Belki en son söylenmesi gereken şeyi biz en başta söyleyelim: “Kur’an bize yeter” söylemi, ne Allah’ın ne Resulullah’ın ne sahabenin ne de güvenilir kadim alimlerin ifadesidir. Bu söylem, sonradan uydurulmuş dış güçlerin içimize soktuğu kulağa hoş gelen ama ilmi gerçekliği bulunmayan suni bir ifadedir. Biz şu anda bildiklerimizin tamamını Kur’ân dahil sahabeden aldık. Sahabenin bize miras bıraktığı iki emanet Kur’ân ve sünnettir. Bunlardan Kur’ân’a güvenirim ama hadise güvenmem demek, ya cehalet ya da ihanettir. Zira bunun bir sonraki adımı Kur’ân’a şüpheyle bakmaktır. İnsanlar sahabeden şüphe edip onlardan gelen hadisleri reddetmeye alışınca, sahabeden bize ulaşan Kur’ân’dan da şüphe etmeleri kolay olur. Hedef Müslümanları Kur’ân hakkında şüpheye düşürmektir ve bunu yavaş yavaş söylemeye de başladılar. Zira gavur, yıllar öncesinden planlar yapar.
Kadim ulema, “Usul olmadan vusul (sonuca varma) olmaz” demişlerdir. Söz konusu kadim alimlerin önüne dini herhangi bir mesele geldiğinde takip ettikleri usul kısaca şöyledir: Önce Kur’ân’a bakar eğer Kur’ân’da net bir cevap yoksa sünnete bakar, onda da yoksa başta sahabe olmak üzere alimlerin bu konudaki görüşlerine bakılır. Sonra kendi görüşünü ortaya koyar. Biz de burada “Kur’ân bize yeter” sözünü bu kriterlere vurup böyle bir söylemin geçerli olup olmadığını anlayabiliriz. Başka bir değişle şu soruların cevabı sorumuzun da cevabı olacaktır.
1. Allah (Kur’ân) İslam’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmış mıdır?
2. Resulullah (Sünnet) İslam’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmış mıdır?
3. Sahabe İslam’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmış mıdır?
4. Sahabeden sonra gelen alimler İslam’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmışlar mıdır?
Eğer bu sorulara verilen cevaplar “evet” olursa o zaman bu söylem doğru demektir. Yok eğer cevap “hayır” olursa o zaman bu söylem dediğimiz gibi uydurma bir söylem olmaktan öteye gitmez.
Birinci sorudan itibaren konuya bakalım:
1. Allah yani Kur’ân, İslam’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmış mıdır?
Kur’ân’a baktığımız zaman böyle bir sınırlama olmadığını aksine birçok ayette İslam’ın sünnetle anlaşılacağının açıkça emredildiğini görürüz. “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik”(Nisa, 4/80); “(Resulüm) De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder” (Al-i İmrân, 3/31); “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir” (Haşr, 59/7). Bu ve benzeri ayetleri çoğaltmak mümkündür. Gördük ki Kur’ân, İslam’ı sadece Kur’an’la sınırlandırmamakta aksine Peygamberi (s.a.v.) de referans olarak göstermektedir. Yani Kur’ân’ın yanında Sünnetin de dini kaynak olduğunu göstermektedir. O halde sünnet bizi ilgilendirmez, diyemeyiz.
