Merdiven altı din tüccarları hiçbir ilke, kaide, kural ve sınır tanımadan İlahiyat Fakülteleri’ne saldırmaya devam etmekte, kurdukları sömürü düzeninin bozulacağı endişesiyle milletin gözünden İlahiyat Fakülteleri’nde görev yapan hocaları ve eğitim gören öğrencileri düşürmek için bel altı vuruşlarına aralıksız devam etmektedirler.
Geçenlerde ziyaret ettiğim eski görev yerimdeki samimi ve iyi niyetli Müslümanlardan biri yanıma gelerek; “Hocam! İlahiyat Fakülteleri’nde ‘Kur’ân bize yeter’ diyen hocaların ve öğrencilerin sayısı giderek artıyormuş! Bu doğru mu?” diye sordu. Ben de gereken cevabı kendisine verdim ve adamı rahatlattım. Bu arada anladım ki, tezgâhlarının dağılacağından endişe eden bu din bezirgânları boş durmuyorlar.
Görüldüğü üzere iş bu makalenin yazılmasının sebebi, İlahiyat Fakültesi/İslamî İlimler Fakültesi hoca ve öğrencilerine atılan mezkûr iftiraya cevap vermek ve milletimizi gerçekler konusunda bilgilendirmek, uyarmak ve aydınlatmaktır.
Şahsıma yöneltilen soru göstermektedir ki, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen bazı ilahiyatçıların söylemlerini bahane ederek tüm İlahiyat Fakülteleri’ni töhmet altında bırakmayı ve itibarsızlaştırmayı hedefleyen birtakım din tüccarları/hoca müsveddeleri vardır.
Görüldüğü üzere münferit bazı söylemleri genelleyerek toplumda İlahiyat Fakültelerine karşı menfi bir algı oluşturmayı hedefleyen bu adamların iyi niyetli olmadıklarında şüphe yoktur. Zira bu adamların niyeti üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir. Bu adamlar mert, asil, dürüst ve ilkeli değil, sinsi, kaypak, kurnaz ve korkaktır. Dik, vakur ve onurlu değil solucan misali omurgasız ve sürüngendir. İftiralardan medet umacak kadar alçalmış çukur ve aşağılık tiplerdir. Çünkü bir camianın tamamını karalamak yerine mezkûr “Kur’ân bize yeter” söylemini çürütmeyi hedefleseler çok daha iyi bir iş yapmış ve büyük bir vebalden kurtulmuş olurlardı.
Diğer taraftan Müslümanların arasında 1400 yıllık süreçte değişik coğrafyalarda zaman zaman “Kur’ân bize yeter’” diyen “adamcıklar/zavallılar” hep olagelmiştir. Bunlar bazı uydurma rivâyetlere bakarak aşırı tepkisellik sergilemiş ve maalesef sonunda da kendileri savrulup gitmişlerdir. Bu kendini ve haddini bilmezler/utanmazlar/sefihler/âlim geçinen cahiller, “Hz. Peygamber’e vermedikleri Kur’ân’ı anlama ve açıklama yetkisini” kendilerine vermiş, pervasızca bu yetkiyi kullanmaya kalkışmış ve nihayet çuvallamışlardır.
Saman alevi gibi parlayıp sönen bu tür tefrit hareketlere bakarak İlahiyat Fakülteleri düşmanlığı yapmak, “Din elden gidiyor” diyerek samimi Müslümanların duygularıyla oynayıp onları tedirgin etmek/kışkırtmak/üzmek, böylece yanlış kararlar almalarına neden olmak ciddi bir vebaldir. Bir başka ifadeyle bu tür bel altı vuruşlar ahlaksızlıktır, hazımsızlıktır, çürümüşlüktür, pespayeliktir, rezilliktir ve kokuşmuşluktur.
