve Orta Doğu’da, yalan maalesef oldukça yaygındır.
Küçük yalanlar, normal vatandaşın, günü ve vaziyeti kurtarmak için uydurduğu yalanlardır. Bunlar, kendisi ve yakın çevresi dışındakileri çok fazla etkilemez. Beyaz yalanlar, yakın arkadaşları, karşı cinsi ve amirleri övmek için uydurulanlar, yalan oldukları bilinse bile hoşumuza giderler. (Bugün çok şıksınız, kıyafetiniz çok güzel, saçınız çok yakışmış vs)
Bir de büyük yalanlar var ki, onlar çok daha geniş kitleleri ve ülkeleri etkilerler. İki dünya savaşı da yalanlarla çıkarılmadı mı. ‘Hamas militanları saklanıyor’ yalanıyla Gazze’de hastaneleri bile bombalıyorlar. Irak’ta Saddam Hüseyin’nin, kimyasal silah kullanarak kitlesel katliam yaptığı yalanına sarılan Amerikalılar, Orta Doğu’da hiç yoktan savaş çıkartıp (2. Irak savaşı), ülkeyi kan gölüne döndürerek, 2.5 milyon Iraklının ölmesine, binlercesinin sakat kalmasına neden oldular. Irak’ta kimyasal silah bulunamadı ama Amerikalılar, yıllarca Irak petrolünün kontrolunu ellerinde tuttular. İşgal sonrası, Irak hükümetleriyle uzun süreli gizli petrol anlaşmaları yaparak, arkalarında yanmış, yıkılmış, harap olmuş bir ülke bırakıp, çekip gittiler. Gitmeden once de, dünyaca ünlü Bağdat müzesini talan ettiler. Depolarda sakladıklarını, otuz-kırk yıl sonra kendi müzelerinde sergilediklerinde kimse şaşırmasın.
Bir başka büyük yalan: Volkswagen firmasının Meksika’da imal edip, ABD’ye sattığı dizel otomobillerdeki emisyon yalanı ortaya çıkınca, Almanlar, Amerikalılara milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kaldılar.
‘Yalancının mumu yatsıya karar yanarmış’ derler. Çok doğrudur, o mum eninde sonunda sönüverir. ‘Yalandan kim ölmüş’ denilir. Örneklerde görüldüğü gibi, bir yalandan binlerce insan ölebiliyor. Yalanın dokuz yerde yeri vardır’ da derler. Nedir bu dokuz yer, orası net bilinmez. Savaşlarda esir alındığında, ‘vatanı kurtarmak için’, normal hayatta da, ‘bir aileyi kurtarmak için’ yalan söylenebilir, hepsi okadar. Bunun dışında, yalanın hiç bir durum ve olayda, asla yeri olmamalıdır.
Başkan Clinton’un, stajyer Monika Lewinski ile olan ilişkisi, Amerikan medyasında flaş haber olarak ortaya çıkınca, hiç kıvırtmadan, yalana başvurmadan, ‘evet ilişkim olmuştur’ diye yanıtlayınca, ‘bu onun özel hayatıdır, sadece eşi ve ailesini ilgilendirir’ denildi ve olay kapandı gitti. Yalan söyleseydi başına kimbilir neler gelirdi.
Doğruyu söylemek, bazan insanın kendisi ve yakınlarını incitse de, gerçekleri çarpıtmadan dosdoğru söylemek, her zaman en iyisidir. Çalışma hayatında mesleğinizi icra ederken, yalan beyanda bulunmanızı isteyenler hep olur, olmuştur. Örneğin, bir hastaya kanser tanısı konulduğunda, yalancı bir tanının söylenmesini isteyenler, hatır için, sınavı kaçırdığı, anne ya da çocuk bakacağı, evini taşıyacağı, hatta tatile gideceği için istirahat, çacuğunun beden derslerine girmemesi için, sağlık raporu yazmamızı, isteyenler hep olmuştur. Bu durumda hekimler, yalan söylemek ve yalan beyan etmekle, doğruyu söylemek arasında bocalarlar. Belediyelerde ve madenlerdeki ruhsat işlerinde yapılan yalanlar, göz yummalar, hata ve yanlışları, depremlerde ve maden kazalarında kaybettiklerimizle ödüyoruz.
Yazıyı, fıkra gibi bir olayla bitirelim:
Ayni sınıfta olup ayni evde kalan dört öğrenci, geceki eğlenceden uykusuz kalınca, ertesi gün yazılı sınavı kaçırırlar. Hep birlikte hocanın odasına giderek, ‘hocam gelirken arabamızın tekeri patladı, o yüzden sınavı kaçırdık, bize bir şans daha verin’ diye yalvarırlar. Hoca öğrencilere inanmasa da, ‘peki yarın şu saatte gelin, size ayrı bir sınav yapacağım’ der.
Ertesi gün sınav salonunda hoca, dördünü de ayrı köşelere oturtur. Soruların üç tanesi onar puanlık kolay sorulardır, yetmiş puanlık son soruda ise, ‘hangi lastik patladı diye sorulmuştur.
Akıllı insanları, yalanlarla aldatmak oldukça zordur.
3 yorum
Önemli bir sorunumuzu güzel bşr hikaye ile bağlayarak yazmışsınız.Bu yalan sorununa dinlerde yasak ve günah yaklaşımı ile engel olmaya çalışmışlardır.Ama insanoğlu çıkar ve menfaat sebebiyle bu yanlışı hep yaşamış,yaşamaktadır…
Önemli bir toplumsal soruna değinmiş ve çok güzel irdelemişsiniz Haldun Hocam. Çağdaş batı toplumlarında devletler vatandaşa ve beyanına çok önem verir ; o derece ki, örneğin Almanya’da, vatandaş elektrik sayacını kendisi okur , kendisine gönderilen forma yazar ve postayla gönderir. Elektrik firması bunu o şahsın dosyasına kaydeder. Dönem sonunda aynı şekilde vatandaşa göndermiş olduğu formda sayacın son göstergesini okuyup göndermesini ister, yaptığı harcamayı esas ve doğru kabul eder, bu rakamlara göre yıllık ve aylık harcamasını tespit eder , bunu aylık dönemler halinde banka kontosu/hesabından keser dönem sonunda vatandaş eksik kullandığı elektrik faturasını vatandaşa iade eder, fazla ise yeni dönemde yine bunu banka hesabına fatura eder. Yani devlet vatandaşına o denli güvenir ki , sayacı okuması için görevli memurunu vatandaşın evine göndermez. 2009-2013 yılları arasında Almanya Baden Württenberg Eyaleti Stuttgart bölgesinde kaldığım dönemlerde uygulama bu şekilde idi. Yani Devlet vatandaşına güvenir, beyanını esas kabul eder ve itimadını da ödediği faturasına böyle yansıtır. Ama vatandaş da yalan söylemez, devletini sever zarara uğratacak yalan beyanda bulunmaz . Gelin de bu sistemi bizde uygulamaya koyun da sonucu görün !…
Selam ve saygılarımla .
Konuyu çok güzel toparladınız. Bizde yalanın her türlüsü, her aşamada söz konusu.
Yalanın dokuz yerde yeri olduğunu sanmıyorum. Ancak bizim toplulumuzda en tepede bile yalan çok geçer akçe. Üstelik daha sonra “söylendi geçti gitti “deyip yalanı ilan etme cesaretine sahibiz.
Yalansız günler umuduyla.