Ülkemizin toprakları, binlerce yıldır büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. İnsanlığın özeti diyebileceğimiz yoğunlukta, bütün din ve kültürlerin kalıntıları varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle bugün, dünyanın birçok ülkesine yayılmış dinler ve kültürlere mensup insanlar için Anadolu, bu tarihsel ve kültürel zenginliği ile dikkatleri üzerine çekmektedir. Kısa ya da uzun vadeli ziyaretler için ülkemize gelen turistler, doğal varlıklarımızın eşsiz güzelliği yanında, tarihsel olarak geçmişe dair kültürel izlerin bulunduğu coğrafyamızın özellikle bu zenginliklerini yerinde görmek ve daha ayrıntılı bilgi sahibi olmak amacını taşımakta, bu taleplerini sık sık dile getirdikleri gözlenmektedir. Özellikle bu örtülü taleplerinin gereği gibi karşılanabilmesi, kültür tarihi ve felsefesi alanında yetişmiş insan kaynaklarına olan ihtiyacı gündeme getirmektedir. Çalışmanın amacı; kültür felsefesinin, sürdürülebilir bir turizm için ön plana çıkarılmasının önemine işaret etmektir.
Çalışma, felsefe bölümlerinde lisans ve lisansüstü düzeyde okutulan kültür felsefesi derslerinin, başta Antalya olmak üzere farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış illerimizde, turizm ekonomisine nasıl ve hangi yollarla öncülük edeceği konusunu içermektedir. Kapsam, kültür felsefesinin yurt sathında turistik bölgelerimizin her birinin doğasına uygun, verimli bir pratiğe dönüştürmenin imkânlarını araştırmaktan ibarettir.
Kültür felsefesi kuramdan eyleme taşındığı takdirde, turizmde süreklilik ve ekonomik verimlilik sağlanacaktır. Deniz, kum ve güneş, turizmde geçici ve mevsimlik bir hareketliliği sağlamakla sınırlı olurken; kültür bilimleri ve kültür felsefesi, var olan farklı medeniyetleri ve bunlara kendini nispet eden farklı turist kitlelerini, daha kalıcı tarihsel mirasla yakınlaştıracak, yıldan yıla inişli-çıkışlı eğilimler gösteren turizm sektörüne sürekli canlılık katacaktır. Ülkemiz turizmi bundan iki verimli sonuç elde edecektir: İlki, Türk kültürü ve diğer kültürler arasında bilimsel temellere dayalı bir iletişim kurulmuş olacak, kültürlerarası yakınlaşma sağlanacak, bu alanda akademik ya da mektepli kültür elçileri yetişmiş olacaktır. İkincisi, ülkemizin turistlere cazip gelen doğal güzelliğini bile yeterince tanıtabilecek turizm elçisi sıkıntısı yaşanırken, kültür elçileri bu alandaki boşluğu da doldurmuş olacaklardır.
Turizm ve felsefe
Antikçağ’dan beri, felsefe tarihi üç temel sorunun çevresinde döner: Doğa, İnsan ve Tanrı. Felsefe, salt insan usu ve düşüncesinin edimi olarak insanın kendisi başta olmak üzere, Doğa ve Tanrı sorununu da yine insan varoluşu bağlamında çözme çabalarının tarihidir. Başka türlü söylemek gerekirse felsefe yapan insan, kendisi dışında, Doğa ve Tanrı’yı da yine kendisi için soruşturmakta, incelemektedir. Ussal düşünce, duyular, sezgi gücü, deneysel çabalar hep bu üç sorunla ilgili gerçek bilgiye, doğru bilgiye ulaşma amacına yöneliktir. Felsefe; İnsan, Doğa ve Tanrı üzerinden varlığı, bilgiyi, etik ilkeleri, sanatı, estetik objeyi ve estetik bilgiyi arar. Amaç, etikte ve sanatta somutlaşır: Erdemli bir yaşamdan kaynaklanan mutluluk ve estetik zevk.