Öte yandan tasavvuf adı altında “uydurma hadis, masal, efsane, mitoloji, menkıbe ve önceden kurgulanmış yalan yanlış rüyalarla” milleti aldatan bu merdiven altı din tüccarlarına karşı uyanık olması ve bunların yalanlarına karşı tedbir alması, anlattıkları şeylerin kaynaklarını sorgulaması gereken ise hem siyasal otorite hem bürokratlar hem münevverler hem de milletin ta kendisidir.
Bu görevi yapmayan, savsaklayan, din bezirgânlarının örgütlü güç olmalarından korkan, popülist söylemlerle onlara şirin görünmeye çalışan “bütün politikacılar” ciddi bir vebali üstlendiklerini fark etmek ve derhal geri adım atmak zorundadırlar. Aksi halde bid’at ve hurafeleri anlatarak milleti aldatan bu şarlatanlar/sahte sofular yüzünden genç nesillerin dinden soğumaları, ateizme, deizme, nihilizme, agnostisizme vs. sürüklenmeleri/kaymaları/kapılmaları kaçınılmazdır.
Dolayısıyla önüne gelenin tarikat ve cemaat kurduğu, dergâh ve tekke sahibi olduğu, vakıf, dernek veya insani yardım teşkilatı “kisvesine” bürünerek örgütlendiği, beşinci ve altıncı sınıf kitaplardaki saçma sapan dini görünümlü bilgileri insanlara “İslâm” diye anlattığı, böylece Müslümanların beynini yıkadığı bir ülkenin “İslâm’ı anlaması, yaşaması ve temsil etmesi” kesinlikle söz konusu değildir. Bu bakımdan mezkûr rezalete/tefrikaya/tefessühe/çürümüşlüğe son vermesi gereken meşrû otoriteyi elinde bulunduran “seçilmiş iktidardan” ve ona destek olması gereken “muhalefet partilerinden” başkası değildir.
Seçilmiş iktidarlar ellerini değil gövdelerini taşın altına koymak, gerekli yasal düzenlemeleri bir an önce yapmak ve bu din bezirganlarıyla mücadele edecek samimi İslâm âlimlerini sorumlu mevkilere getirmek, sonra da sonuna kadar onlara destek olmak ve arkalarında durmak zorundadır. Millet de böyle bir iktidara ve gerçek İslâm âlimlerine sahip çıkmak, onları maddî ve manevî desteklemek durumundadır. Aksi halde bu gidişat hayra alamet değildir; ülkeyi çok zor günler beklemektedir.
Nasıl ki “F. Gülen hareketi” olarak takdim edilen yapı zaman içinde büyüyerek devasa “bir terör örgütüne” dönüşmüşse, aynı yolu ve yöntemi izleyen, Batılıların kullanımına amade başka din/tasavvuf istismarcısı “sözde dini hareketler” de ülkemizde vardır ve onlar da fazlasıyla bu potansiyele sahiptir.
Nitekim bu tür yapılar da FETÖ gibi müntesiplerinin zihinlerini uyuşturmakta, onları “gassalin elindeki meyyit” gibi yapmakta ve beyinlerini yıkadığı bu zombileri/kurşun askerleri devletin çeşitli kademelerinde “üst düzey görevlere” getirmeye çalışmaktadır. Bunlar da FETÖ gibi abilerinden ve ablalarından aldıkları talimatlara göre sinsice hareket etmekte, kendileriyle mücadele eden duyarlı İslâm âlimlerini susturmak için yetkilerini kötüye kullanmaktan çekinmemekte, haysiyet cellatlığı yapmakta, iftirayı ve itibarsızlaştırmayı ibadet aşkıyla yaparken “bozulmuş” vicdanları dahi sızlamamaktadır.
