Konuya kaldığım yerden devam ediyorum.
Dikkat edilirse, Peygamber’den sonra dinî liderlik demek olan Kur’an vahyi ve tebliği sona ermiş olduğundan, 4 halife de dahil, gelen liderler sadece devlet idarecisi olarak seçilmişler ve birbirleri ile olan savaş ve öldürmeler de devletin başına geçme, diğer bir ifade ile iktidar mücadelesi temelli olmuştur.
Çünkü Hadid-27 ve Tövbe-34. ayetlerle Allah, İsrailoğulları ve Hıristiyanların ruhban sınıfı denilen din adamlığı sınıfını kendi kendilerine oluşturduklarını ve bu kişilerin, oluşan konumlarını da istismar edip, insanları Allah ve din ile aldatmaya yönelmeye meyilli olduklarını vurgulamış ve biz Müslümanlar “Onlar ruhban sınıfı oluşturma hatalarını işlediler, sakın siz de aynı hataya düşmeyin” şeklinde uyarılmış olmaktayız.
Hadid-27. Sonra onların ardından ve bildirdiklerini yine aynen tekrar tebliğ etmek üzere sıra ile başka elçiler de gönderdik. Örneğin Meryem oğlu İsa’yı da elçi olarak gönderdik ve İsa’ya İncil’i verdik. İsa’yı izleyenlerin gönüllerine şefkat ve merhamet koyduk. Fakat kendileri bir ruhbanlık /din adamlığı sınıfı ortaya çıkardılar. Hâlbuki Biz böyle bir ruhbanlık /din adamı grubu oluşturmalarını bildirmemiştik. Onlar bu ruhbanlığı, sözde Allah’ın rızasını kazanmak düşüncesiyle ortaya çıkardılar. Ama ona da hakkıyla uymadılar. Bu nedenle de kitap sahiplerinden çoğu yanlış yola yöneldiler ve ancak çok az sayıdaki gerçekten iman etmiş olanlara, karşılık olan ödüllerini verdik.
Din Adamı grubunun oluşturulmasına yönelik yanlışlığa, farklı bir yönden Tövbe-34. ayet ile de dikkat çekilmiştir. Bu ayette belirtilmiş olduğu gibi, bu kişilerin hem Allah ile insanları aldatacaklarını ve servet biriktireceklerini, hem de sonuçta kişileri Allah’tan uzaklaştıracaklarını da vurgulamaktadır.
Tövbe-34. Ey iman edenler! Hahamlar ve ruhbanlar olan din adamlarının çoğu, insanların parasını hak etmeden /batıl /aldatıcı usullerle yerler ve yönlendirmeleriyle Allah’ın yolundan /rızasından da uzaklaştırırlar. İnsanlardan haksız yere topladıkları altın ve gümüşü bu şekilde yığan ve Allah rızası için infak etmeyenlere /harcamayanlara da şiddetli bir azap olacağını bildir.
Büyük ihtimal ile Hz. Muhammed’ten 200-250 yıl sonrasına kadar, din adamı mesleği diye bir meslek olmamış ve Kur’an bilgisinde kendini yetiştirmiş ve toplumu bu konuda aydınlatacak seviyede olanların birer mesleği vardı, esnaftı ve kazançları Kur’an bilgisine değil, esnaf oluşlarına dayanıyordu. Çünkü Müddessir-6-7. ayetlerde Kur’an’ı, para kazanılacak ve ücret karşılığı tebliğ edilecek bir meslek kitabı yapmaması için Hz. Muhammed, böylece de sonra gelen Kur’an mirasçıları da ikaz edilmişlerdir
Müddessir-6. Ya Muhammed!Bu arada yapacağın hizmetleri sakın kendine kazanç aracı kılma /meslek olarak yapma, 7. Ve yalnız Rabbin adına çaba göster, sabırlı /tahammüllü de ol).
Görüldüğü gibi Müddessir-6-7. ayetlerde Kur’an’ın para kazandıracak bir meslek kitabı oluşu yasaklanmış ve Fatır-32. ayette de son peygamber olarak Hz. Muhammed’ten sonra, anlaşılsın diye Kur’an’ı her toplumun ana diline çevirip sunmak ve anladıkları dilde tebliğ etmek konumunda ve sorumluluğunda Kur’an Mirasçıları olacağı açıklanmıştır. Kur’an’ın gerçek mirasçısının şu özellikleri olması gerektiğini düşünüyorum ve diyorum ki, gerçek Kur’an mirasçısı;
* İnsanlara Kur’an’ı sadece Allah’ın rızasını önceleyerek ve hiçbir beklentisi olmaksızın tebliğ edendir,
* Kur’an’ı, içindeki gerçekleri olduğu gibi, gizlemeden ve değiştirmeden aktarandır
Bakara-174. Allah’ın indirdiği kitaplardan (Tevrat’tan, İncil’den ve Kur’an’dan) bir şey gizleyen veya değiştirenler ve bu davranışlarından menfaat sağlayanlar, bu kazandıkları ile karınlarına ateş doldurmuş gibidirler. Kıyametteki hesap gününde Allah, onlarla ne konuşur ve ne de onları affeder. Buna karşılık onları acı verici bir azap karşılar.
