Her toplumun kendine göre bir kültürü vardır. Kelime olarak kültür, Latincede toprağı işlemek, bir şeyler ekip ürün almak ve üretmek anlamında olan “culture” sözcüğünden gelmektedir. Kültürün tanımında, mahsul elde etmek gayesi ile tarlasını ekerek mahsul almayı gaye edinen köylü örnek alınmış. Bu mukayese ile insan zihnini çalıştırmak ve onu verimli hale getirip ondan meyve yani yarar elde etmek için gösterilen çaba da kültür diye adlandırılmıştır.[1] Zamanla “culture” kelimesi bütün Batı dillerinde çeşitli şekillerde değişik anlamlar için kullanılmaya başlanmıştır.[2] Ardından kültür kelimesi, Türkçeye ve diğer Doğu dillerinde kullanılmaya başlamıştır. Kültür, günlük hayatımızda en fazla kullandığımız kelimelerden biridir. Arapçada kültür kelimesi için kullanılan “sekâfetu”, aynı hedefe yönelmek, bulmak, düzeltmek için şeklini değiştirmek, fikir canlılığı kazanmak, çabuk ve süratli bir şekilde anlamak, kavramak, idrak etmek ve benzeri anlamlar için kullanılan “sekâfe” filinden türemiş bir isimdir. Bu isim, eğitim ve maharet anlamındadır.[3]
“Sekafe” fiili, Kur’ân’da dört ayrı yerde geçmektedir.[4] “sekafe” fili, bu ayetlerin dördünde de herhangi bir şeyi tam manası ile idrak etmek ve net bir şekilde görüp yakalamak anlamındadır.[5] Kur’an’da başka iki ayette ise, bu fiilin meçhulü kullanılmaktadır.[6] Buna göre bu fiil, Kur’ân’da toplam altı yerde geçmektedir. Yapılan tanımlardan da anlaşıldığı gibi Arapça kaynaklarda “sekâfe” kelimesi, ağırlıklı olarak tam manası ile anlayıp kavramak demektir.[7] Ayrıca Arapçada, batı dillerinde kullanılan “culture” kelimesinin karşılığı olarak “hars” kelimesi de kültür anlamında kullanılmaktadır.[8] “Hars” kelimesi, “harese” fiilinden türemiş bir isimdir. “Harese” fiili, toprağı ekmek için sürmek, ziraat etmek, tohum ekmek, malı toplayıp biriktirmek, ahiret için çalışmak, aile bireyleri için çalışmak, ateşi tutuşturmak, çalışıp yorulmak, çalıştırdıklarını yorumlamak, yayı hazırlamak, araştırmada bulunmak ve benzeri anlamlara gelmektedir. Bu fiilden türemiş olan “hars” ismi ise, Ekin, ziraat için hazırlanmış yer, tarla hem dünya hem ahiret için çalışma, nasip, pay, kazanç, servet, kültür, tohum, çiğnenmiş yol, sevap ve benzeri anlamlar için kullanılmaktadır.[9] Kur’an’ın bir yerinde[10] geçen “hars” kelimesi, ekinlik, tarla ve neslin devamı için çocuk tohumunun bırakıldığı yer anlamındadır. Burada, edebi yönden bir benzetme ve kinayeli ifade bulunmaktadır.[11] Bu ayette geçen “hars” kelimesinden kasıt, meşru bir şekilde evlenmek ve çocuk sahibi olmaktır. Kur’an’da, on üç yerde isim ve bir yerde de fiil olarak geçen “hars” kelimesi[12] genel olarak ekin anlamında kullanılmaktadır.
Batılıların kültür kelimesini ilk olarak ziraat ve derin bilgi gibi anlamlarda kullanmaları ile Kur’an’da geçen “hars” ve “sekâfe” kelimelerinin anlamları arasında semantik açıdan bir ilgi ve alaka bulunmaktadır. Bu anlamlar, bir yerde örtüşür gibi görünmektedir. Batılı ilim adamlarının, bu anlamları Kur’an’dan elde etmiş olmaları mümkün olabileceği gibi, diğer kutsal kitaplardan anlamış olmaları da düşünülebilir. Ayrıca bu kavramların, eski dillerin kökeninden de üretilerek geliştirilmiş olmaları da akla gelmektedir. Kültür kelimesinin bugüne kadar pek çok tanımı yapılmıştır. Bazı ilim adamları, onun yüz yetmişe yakın değişik tanımını tespit etmişlerdir.[13]
Birçok unsurları içeren ve yakın kavramları çağrıştıran kültür, tanımlanması gerçekten zor olan bir terimdir. Genel anlamda kültür, insan davranışlarını, gelenek ve yasaların temelini oluşturan, dil, din, tarih, ahlâk, değer ve alışkanlıkların tümünü kapsar. Toplumun en küçük birimi olan ailenin bir kültürü olduğu gibi, belli bir eğitim ve meslek grubunun da kendine has bir kültürü vardır. Değişik zamanlarda yaşayan kuşakların kültürleri farklıdır. Çocukların kültürleri anne-babalarının ve büyük anne-babalarının kültürlerinden farklı olabilir. Kültürün dinî ve etnik düzeyleri olabildiği gibi, yerel ve bölgesel düzeyleri de vardır. Kültürün daha kapsamlı boyutu ise bir toplumdaki bütün nüfus için geçerli olan toplumsal boyutudur. Tüm insanların mirası olarak kabul edilen ortak değerler de kültürün insanlık boyutunu oluşturur.