2. Resulullah (sünnet) İslâm’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmış mıdır?
Allah Resulü’nün Arapça inmiş olan bir kitabı, Arap olan bir kavme 23 yıl anlattığını ve bunun sonunda da 23 yıldır size anlattıklarımı unutun, Kur’an size yeter dediğini aklı başında hiç kimse söyleyemez. Aksine Allah’ın Resulü “Sizden birine bir emrim veya bir yasağım ulaştığında, koltuğuna kurulmuş vaziyetteki bir şahsın ‘Ben bilmem, ben sadece Allah’ın Kitabı’nda bulduklarıma uyarım’ dediğini görmeyeyim” buyurarak böyle bir söylemi reddetmiştir. (Tirmizi, ilim, 10; İmam Şafiî de buna er-Risâle adlı eserinde yer vermiştir. Bkz. Er-Risâle, s. 89). Başka bir hadiste de Allah’ın Resulü “(Bakınız) bana hem Kur’ân hem de onun bir benzeri (sünnet) verildi…Şunu iyi bilin ki, Resulünün haram kıldıkları da tıpkı Allah’ın haram kıldıkları gibidir” (Ebû Dâvud, Sünnet, 5) buyurarak İslâm’ın sadece Kur’ân’la sınırlı olmadığını, sünnetin de teşri (hüküm koyma) kaynağı olduğunu göstermiştir.
Görüldü ki Allah’ın Resulü da Kur’ân size yeter, başka bir şeye gerek yok dememiştir. Aksine sünnete sarılmayı emretmiştir. Kaldı ki sünnet (hadis) olmadan Kur’ân’ı anlamak mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki, Allah’ın Resulü Arapça bilen bir kavme Arapça olan bir kitabı söz, fiil ve takrir ile (sünnet ile) 23 yıl boyunca izah etmiştir. Din böyle kemale ermiştir. Eğer Kur’ân yetseydi Arapça bilen sahabeye Peygamber 23 yıl boyunca niye izahta bulundu, neyi anlattı? Allah’ın Resulü Arap olan sahabeye siz bana bakmayın, ben size Kur’ân’ı getirdim, bana bir şey sormanıza gerek yok, Kur’ân size yeter, demiş midir? Hayır. Aksine her fırsatta sahabe Kur’ân’ın inen ayetlerini nasıl anlamaları gerektiğini sormuş, Peygamber de onlara sözlü ve fiili olarak izah etmiştir. Bu durumu Kur’ân’ı Kerim şu ayetle de açıkça gözler önüne sermektedir:
هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ “O Allah ki, ümmîlere kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyacak, onları her türlü günah kirlerinden temizleyip arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir peygamber göndermiştir. Oysa onlar, daha önce apaçık bir şaşkınlık ve sapıklık içindeydiler.” (Cuma, 62/2). Buradaki okumayı öğretmekten maksat, Allah’ın Resulü’nün ayetleri izah etmesi ve nasıl anlamaları gerektiğini açıklamasıdır ki buna da sünnet denir. Demek ki Arapça bilen sahabe bile tek başına bazı ayetlerin ifade ettiği hükmü anlamayabiliyordu. Allah’ın Resulü onlara açıklamalarda bulunuyordu. Yani Resulullah (sünnet) da İslam’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmamıştır.
3. Sahabe İslam’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmış mıdır?
Paygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken sahabenin dinlerini iki temel kaynaktan yani Kur’ân ve Peygamberden (sünnetten) öğrendikleri açıkça görülmektedir. Sahabe inen ayetlerin anlamını bildiği halde uygulamada ve anlamada farklılıklar gösterebiliyor ve bunun doğrusunun hangisi olduğunu öğrenmek için Allah’ın Resulüne müracaat ediyordu. Bunu soğuk bir günde teyemmüm alıp almama gibi meselede gördüğümüz gibi birçok konuda görmekteyiz. İnen ayetler, namaz kılın, zekat verin” şeklinde emrettiğinde sahabe “tamam ben anladım, şöyle namaz kılacağım, hac şöyle olacak diyemiyordu. Çünkü bilmiyordu. Bunun için Allah’ın Resulü’ne soruyordu. Allah’ın Resulü de bana bakın ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kılın; ben nasıl hac yapıyorsam siz de öyle yapın” diyor ve uygulamalı olarak da öğretiyordu. Sahabenin öğrendiği bu uygulamalar ile biz bugün namazı haccı vs. biliyoruz.