Bu temel felsefe sorunları arasında asıl özen olan insandır. Çünkü felsefe yapan özne odur. Öyleyse, insanın kendisi nasıl bir varlıktır?
Biyolojik bir varlık olması, onu öteki canlılardan ayırmaz. Başka bir özelliği olmalıdır. İnsanı insan yapan, onu diğer canlı türlerinden öteye taşıyan varlık koşulları ve özellikleri olmalıdır. İnsan, bir canlı olmanın ötesinde bir varlık olduğuna göre, insanlaşmasını sağlayacak ikinci bir varlığı olmalıdır. Bu ikinci varlığı, kültür üreten yanıdır. Gerçekte, asıl varlık özelliği de bu noktada aranır.
Kültür felsefesi, insan-doğa ilişkisini konu edinir. Peki, doğa nedir? Doğa, insan ve öteki varlıkların yaşadığı evrenle mi sınırlıdır? Kültür felsefesi, Doğayı bu evrenle sınırlamaz. İnsanın kendisi dahil olmak üzere, bu doğa ve Tanrı da kültürel anlamda doğa demektir. İnsan doğa ile ilişki kuran bir varlıktır derken, kendisi ve kendisi dışındaki tüm varlık sferini içine alan bir doğa durumundan söz ediyoruz demektir. Öyleyse insan, kendi varlığına ilişkin doğasıyla ilişki kurduğunda kendi varoluşunun özelliklerini, yaşadığı evrenle ilişki kurduğunda o evrenin yapısını ve içindekileri ve Tanrı ile ilişki kurduğunda dinleri ve mitleri bilmek merakıyla edimde bulunuyor anlamına gelir. (Özlem, 2008). Bu doğalarla ilişki kurmak, kültür öğeleri yaratmaktır. İnsan-doğa ilişkisinde kültürel semboller, simgeler üretilir. Öyleyse insan, semboller ve simgeler yaratan bir öznedir. Tersini düşündüğümüzde insan, yanlı diğer canlı türlerinden birisi olarak kalır. Üstelik onların da gerisine düşer. Çünkü insanlaşması, simgeler ve semboller yaratmasına bağlıdır. Bunu yapamadığı zaman insanlaşamamış olur; insanlaşamamış bir insan, diğer biyolojik varlıkların varlık koşullarını da karşılayamaz duruma gelebilir.
Turizmin altyapısını işte bu kültür felsefesi oluşturur. İnsan, Doğa ve Tanrı hakkında yaratılan simgeler ve semboller, turizmde çevre etiği, kültürel ve dinsel yapıtlar insan varlığının temel gereksinimleri ve nihayet mutluluğu gibi konuları öne çıkarır. Örneğin yaşadığı doğayla ussal-etik bir ilişki kurmayan bir toplum için çevre etiği ilkeleri çiğnenebilir. Doğaya saygısızlık, doğa ile ilişkinin us dışı-etik dışı olmasından dolayıdır. Hava, toprak, su ve bütün olarak doğal çevre tüketim aracı haline getirilir. Deniz, güneş ve yeşil alanın yerini beton alır; insan doğa yerine kendi yarattığı yapay şeylerle, betonla ilişki kurmaya zorlanır. Betonlaştıramadığı deniz, kum ve güneşi, betonlaştırdığı doğa ile zorla bir araya getirerek onları da bozar. Böyle bir kör döngüden kalıcı bir turizm doğmaz.
Çevreyi tahrip ederken aynı zamanda kendi varoluşunun doğasını ve olanaklarını yok ettiğinin ayrımına varamaz. Çünkü yaşadığı doğadan önce kendisi kopmuştur ve doğa-insan ilişkisinde artık tek taraf olarak kalmıştır. Semboller ve simgeler üretecek tarafı, yani doğayı yitirmiştir.
