Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
Kur’ân’ın özeti durumunda olan Fatiha Suresinin başında, Allah’ın tüm âlemlerin Rabbi olduğu anlatılmaktadır. Yani Allah, herkesin Rabbidir. Onun yolunda ayrım, ötekileştirme ve benzeri şeyler yoktur. İnsan olarak herkes eşit tabi haklara sahiptir. Allah’ın adaleti herkes için eşit işler. Kur’ân’ın son suresi olan Nas Suresinin başında da Allah’ın tüm insanların rabbi, sahibi ve ilahı olduğu anlatılmaktadır. Kur’ân’ın bu özelliği, onun evrenselliğini çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ayrıca Allah’ın iradesi her şeyin üstündedir. Pek çok ayette, her şeyin O’nun iradesinin dâhilinde olduğu haber verilmektedir. Bu konuda bilgi veren bazı ayetlerin meali şöyledir:
“De ki: Ey egemenliğin sahibi olan Allah’ım! Sen, mülkü dilediğinden alır, dilediğine verirsin; dilediğini aziz, dilediğini zelil kılarsın; iyilik, senin elindedir. Muhakkak ki Senin gücün, her şeye yeter. Sen, geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarırsın; dilediğin kişiye hesapsız rızık verirsin!” (Alu İmrân 3/26, 27). “Allah neyi diliyorsa, onu hükmetmektedir.” (Mâide 5/1). “O bir şeyi yaratmak istediği zaman, O’nun işi, sadece ona “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.” (Yasin 36/82).
İhlas suresinde, Allah hakkında özet halinde şu bilgiler verilmektedir: “De ki: O Allah birdir, Samet’tir. (Her şey ona muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir). O doğurmamıştır ve doğurulmamıştır ve hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlas 112/1-4).
Bu ve benzeri ayetlerde haber verildiği gibi, Allah’ın iradesinin her şeyin üzerinde olduğu tartışılmazdır. Ancak O, insanlara belli bir ölçüde insanlara irade hürriyetini tanımaktadır:
“Allah’tan başka şeye tapanlara/taptıkları şeye sövmeyin ki, onlar da düşmanlıklarından dolayı cahilce Allah’a sövmesinler. Çünkü Biz, her topluma kendi yaptıklarını iyi göstermişiz. Sonra onlar Rablerinin karşısına dönecekler. O, onlara yaptıklarını haber verecektir.” (En’âm 6/108).
Aslında bu ayette birden fazla konu anlatılmaktadır. Önce hiçbir insanın kutsalına hakaret etmemenin ve sövmemenin gerektiği anlatılmaktadır. Ben başkasının kutsal kabul ettiği şeye söversem, o da benim inandığım Allah’a söver. Bu vesile ile ben, başkasının benim Allah’ıma sövmesine sebep olmuş oluyorum. Bu nedenle Allah, kendisine inanan kullarına Allah’tan başka herhangi bir şeye tapan kişilerin taptıklarına veya kutsal kabul ettikleri bir şeylerine dil uzatmamayı emretmektedir. Ben, başkasının taptığını, kitabını, mabedini, bayrağını, dilini, örfünü, âdetini vesaire herhangi bir değerini hor görüp hakaret edersem, oda benim değerlerimi hor görüp hakaret eder. Buna meydan vermemek için, hiçbir insanın maddi veya manevi değerlerine hor bakmamak, küçümsememem ve hakaret etmemem gerekir. Ne güzel söylemiş Hz. Muhammed (s.a.v.):
“Bir insanın kendi anne babasına küfretmesi, büyük günahlardandır.” Yanında bulunanlar, “Ya Resûlallah! İnsan kendi anne babasına küfreder mi?” diye sormuşlar. O, “Evet! İnsan başkalarının anne babasına küfrederse, onlar da onun anne babasına küfrederler. Dolayısı ile o kişi, kendi anne babasına küfretmiş olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 127, hadis no: 5141).
Ayetin devamında Yüce Allah mealen şöyle buyurmaktadır: “Çünkü Biz, her topluma kendi yaptıklarını iyi göstermişiz. Sonra onlar Rablerinin karşısına dönecekler. O, onlara yaptıklarını haber verecektir.” Bundan anlaşıldığı gibi, her toplumun kendine göre kutsal kabul ettiği maddi manevi değerleri vardır. Her kişi, her toplum, her millet değerlerine sahip çıkar, onları yaşayarak mutlu olmaya çalışır. İnsanlar, kültürlerini yaşayarak ayakta durmaya çalışırlar. Ayette dile getirildiği gibi Allah onlara kendi kültürlerini sevdirmiş, iyi göstermiştir. Başkalarının inancı, ibadeti, örfü, âdeti, geleneği, kısacası kültürü bize göre yanlış olabilir. Allah bize bu alanlarda ne hürriyeti tanımışsa, onlara da aynı hürriyeti tanımaktadır. Bunların hesabını yine Allah soracaktır. Bizim, başkalarını inançlarında, ibadetlerinden, dillerinden, örf ve adetlerinden dolayı sorgulamaya hakkımız yoktur. Ancak insanlara bu hürriyeti tanıyan Yüce Allah, sonuçta herkesi sorgulayacaktır.
Bundan anlaşıldığı gibi Yüce Allah, her kişiye, her topluma, her millete, başkalarına zararlı olmamak şartı ile bir irade hürriyetini vermiştir. Her insan, bu iradesini kullanma hak ve hürriyetine sahiptir. Bu irade, Allah’ın iradesi dâhilinde yaşanmaktadır. Herkes, iradesini kullanmanın hesabını Allah’a verecektir.
Her insan, kendi dinini, dilini, örfünü, âdetini, geleneğini, kısacası kültürünü yaşadığı zaman mutlu olur. Yöreye göre toplumları müziği bile farklı olur. Ege Bölgesinde yaşayan insan Zeybek havasıyla, Karadenizli Horonla, Diyarbakırlı Delilo ile mutlu olur. Bu, Allah’ın insanlara tanıdığı bir hak, sevdirdiği bir kültürdür. İnsanlar, kültürlerini yaşayarak şahsiyet kazanırlar. Rahmetli Ali Fuat Başgil’in (ö. 1387/1967) dediği gibi, “En sefil hayat, başkalarının arzusuna bağlı olarak yaşamaktır.” (Ali Fuat Başgil, Din ve Laiklik, s. 17). Dolayısı ile empati kurarak tüm insanları kendimiz gibi kabul etmemiz, Allah’ın onlara tanıdığı irade hürriyetlerine müdahale etmememiz gerekir. Nu güzel söylemiş Hz. Muhammed (s.a.v.):
“Kendi nefsinize istediğinizi kardeşinize istemedikçe, iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İman, 71, 72; Buhari, İman, 7; Tirmizi, Kıyame, 59; Nesai, İman, 19,33; İbn Mace, Mukaddime, 9; Darımi, Rikak, 29; İbn Hanbel, III, 176, 177.)
“Kendi nefsinize istediğinizi tüm insanlara istemedikçe, Müslüman olamazsınız.” (Tirmizi, Zühd, 2; İbn Mace, Zühd, 24; İbn Hanbel, II,310; III, 473; IV, 70,77.)
İslâm âleminin ve Ortadoğu’nun toplumsal uzlaşı ve barışa kavuşması için bu ölçülere uyması gerekir. Çünkü Allah’ın insanlara tanıdığı irade ve hürriyeti engellemek, insanlığı katletmektir. Allah’a inancı olanların görevi insanlığı katletmek değil, yaşatmaktır.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.