Bestesi Avni Anıl’a, güftesi Ümit Yaşar Oğuzcan’a ait olan nihavend makamındaki bu unutulmaz şarkının sözlerini biraz değiştirerek, hekimlerin günümüzdeki durumuna biraz olsun dikkat çekmek istedim.
Bugüne kadar hem yazılı ve sözlü basından hem de bana iletilen dolaylı şikâyetlerden, hekimlerin ve genel ifade ile sağlık çalışanlarının sıkıntılarının aşağı yukarı neler olduğunu ana hatlarıyla biliyor ve daha fazlasını da tahmin edebiliyordum, fakat işin boyutunun buralara kadar uzandığını ya da uzanabileceğini maalesef tahmin bile edememiştim; ta ki bir öğrencimin sıkıntılarını, bana sözlü olarak, birinci ağızdan anlatmasına kadar.
Şimdiye kadar “şu kölesi” “bu kölesi” gibi insanların insanlığının istismar edildiği değişik meslek gruplarını biliyorduk ama anlaşılıyor ki bir de “sağlık kölesi” denebilecek bir “kölelik” kolu daha oluşmuş. Ne ad verilebilir, insafı olan söylesin; dövülen, yaralanan, kaçırılan, işkence yapılan, öldürülen, asgari ücret civarındaki bir paraya çalıştırılmak isten, illegal uygulamalar için zorlanan ve şu ya da bu şekilde sömürülen bunlar değil mi? O halde bunlara “sağlık kölesi” desek çok mu ağır olacak, çok mu insafsızlık olacak?
Türkiye’nin iyi bir tıp fakültesinden mezun olmuş, iyi bir tıp fakültesinin iyi bir branşında ihtisasını yapmış, ailevi nedenlerle özel bir sağlık kuruluşunda “Op. Dr.” unvanı ve büyük umutlarla göreve başlamış. Neredeyse tuvalete gitmek için bile izin alınma zorunluluğunun yanında kongrelere gitmek yasaklanmış, bir kuruluşun önerdiği halk konferansına izin verilmemiş, hastayı hiç görmediği riskli ameliyatlar üzerine yazılmış, kendi hastaları hastası az olan unvanlı meslektaşlarının üzerine yazılmış, kazandığı maaşı almada sıkıntılar yaşanmış, kongre katılım belgelerinin üzerine başka meslektaşlarının adı yazılmış vs, vs. İşte yukarıda sözünü ettiğim, çektiği sıkıntıları anlatmaya çalıştığım öğrencim bu.
Diyebilirsiniz ki daha ne diye orada duruyor, çeksin bir başka yere gitsin. Nereye gidecek, gittiği yer daha mı farklı olacak?
Öyle anlaşılıyor ki artık iş çığırından çıkmış. Bu zavallı “Op. Dr.” adını vermekten bile korkuyor; “Adımı açıklarsanız inkâr ederim.” diye beni de uyarıyor. Artık illegal güçlerin de işin içine karıştığı anlaşılan bu kişiler kim ya da bu kurumlar nedir? İşin acı tarafı, bunu yapanların büyük bölümü aynı sektörün adamları, aynı sırayı aynı kaderi paylaşan insanlar. Kendilerinin, ailelerinin ve devletin binbir fedakârlıklarla okutup iş bekledikleri bu insanlar sıradan insanlar değiller. Hem IQ olarak hem de icra ettikleri meslekleri bakımından toplumda özel bir konuma sahiptirler ya da sahip olmaları gerekir. İnsanlık için her meslek kutsaldır, fakat bunlar arasında iki meslek ayrı bir özellik gösterir: Hekimlik ve öğretmenlik. İnsanlar iki meslek mensubuna da en sevdikleri varlıklarını teslim ederler; canlarını ve çocuklarını. Böylesine önemli iki sektörden birisi zaten itibarsızlaştırıldı, diğerinin akibeti de ötekine benzemek üzere.
Kişinin ve aileninkinin yanında devletin de büyük fedakârlıklarla “doktor” yaptığı bu insanlara kim sahip çıkacak ve haklarını kim koruyacak? Elbette ki koruyucu olan devlettir ve onun görevli kıldığı Sağlık Bakanlığıdır. Diğer yanda, meslek kuruluşu olan Türk Tabipleri Birliğidir. Bu iki kurum, mazeret bulmaya çalışmadan ve üzerlerine vazife olmayan konuları öteleyerek kendi meslektaşlarının hayati sorunlarına merhem olmaya çalışmalıdır.
Bir diğer önemli nokta da, meslektaşların birbirlerini yemeyi ve karalamayı bırakarak deontolojik ve etik kurallara uyma konusunda hassas davranmaları gereğidir. Benim bile şahit olduğum ve azar niteliğinde karşılık verdiğim bir diğer meslektaşı kötüleme gayreti neredeyse herkesi sarmış durumda. Hani deontoloji?
Sadece diplomayla “doktor” olunmaz, o mesleğin gereklerini de yerine getirmeniz gerekir.
Umarım, bu sözlerim de diğerleri gibi havada kalmaz ve görevli ve yetkili kurumlar bu sıkıntıların ve dejenerasyonun önüne geçecek önlemleri alırlar.
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.