Tarihsel, kültürel ve dinsel eserlerden oluşan doğa, bu ilişki çarpıklığından payını almaktadır. Doğayı tahrip eden insan, doğanın içerdiklerini de tahrip etmektedir. Ülkemiz, sayısız uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Anadolumuz’da, bu uygarlıklara ait dünyada eşi bulunmaz pek çok tarihsel kalıntı bulunmaktadır. Son zamanlarda tarihsel doğaya karşı umut verecek resmi ve sivil bilinç yükselmeye başlamışsa da, toplumsal bilinç henüz beklenen düzeyde kendini göstermiş değildir.
Şimdi, tarihsel doğaya ilgisiz bir insan, bu kalıntılardan nasıl semboller ve simgeler üretebilecektir? Başka bir deyişle, pek çok din ve kültürel havzaya ait tarihsel kalıntıları ve zenginlikleri barındıran Anadolu’da, bunların ait oldukları uygarlıkları yakından tanımak, bilmek ve bugünkü Türk kültürünü zenginleştirmek için, turizmdeki insan kaynaklarının harekete geçirilmesi, bu doğayla kültürel bir ilişki içine sokulması kaçınılmazdır. Dünyanın her yerinden gelen turistler, Anadolu ile tarihsel ve kültürel anlamda ilişki kurmayı tasarlamaktadırlar. Bu ilişkilerini Türk turizminin çalışanları olarak kolaylaştırabilmek için, öncelikle ulusal turizm felsefesi oluşturmamız, öncelikle kendi turizm çalışanlarımızı Anadolu’daki bütün uygarlıklar hakkında kültür felsefesi yoluyla yetiştirmemiz gerekmektedir.
Anadolu: felsefenin en önemli doğum yeri
Antikçağ felsefe geleneğinin çok önemli bir kaynağı olan Anadolu, bu yaşadığımız toprakların kültür felsefesi açısından dünyanın ilgi odağı olmasını sağlamıştır. Antik felsefenin en önemli iki kolundan biri İonia’da doğmuştur. İonia, bugün İzmir ve Aydın kıyı şeridinin adıdır. Antikçağ felsefesinin İonia kolu burada doğmuştur. Bu bölgenin Miletos kentinde Thales ve onun ardılları Aneximandros ve Anaximenes’le doğan ve daha sonra Herakleitos’la büyük bir atılım kazanan felsefe güneşi, Perslerin Batı Anadolu’da yayılmasıyla sona ermiştir. (Timuçin, 2015).
Turizm anlayışı, bu kıyı şeridine kum, deniz ve güneş olarak bakmakla sınırlı kalmamalı, İonia felsefesini çok yakından tanımayı amaçlamalıdır. Bu bölge ve çevresi, Antikçağ felsefesine ait pek çok tarihsel kalıntıları, yüzlerce yıllık felsefi ve kültürel izleri taşımaktadır. Turizm felsefesini bu tarihsel gerçeklere göre yeniden biçimlendirmek, sürdürülebilir Türk turizmi için yaşamsal önemdedir.
Anadolu’nun yalnız bu kıyı şeridi değil, neredeyse tüm Batı yakası Antikçağ felsefesi ve ona ait kalıntılara ev sahipliği yapmaktadır. Milas, Balıkesir, Çanakkale, Denizli, Burdur, Isparta, Antalya ve daha burada saymakla bitiremeyeceğimiz bugünkü pek çok ilimiz sınırları içinde, insanlığın felsefe ve bilimle tanışmasını sağlamış ihmal edilemez bir felsefe geleneği, felsefe birikimi vardır. Bu birikimi göz ardı etmemek ancak kültür felsefesiyle mümkündür. Bu arada, “kültür turizmi” gibi buna benzer kavramlar son yıllarda geliştirilmiş olsa da, bunun daha derinlikli bir kültür felsefesi anlayışıyla yeniden düzenlenmesi gerekir.
Anadolu: dinlerin eyleştiği yer
Anadolu’da gelmiş geçmiş tüm dinleri tarihsel olarak sıralayacak değilim. Yalnızca üç büyük dinden kısaca söz etmek yeterli olacaktır.