Dilin, kültür unsurları arasında çok önemli bir yeri vardır. Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıtadır. Dil, insan yapısında var olan bir şeydir ve onun içgüdülerinin dışarıya yansıması neticesinde ortaya çıkmaktadır. İnsanlar, duygu ve düşüncelerini dile getirmek, fikirlerini ortaya koymak, meramlarını birbirlerine iletmek için, dil denilen vasıtaya başvururlar.[14] Duygu, düşünce ve dileklerimizi anlatmaya yarayan ses işaretlerinin hepsine birden dil dememiz mümkündür. Çünkü dil, en basit anlamı ile bilgi alışverişinin aracıdır. Dil, yeryüzünde ilk organizmalarda aynı cinsten olan canlıların iletişim kurma ihtiyacından doğmuştur.[15] Kur’ân’da, bu hususta şöyle buyrulmaktadır: “Rahmân, Kur’ân’ı öğretti, insanı yarattı ve ona düşünüp ifade etmeyi öğretti.”[16] İnsanda var olan bu dil kabiliyeti, konuşma yeteneği, onu diğer canlılardan ayıran önemli bir özelliktir. Şiir, edebiyat, sanat, ilim, hukuk, felsefe ve benzeri değerler, hep dil ile açıklanmaktadır.[17] Genelde insanlar, hayatlarında olmazsa olmaz derecesinde önemli olan dil üzerinde düşünmek istemezler. Fakat bir dili düşünmek, bir hayatı düşünmek demektir.[18] Konfüçyüs’e, “Bir ülkenin tüm yönetimi sana bırakılsaydı, ilk iş olarak ne yapardın?” diye sormuşlar. O da bu soruya karşı şu cevabı vermiştir: “Bir memleketin idaresini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dili gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise, kelimeler düşünceyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilmezse, vazife ve hizmetler, gerektiği gibi yapılamaz. Vazife ve hizmetin gerektiği şekilde yapılmadığı yerlerde örf, âdet, kaide ve kültür bozulur. Âdet, kaide ve kültür bozulursa, adalet yanlış yerlere sapar. Örf, adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki, insan hayatında hiçbir şey, dil kadar önemli değildir.”[19] Çünkü bir milleti yok etmenin yolu, o milletin dilini yok etmekten geçer. Bir milletin kültürünü hissetmek ise, o milletin dilini öğrenmekten geçer. Her milletin kendi diline olan ihtiyacı, vücudun kana olan ihtiyacı gibidir. Unutmamak gerekir ki din de dil ile anlatılır. Dil olmazsa, din de anlatılamaz. Dil gibi milletlerin şah damarını oluşturan değerine sahip çıkmayanlar, namus gibi kutsal değerlerine de sahip çıkmazlar. Çünkü dillerine sahip çıkmayan milletler, bir süre sonra kültürlerini, kimliklerini, milli bilinçlerini, şahsiyetlerini, kısacası insani duygularını kaybedip asimile olup başka toplumların arasında erirler, yok olup giderler.
Her toplumun dünya milletleri arasında onurlu bir şekilde ayakta durup yaşaması için, kültürüne ve kutsal olan diline sahip çıkması gerekir.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
[1] Muhammed Aziz Lehhabi, Milli Kültürler ve Medeniyet, trc. Bahaeddin Yediyıldız, İstanbul 1980, s. 26; Erdoğan Pazarbaşı, Kur’ân ve Medeniyet, Pınar Yayınları, İstanbul 1996, s. 22, 59.
[2] Fernand Braudel, Tarih Üzerine Yazılar, trc. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara 1992, s. 262.
[3] Halil b. Ahmed, “sekafe”, Kitâbu’l-Ayn, s. 117; Mecduddin Muhammed b. Yakub el-Fîrûzâbâdî, “sekafe”, Besâiru Zevi’t-temyîz fî Letîfi’l-Kitâbi’l-Azîz, Beyrut tsz. II, 347; Mevlüt Sarı, “sekafe”, Arapça – Türkçe Lûgat, Bahar yayınları, İstanbul tsz. s. 177.
[4]el-Bakara 2/191; en-Nisâ 4/91; el-Enfâl 8/57; el-Mümtehine 60/2.
[5] el-Hatib, Mefâtîhu’t-Tefsîr, I, 414.
[6] Alu İmrân 3/112; el-Ahzâb 33/61.
[7] Halil b. Ahmed, “sekafe”, Kitâbu’l-Ayn, s. 117.
[8] Ferit Develioğlu, “hars”, Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara 2007, s. 333.
[9] İbn Manzûr, “harese”, Lisânu’l-Arab, II, 134.
[10] el-Bakara 2/223.
[11] el-Mâverdî, en-Nuketu ve’l-Uyûn, I, 284; eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, I, 293.
[12] Abdulbaki, “harese”, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 192.
[13] Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İnsan Yayınları, İstanbul 1986, s. 9.
[14] Bedia Akarsu, Wilhelm Von Humboltd’da Dil-Kültür Bağlantısı, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984, s.19.
[15] Steven Roger Fischer, Dilin Tarihi, trc. Muhtesim Güvenç, Türkiye İş Bankası yayınları, İstanbul 2013, s. 1; Tahir Nejat Gencan, Dilbilgisi, İstanbul 1966, s. 1.
[16] er-Rahmân 55/1-4.
[17] Hakan Poyraz, Dil ve Ahlak, Vadi Yayınları, Ankara 1996, s. 11.
[18] Jean Greisch, Wittgenstein’da Din Felsefesi, trc. Zeki Özcan, Asa Yayınları, Bursa 1999, s. 73.
[19] İsa Kayaalp, İletişim ve Dil, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, Ankara 1998, s. 58; Nermi Uygur, Dilin Gücü, Kabalcı yayınları, İstanbul 1994, s. 4.