Kısaca hiçbir sahabe “Ey Allah’ın Resulü! Tamam ben Arapça biliyorum. Kur’ân’a da imân ediyorum. Sizin bana bir şey anlatmanıza gerek yok, Kur’ân bana yeter” dememiştir. Resul’den sonra da hiçbiri hadise bakmayın Kur’an var dememiş aksine bir sorunla karşılaştıklarında Kur’ân’da yoksa hükmü hemen biri birlerine sorar acaba bu konuda bir hadis bilen var mı diye araştırırlardı. Konuyla ilgili bir hadis bulduklarında da onunla amel ederlerdi. O halde sahabe de İslâm’ı Kur’ânla sınırlandırmamıştır.
4. Sahabeden sonra gelen alimler İslâm’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmışlar mıdır?
Sahabeden sonra gelen büyük alimlerimiz de İslam’ı sadece Kur’ân’la sınırlandırmamışlardır. Ne İmâm A’zam, ne İmam Mâlik, ne İmam Şafii, Ne İbn Hanbel, ne Gazzzalî, ne İmam Nevevi, ne İmâm Süyüti, ne de diğer âlimler. Aksine 1400 yıldır tüm İslam alimleri; Resulullah’ın (s.a.v.) Muaz b. Cebel’i yemen’e vali olarak gönderdiği zaman aralarında geçen; “ (Ey Muaz!) eğer sana bir dava gelirse, neyle hükmedeceksin? Muaz ‘Allah’ın kitabıyla’ dedi. Eğer Allah’ın kitabında bulamazsan? Muaz ‘Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetiyle hükmederim’ dedi. Eğer Sünnet ve kitapta bir şey bulamazsan ne yaparsın? Muaz ‘Kendi ictihadımla hükmederim” dedi…” (Ebû Dâvud, el-Akdiyye, 11) hadisiyle amel etmiş ve İslami konularda Kur’ân, sünnet, ictihad (İcmâ) ve kıyasla hükmetmişlerdir. Ancak bu şekilde hüküm vermek de her meal okuyanın yapacağı bir şey değil, işin uzmanı peygamber varisi gerçek müctehid âlimlerin işidir. Kısaca hiçbir müctehid alim, Kur’ân bize yeter, biz sünneti, icmal kabul etmeyiz dememiştir.
O halde kim demiş veya diyor? Bunun için tarihe baktığımız zaman toplu halde bir ekol olarak hiçbir devirde Kur’ân yegane kaynak olarak kabul edilmemiş ve “Kur’ân bize yeter” denilmemiştir. Sadece Hakem olayında Hz. Ali’yi tutumundan dolayı tekfir ederek onu şehit etmiş olan Haricilerin bir kolu olan Ezarika’nın böyle bir söylemde bulunduğu görülür ki, bu da Haricilerin diğer fırkaları dahil tüm İslam alimlerince reddedilmiştir. Bunun dışında Kur’ân bize yeter, hadisler bizi bağlamaz” gibi bir söylem, olmamıştır. Söz konusu söylem, son yüz, yüz elli yıl önce ortaya atılmıştır. Bilinçli ve organizeli olduğu anlaşılan bu söylemi ilk ortaya atan kişi, 19. Yüzyılda yaşamış olan ve Avusturya asıllı İngiliz vatandaşı Dr. Aloys Sprenger (ö. 1893)’dir. Sprenger, İngilizler tarafından işgal edilen Hindistan’ın Delhi şehrinde kurulan İslami İlimler Akademisi’nin başına geçirilmiştir. Tarihte ilk kez hadislere hiçbir şekilde güvenilemeyeceğini söyleyen kişi, Sprenger olmuştur. Ona göre hadislerin tamamına yakını uydurmadır. Bu konuyu işleyen yazı ve makaleler yayınlamış olan Sprenger’i bir başka