Bu nedenle İlahiyat Fakültesi düşmanlığında güç ve işbirliği yapan bu örgütler ciddi bir denetime tabi tutulmalı ve faaliyetleri ivedilikle kontrol altına alınıp sınırlandırılmalıdır. Görev alanları dışına çıktıkları anda derhal cezalandırılmalı, millete menkıbe ve mitoloji anlatarak İslâm’a hizmet ettiğini zanneden bu tür din simsarlarının elinden ülke, “samimi Müslümanlar ve gelecek nesiller” kurtarılmalıdır.
Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm, İslâm dininin aslî temel kaynağıdır. Kur’ân’ı açıklayan Hz. Peygamber’in sahih sünnetidir. Kur’ân ile sünnet “et ile tırnak” gibi ayrılmaz bir bütündür. Kur’ân gonca ise sünnet onun açılmış gül halidir. Kur’ân Anayasa ise, sahih sünnet Anayasaya uygun yasalardır. Sahih sünnet, Kur’ân’ın nebevî tefsiridir. Sahih sünnet, Kur’ân’ın hayata açılımıdır. Sahih sünnet, ilkeler, amaçlar ve maksatlar bütünüdür. Bu iki kaynağın ilkeleri doğru anlaşıldıktan sonra dünyada çözülemeyecek hiçbir problem yoktur.
Sonuç olarak, “Kur’ân bize yeter” diyenler son derece marjinal kişi ve gruplardır. Dayandıkları temeller ve iddialar boş, kof ve çürüktür. Söylemleri tıpkı örümcek ağı gibi zayıftır. Bunların görüşlerinden korkmayı gerektirecek hiçbir durum yoktur. Belirli bir süre onların ağına düşen/takılan “aklı başında müminlerin” gerçeği fark etmesi fazla uzun zaman almayacaktır. Ama aklını kullanmayı reddedenler ise onların elinde oyun ve eğlence aracı olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu nedenle asıl tehlike, milleti masal, efsane, mitoloji, keşf, ilham ve rüyalarla aldatan, Allah ve peygamber ile sürekli görüştüğü yalanlarıyla uyutan/uyuşturan sahte din adamları, sahte şeyhler, sahte hocalar, sahte mürşitler, sahte velîler, sahte melleler ve kerameti kendinden menkul sahte sûfîlerdir. Kılık kıyafetleriyle Müslümanları gafil avlayan bu tipler “pirincin içindeki beyaz taş” gibi son derece tehlikelidir. Zira görüntüleri/şekilleri Müslümanlara benzemekte ve onlar da aynen Müslümanlar gibi ibadet etmektedir. Dolayısıyla Müslüman görünümlü ama yarım gönüllü inanan veya imanlarına şirk bulaştıran bu zavallılarla hep birlikte mücadele etmesi gerekenler “devlet erkânı, muhalefet partileri, bürokratlar, samimi âlimler ve milletin tamamıdır.” Ülkede yaşayan aklı başında her bir fert de bu mücadelede “siyasal otoriteye” ve gerçekleri korkusuzca haykıran “muttaki İslâm âlimlerine” destek olmaya mecbur değil mahkûmdur. Aksi halde ilerleyen yıllarda maddî ve manevî açıdan telafisi imkânsız sonuçlarla karşı karşıya kalmak kaçınılmaz olacak ve gerçekleri söyleyecek cesur İslam âlimlerini bulmak da neredeyse imkânsız hâle gelecektir.
2 yorum
Muhammed Abduh da “Kur’an bize yeter” diyordu. Abduh un hareketi ingiliz desteklidir; ingiliz islamın en büyük ve sinsi düşmanıdır.
Muhammed Abduh’un, Reşid Rıza’nın, Cemaludin Afganî’nin veya Mevdudî’nin varsa doğru ve isabetli yorumları alınır. İsabetli olmayanları ise gerekçesi ortaya konularak terk edilir. Toptan süpürüp almak veya toptan süpürüp atmak sığ dimağlara yakışır. Muttaki mümin her zaman mümeyyiz vasfını haizdir, elekten geçirir, kritik analitik düşünür ve seçip alır. AES