Yahudilikten başlayabiliriz. Doğduğu ve geliştiği bölge, bugünkü adıyla Ortadoğu’dur. Mısır’da Hz. Musa ile birlikte din, Musevilik olarak adlandırılacaktır. Tarih, M.Ö. 1500- 1600 civarındadır. Üç büyük dinin ilki olan Yahudilik, din olmadan önce Yahudi tarihi olarak daha erken dönemlere kadar gider. Bu bakımdan Yahudilerin tarihi, Musa ile dinleşmiştir. Başka bir deyişle Yahudiler tarihlerini dinleştirmişlerdir.
Doğduğu toprak Mısır ve çevresi ise, Yahudiliğin Anadolu ve Türklerle ilişkisi nereden geliyor? Kültür felsefesi için Yahudiliği, ulusal bir turizm anlayışı olarak geliştirmek için bilmenin önemi nedir?
M.Ö. 223 ile 187 yılları arasında hükümdarlık sürmüş ve Doğu Akdeniz’in egemeni Antiochus tarafından Yahudilerin Anadolu’ya yerleştirildikleri bilinmektedir. Yahudilerin Anadolu’da yaşamalarına dair ilk kanıt, bu dönemde Anadolu’ya yerleşmiş olan Yahudi nüfusunun varlığıdır. Anadolu’nun güneybatısında, M.Ö. 1300 yıllarında Lidyalılar tarafından bugünkü Manisa, Salihli’deki Sart kasabasının adını aldığı Sardes’te, M.Ö. 5. yüzyıla ait bulunan sinagog kalıntıları da bu saptamayı doğrulamaktadır. (Gamm, 2014).
Osmanlı Türkleri, 13. yüzyılda güçlenmeye başladıklarında Yahudilerle bazı temaslar başlattılar. Konya, Bursa ve Balkanlar’da, Yahudi aileler ve sinagoglar bulunuyordu. Osmanlı topraklarında yaşayan Yahudilerin sayısı, İspanya’dan kovulan Yahudilerin kabulü ile önemli ölçüde arttı.1839’aa geldiğimizde, Tanzimat Fermanı’ndan sonra tüm vatandaşlar eşit sayıldı. 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde sekiz Yahudi bulunuyordu. (Gamm, 2014).
Anadolu’da Yahudilik ve Yahudiliğe ait tarihsel kalıntılar, doğaldır ki bu verdiğim kısa bilgi ile sınırlı değildir. Ülkemizde Yahudiliğe ait hangi sinagogların, havraların, tarihsel mekanların bulunduğu, ulusal turizmin gelişmesi açısından geçiştirilemeyecek önemdedir. Türk turizminin gelişmesi için Yahudilikle ilgili her türlü kalıntıları, bu dinin tarihi, Yahudilerin ibadet biçimleri, günlük yaşamda uyguladıkları dinsel törenleri bilimsel yöntemlerle araştırmak gerekir. Bunu yapmak için üniversitelerle işbirliği temel koşuldur. Kültür felsefesini doğrudan ve dolaylı olarak besleyen bütün bilim disiplinleri -örneğin arkeoloji, etnoloji, tarih, numizmatik, dinler tarihi…- elde ettikleri maddi ve manevi kültür değerlerini, kültür felsefesi çatısı altında bir araya getirip Türk turizmine kalıcılık sağlamak için işlemelidir.
Türk kültür turizmi için aynı bilimsel duyarlılık, Hıristiyanlık için gösterilmelidir. Hıristiyanlık, 1900 yıl önce Filistin topraklarında doğmuş, Tarsus’lu Aziz Pavlus’la Anadolu’da yayılmıştır. Hıristiyanlık, Yahudiliğin bir devamı olup İbrani dinlerinin ikincisidir. Anadolu’da Hıristiyanlık 1500 yıllık bir geçmişe sahip olduğu için bu dine ait pek çok kilise, mezhep, inanç biçimleri ve genel olarak Hıristiyan göreneklerine dayanan maddi ve manevi kültür öğeleri bulunmaktadır. Hıristiyanlar için Anadolu, bu dinin doğduğu topraklardan daha çok önem taşır. Türk turizminin Hıristiyanlığı tıpkı Yahudilik gibi yakından incelemesi ve bu dine inanan ya da kültürel olarak değer veren turistleri kendi topraklarımızda bilimsel yetkinlikle tanıtabileceğimiz bilgi birikimini edinmesi yaşamsaldır.