müşteşrik olan Hollandalı R.P. Dozy (ö.1883) desteklemiş ondan sonra W. Muir bu fikirleri yayma işini üstlenmiştir. Daha sonra I. Golziher, j. Schacht, D.S. Margoliouth vb. müsteşriklerce (Müslüman olmadığı halde İslami araştırma yapanlar) devam ettirilmiş, hadislerin çoğunun uydurma olduğu dolayısıyla bunlara sahih denilmiş olmasının bir anlamının olmadığı fikri bir ekol olarak ilk kez bunlar tarafından savunulmuştur. (Bkz. Osman Güner, Kur’ân Sünnet İlişkisini Doğru Okumak)
Müsteşrikler tarafından Hindistan’da başlatılan bu söylemi onlardan sonra İslâm aleminde ilk dillendiren kişi, Hintli Müslümanların kurtuluş ve bekasının İngiliz yönetimine sadakatle bağlı kalmasında olduğunu savunan Seyyid Ahmed Han (ö. 1898) olmuştur. Ona göre müşteşriklerin dediği gibi, Müslümanların yegane sahih ve sağlam kaynağı Kur’ân’dır. Bunun için Müslümanlar sadece Kur’ân’la meşgul olmalı ve hadisleri terk etmelidirler. Aynı fikri Çerağ Ali (1895) de savunmuştur. Daha sonra bu düşünceyi müesseseleştiren kişi Abdullah Çekralevi (ö. 1914) olmuştur. Bu ekolü daha sonra dış güçlerin de gizli açık desteği ile Ahmedüddîn Amsritsarî (ö.1936), Muhammed Eslem Cerâcpurî (ö. 1955), Gulam Ahmed Perviz (ö.1985) sürdürerek günümüze ulaşmasını sağlamışlardır. Bu görüşün Mısırdaki savunucusu ise bir tıp doktoru olan Dr. Tevfik Sıdkı (ö. 1920) olmuştur. Tevfik Sıdkı’nın yolunu devam ettiren bir diğer kişi ise M. Ebu Reyye (ö. 1970) olmuş ancak getirdikleri yorumlarla gülünç duruma düşmüşlerdir. Bu fikrin ülkemizde görülmesi ise 1970’li yıllarda mealciler denilen ekolle görülmüştür. Hüseyin Atay, Yaşar Nuri Öztürk ve Edip Yüksel gibi kimselerle devam etmiştir. Konunun detaylarına girmek işi uzatacağından bu kadar bilgiyle yetiniyoruz.
O halde Kur’ân bize yeter” demek kulağa hoş gelse de ilmi ve İslami olmayan uydurma bir söylemdir.
Saygı ve selamlarımla.
23 yorum
Çok faydalı bir makale olmuş. Ehli sünnet itikadını savunan ona sahip çıkan akademisyenlerimiz hocalarımız var olsun. Rabbim sayılarını arttırsın.
Ey vallah Önder Hoca
TEŞEKKÜRLER TEBRİKLER HOCAM. GAYET GÜZEL VE MUKNİ BİR YAZI.. MEVLAM RAZI OLSUN
Eyvallah
Allah razı olsun doğru yolu gösterdiğiniz için şimdiki çoğu ilahiyatçilar bile hadis ve süneti kabul etmiyorlat
Allah razı olsun doğru yolu gösterdiğiniz için şimdiki çoğu ilahiyatçilar bile hadis ve süneti kabul etmiyorlar.
Ehli sünnet yolunu anlamamıza yönelik yazılarınızdan çok istifade ediyoruz.
Allah razı olsun sayın hocam.
Maşallah hocam sizinle gurur duydum makaleniz fevkalade saygılarımla burhan
Cümlemizden Hasan hocam sağolun
Saygı bizden Burhan Hocam
Allah razı olsun hocam Kur’an bize yeter söylemi dediğiniz gibi ancak kulağa hoş gelir ne kalp ne de geçmiş bunu kabul etmez. Bilginize emeğinize sağlık.
