Zaman zaman Cumhuriyet ve Demokrasi gibi kavramlar tartışılmakta, bunların İslâm dini ile bağdaşıp bağdaşmadığına dair değişik yorumlar yapılmaktadır. Her insanın çeşitli konularla ilgili görüşlerine saygılı davranmamla birlikte, bu konuda kendi görüşlerimi belirtmek istiyorum.
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre Cumhuriyet, milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet biçimidir. Demokrasi ise, siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir. Diğer bir ifade ile demokrasi, tüm vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir. Bu tanımlardan anlaşıldığına göre, halkın hür iradesi neticesinde seçilen milletvekillerinin salt çoğunluğunun temsil ettiği parti veya tarafın egemenliği elinde tutması ve memleketi idare etmesi, Cumhuriyetin gereğidir. Ancak dünyanın çeşitli yerlerinde, zaman zaman bu yol ile idareyi ellerinde bulunduranların, kendi yanlarında yer almayanları veya kendilerine meşru yollarla muhalefette bulunanları dışladıkları ve adaletin herkes için eşit işlemediği görülmektedir. Ona göre Demokrasinin tanımında dile getirildiği gibi, tüm yurttaşların her konuda eşit sayıldığı ve tüm vatandaşların devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir sistem akla gelmektedir. Aslında salt çoğunluğun elde ettiği idarede, tüm bireylerin yönetimde, paylaşımda, kendini temsil etmede, adalette karşısında ve kültürel haklarda eşit hakka sahip olmaları sağlanırsa, Demokratik tanım da kendiliğinden gerçekleşmiş olacaktır. Bu konuyu, Kur’ân ölçülerine göre yorumlamak istiyorum. Aslında idareyi çoğunluğun eline vermek, her zaman için arzu edilen toplumsal uzlaşı ve barışı sağlayamamaktadır. Pek çok ayette, bu konu dile getirilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِ اللّهِ إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ
“Eğer sen, yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan, onlar seni Allah yolundan saptıracaklar. Çünkü onlar, zanna uymaktan ve tahminde bulunmaktan başka bir şey yapmamaktadırlar.” (En’âm 6/116).
وَمَا وَجَدْنَا لأَكْثَرِهِم مِّنْ عَهْدٍ وَإِن وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ
“Onların çoğunda ahitlerine bağlılık görmedik. Onların çoğunu haktan ayrılmış/itaatten uzak kimseler olarak gördük.” (A’râf 7/102).
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحاً إِلَى قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ أَفَلَا تَتَّقُونَ
“Onların çoğu ise, gerçeklerden hoşlanmamaktadır.” (Mü’minûn 23/70).
Bu ve benzeri ayetlerde dile getirildiği gibi idareyi çoğunluğun eline bırakmak, her zaman için toplumu sağlıklı sonuçlara götürmemektedir.
Kur’ân ve sünnet ölçülerine göre ana hedef, her ferdin toplumda eşit bir şekilde kendi yerini alabilmesi, kendisini ifade edebilmesi, kendi kültürünü yaşayabilmesi, hak, hukuk ve adalet karşısında eşit hakka sahip olabilmesidir. İslam’a göre hiçbir insanın ötekileştirilmesi söz konusu değildir. Namazın her rekâtında okunan Fatiha suresi, Kur’ân’ın özeti durumundadır. Bu surenin başında besmeleden sonra okunan ayette, Allah’ın Rabbülalemîn, yani tüm âlemlerin Rabbi olduğu vurgulanmaktadır. Bu ayet, Fatiha suresinin özeti durumundadır. Allah, yaratmış olduğu tüm âlemlerin Rabbidir. Allah, özellikle kulları arasında ayırım yapmayı asla kabul etmemektedir. Rahman ve Rahim olan Allah, herkes için hayır, iyilik, hak, hukuk ve adalet istemektedir. Buna muhalefet etmek, Allah’a, Peygamberlere, İslâm’a, Kur’ân’a ve tüm Kutsal metinlere muhalefet etmektedir. Kur’ân’ın pek çok yerinde buna işaret edilmektedir.
Müslüman olan Muhammed Ali Clay (1942-2016), Müslüman olma serüvenini uzun uzadıya anlatmıştır. Onun bu konudaki açıklamalarını şöyle özetlemek istiyorum: “Müslüman olmam, yıllarca düşünmenin sonunda gerçekleşmiştir. Kur’ân-ı Kerim’i satır satır okuyarak manası üzerinde uzun uzadıya düşündüm. Ben, bugünkü Müslümanların yaptıkları ile gerçek İslâm’ın bir olmadığını kavradım. İslâm’da renk, cins, ırk ve inanç ayırımının olmadığını idrak ettim. Ancak bunun neticesinde İslâm’ı seçtim.” (İsmail Güler ve diğerleri, Yökdil-YDS, Arapça, Alfa, s. 287 vd.). Muhammed Alinin ifade ettiği gibi İslâm, bugünün ifadesi ile demokratik açıdan her bireyin hakkına bu derece önem vermektedir.
Kur’ân’a göre Allah’ın iradesi her şeyin üstündedir. Ancak Allah, insanlara da dünya hayatında irade hürriyetini tanımıştır. İnsan iradesi ile ilgili yargılamayı insanlara vermemiş, kendisine bırakmıştır. (bkz. En’âm 6/108). Ayrıca Allah Kur’ân’da, her topluma demokratik bir hak olarak kendilerini temsil edecek idarecilerini seçme hakkını tanımaktadır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
“Ey İnananlar! Allah’a itaat edin, peygambere ve içinizden seçtiğiniz yöneticilerinize itaat edin. Eğer herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız, onu/o problemi Allah’a ve peygambere götürün/Kur’ân ve sünnete göre çözün. Bu, sonuç bakımından daha hayırlı ve daha güzeldir.” (Nisa 4/59).
Bu ve benzeri ayetlerde işaret edildiği gibi, her toplum kendi içinden temsilci seçer. Toplumda yaşanan problemler, yine Kur’ân ve sünnet ölçüleri dâhilinde çözülür. Hz. Muhammed (s.a.v.), her kabilenin kendi içinden seçerek gönderdiği kişileri, onların temsilcileri olarak kabul etmiştir. Medine Vesikasında belirtildiği gibi o, her inanç ve her etnik grupların temsilcilerini kabul ederek onlarla antlaşma sağlamıştır.
Her Cuma günü, dünyanın her yerinde okunan Cuma hutbelerinin sonunda okunan şu ayet, tüm insanların birey olarak tabii haklarının adalet ölçüleri dâhilinde korunmasını emretmektedir:
“Kuşkusuz Allah, adaleti, iyiliği ve akrabalara yardımı emreder; ahlaksızlığı, kötülüğü ve haksızlığı yasaklar; ders alasınız diye size öğüt verir.”(Nahl 16/90). Allah’ın verdiği bu tür, vaaz, nasihat ve öğütlerinden ders almadan Müslüman geçinmenin ne anlamı vardır?
Kur’ân’ın pek çok yerinde, Allah’ın irade ve hâkimiyeti ölçüleri dâhilinde insan iradesine, hâkimiyetine, özgürlüğüne işaret edilmektedir. (Bu konuda geniş bilgi için bkz. Abbas Mahmud el-Akkad, Kur’ân Felsefesi, trc. Ahmet Demirci, Nur Yayınları, Ankara tsz., s. 96 vdç).
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.