Türk halkının büyük çoğunluğunun mensubu bulunduğu, Sami dinlerinin sonuncusu olan İslam ve İslam eserlerini burada ayrıntılı ele almaya gerek kalmayacak ölçüde biliyoruz.
Yalnız Yahudilik ve Hıristiyanlık için değil, İslam dini hakkında da Türk turizminin İslam ülkelerine gelen Müslümanlar ve İslam kültür eserlerine ilgi duyan öteki din mensuplarına bilimsel düzeyde aydınlatıcı bir kültürel kılavuzluk yapabilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Dinler ve kültürler, sahip olduğumuz deniz, kum ve güneşten daha kalıcı ve nitelikli bir turizmi beraberinde getirecektir.
Öneriler
Ülkemizde sürdürülebilir turizmi geliştirmek için, dört mevsimin de yaşandığı zengin bir doğaya, verimli bir coğrafyaya sahip olmamız yeterli değildir. Nitekim, her mevsimde elimizdeki doğal zenginliklerin turist çekmek için neredeyse alternatifsiz bir seçenek olduğuna ilişkin yerleşik bir kabul, kültür felsefesi sayesinde artırılabilecek “insan-yapımı” turistik seçenekler konusundaki potansiyelleri perdelemektedir. Bunun için ilk önce, Ulusal Turizm Kültür Merkezleri kurularak özellikle dini-kültürel eserlerin yoğun olduğu bölgelerimizde yaşama geçirilmesi gerekir. Bu merkezler “turizm enformasyonundan” daha ciddi, disiplinli ve bilimsel titizliği öne çıkaran danışma ve kılavuzluk ocakları olmalıdır.
Anadolu’muzdaki dini, felsefi, ekonomik siyasi alanlarda tarihsel süreç içinde bugüne kadar gelen bütün din, kültür ve uygarlıkların, halen ayakta ya da harabe halinde olan bütün kalıntılarının kültürel anatomisi bilimsel bir yöntemle çıkarılıp kültür turizmi dökümüne kaydedilmelidir.
Bunu yapmak için özellikle üniversitelerin ilgili kürsülerinden kurumsal olarak yararlanmak, kültür turizminin yaşama geçirilmesi açısından zorunludur. Turistik bölgelerimizde bulunan üniversitelerimizdeki felsefe, sosyoloji, tarih, arkeoloji, eski çağ, sanat tarihi gibi bölümler kültür felsefesinin altyapısına destek olabilecek bölümlerdir. Bununla birlikte ülkemizdeki din, kültür ve uygarlık tarihine ait kalıntılarla ilgili olarak bu bölümler aracılığıyla toplanan veriler, özellikle felsefe bölümünde lisans ve yüksek lisans düzeyinde okutulan kültür felsefesi için bir bilgi havuzu oluşturacaktır. Kültür felsefesi bu havuzu, Ulusal Turizm Kültür Merkezlerinde doğrudan turizm politikasına uyarlayacak, turistik yaşama aktaracaktır. Bu aktarımı ve kültürel turizm pratiğini felsefe bölümlerinin üstüne alması, ilahiyat, felsefe ve kültür varlıkları için yerinde ve rasyonel bir seçenek olacaktır.
Kaynakça
Gamm, Niki, (2014). The Jews and Anatolia 2.500 Years of History: Hurriyet Daily News.
Özlem, Doğan ,(2008). Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, Ankara: Doğubatı.
.
1 yorum
I’m very happy to read this. This is the type of manual that needs to be given and not the random misinformation that is at the other blogs.
Appreciate your sharing this best doc.
Feel free to visit my homepage; http://goattesto.com/