İmam Hatip menşeili bir kişiyim. “Allah Resulü’nüm ben size iki şey(emreyn-emir-emanet) bıraktım. Onlara sımsıkı sarıldıça(temessük ettikçe) asla dapıtmaz-delalete maruz kalmazsınız, bunlar; Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri ise, Allah Resünün sünnetimdir” buyurur. Tabii sünneti inkar edenler bunu da kabul etmetecekler. Lakin, Kur’an bazan Kur’an ile, bazan hadisler ile, bazen kıyası fukaha, bazan de uçma ümmet anlayışı ile anlaşılır. Yoksa bu sünnetsizler gibi😊 çok yanılır, hata yapılması doğallaşır. Feraset ah feraset. İctenu feraset il mü’min de innehu yenzuru bu nurillah. Mü’min feraseti ile olaya bakılmaz ise, böyle sapıklarneşru neva bulur. Allah şerlerinden muhafaza buyursun. Amin
Amin İsmail Bey
Günümüz toplumunda bu ve buna benzer çalışmalar elzemdir.
Ağız söyler, kulak dinler
Kalp, vicdan ve akl-ı Selim zikreder kainat dinler.
İstifade ettik üstadım teşekkür ediyoruz.
Taşekkür bizden dua edin.
Allah razı olsun hocam bediüzzaman hz. dediği gibi: (eşek muzaaf(kat kat) eşekliğe girse sonra insan olsa ben bunu kabul etmem diye kaçacak)
Allah razı olsun sayın hocam çok güzel olmuş , emeğinize sağlık devamı gelir inşallah
Muhterem hocam Allah Razı olsun. Çok önemli bir konuya temas etmişsiniz. Makalenizi, sünnete tabi olmayı şirk kabul eden “KUR’AN & İSLAM & &ARAŞTIRMA” başlıklı “Mealcilerin” sitesinde paylaştım. Ancak işlerine gelmediğinden olacak benim gönderim KALDIRILDI bilgisi geldi. Allah hidayet versin!
https://www.facebook.com/groups/495301859001260/my_removed_content/?hoisted_post_id=736976948167082¬if_id=1681989511814327¬if_t=groups_admin_to_member_feedback&ref=notif
Allah razı olsun değerli hocam
Hocam güncel olan bu probleme yerinde bir cevap olmuş. Emeğinize sağlık. Kur’an bize yeter diyenlerin yeni sloganı “uydurulan dinden indirilen dine geçiş” sloganıyla çalışmalarına hız kesmeden devam ediyorlar maalesef. Sorduğunuz soruların kendileri de farkında fakat amaç başka olunca insan görmezden gelebiliyor 😊
Madem “Kuran Bize Yeter” iddiası Allah’ın ifadesi değilse, Ankebut-51 ve 52’yi, A’raf-3ü, Zuhruf -36-44’ü nereye koyuyoruz?
Mehmet Alkan Bey, sizin belirttiğiniz ayetlerin konumuzla doğrudan hiç bir alakası yok. söz konusu ayetlerde Yüce Allah hadisi ve alimleri bırakın kendiniz kurandan hüküm çıkarın demiyor. Kur’an’ın, peygamberimiz için bir şahid, ümmeti için bir zikir ve hatırlatma olduğu ifade ediliyor. Alakası olmadığı için detaya girmiyorum. selamlar.
Açıklamalar çok güzel fakat bunlar ancak olaya objektif bakmaya çalışan, hadis ve sünnete de değer atfeden kişiler için ikna edici olabilir. Kuranın toplanması ile ilgili, sahabelerden oluşan komisyonu, kuranın ayetlerinin yerini, ifsad için değiştirdiklerini söyleyerek ihanetle itham eden, 23 yıllık hayatında Rasulullahın tarihi bir gerçeklik olarak namaz kıldığını bile görmezden gelip namazın dahi olmadığı, tüm hadislerin uydurma olduğu ön kabulünde ki bir zihni asla ikna edemezsiniz…
Rabbim hidayet nasip etsin…