* Kur’an’da olmayan ek haramlaştırmalar önermeyen, dini şekilselliklere boğmayan ve böylece insanların yaşantısını kaosa çevirmeyendir. Çünkü ek haramlaştırma yapma, Allah’a iftira olarak değerlendirilmektedir.
Nahl- 116. Bilgiçlik taslamak üzere veya menfaatiniz var diye kendi kendinize uydurduğunuz yalanlara ve bahanelere dayanarak, “bu helaldir, bu haramdır” demeyin. Çünkü böyle yaparsanız Allah adına yalan uydurmuş ve O’na iftira etmiş de olursunuz. Allah adına yalan uyduranlar kurtuluşa ulaşamazlar /iflas olmazlar /sıkıntılardan kurtulamazlar.
* İslâm’ı, Din diye sadece 5 şarta sınırlamayan ve din demek olan Kur’an’da 440 sayıda belirleyip önce “İslâm’ın Şartı Sadece 5 değil”, daha sonra da “Kur’an ve Son İslâm” isimli kitaplarda bir arada toplamış olduğum Muhkem /değişmez ana kuralları, uygulanması farz birer ibad ve ibadet etme /Allah’a kulluk etme olarak cesaretle açıklayandır, öğretendir.
* Kur’an’da olmadığı halde, kendisinin ve /veya toplumda bazı nüfuzlu kişilerin menfaatine uygun ek ibad ve ibadet etme /kulluk etme şekilleridir diye veya sosyo-ekonomik kazanımlara yönelik kurallar eklemeyendir
* Kur’an’ı anlamayı sultasına almadan Din ilimleri ile uğraşan, hiçbir menfaat beklemeden insanların Kur’an’ı anlamalarına katkı sağlayan akademisyendir. İşte bu akademisyenlerden kendini din adamı diye tanıtmayandır.
* Bu özellikleri nedeniyle de Allah’a yardım eden ve böylece Allah’tan alacaklı olandır.
Hadid-18. Allah’ın tek ilah olduğunu ve bildirdiklerinin gerçek olduğunu tasdik eden /kabul eden erkek ve kadınlar da Allah’tan alacaklı olmaktadırlar. Allah onlara bu sadakatlerinin karşılığı olacak bu alacaklarını en güzel şekilde öder ve ayrıca bereketli /mutluluk verici bir ödülleri de olacaktır.
*Kur’anı anlatmayı, meslek olarak ve karşılığında ücret alan bir konumda olmadan ve pozisyonunu kaybetme endişesi yaşamayacağı başka bir meslekte olarak yapandır
* Kur’an’ı anlamanın kolay olduğunu söyleyen ve herkesi ana dili ile, anlayarak, düşüne düşüne ve yaşantısına yansıtmak üzere okumaya teşvik edendir.
* Kur’an’ı ancak ben anlarım ve Kur’an ile ilgili bir bilgiyi ancak benden öğrenebilirsiniz diyerek kendine farklı bir konum sağlamayandır.
* “Kur’an’ı, anlamasanız da sadece Arapça okuyun, böyle okumak da sevaptır” demeyen ve insanları böylece Kur’an’ı öğrenmekten uzak tutmayandır.
Kur’an’ı meslek kitabı ve kazanç aracı olarak kullanmakta olan artık Kur’an’ın Mirasçısı değil, Hadid-27 ve Tövbe-34. ayetlerle yasaklandığı bildirilen sözde Din Adamı demektir. Çünkü bu uygulamada öncelik Allah’ın rızası olmamakta ve bu kişi ile Kur’an’ın arasına ücret ve para kazanma hedefi girmiş olmaktadır. Ve benim de kabul etmeyip karşı çıktığım SÖZDE DİN ADAMI VE SÖZDE KUR’AN MİRASÇISI, şu özellikleri olandır diye düşünüyorum;
* Hadid-27 ve Tövbe-34 ncü ayetlerde de karşı çıkılan, yani Allah’ın rızasını öncelemeden Kur’an’ı menfaat sağlayarak tebliğ edendir. Halbuki Hz. Muhammed gibi Kur’an’ın tebliğ ve eğitimi ücretsiz yapılmalıdır.
* Allah ve Kur’an ile aldatan, konumunu istismar eden ve bu yol ile hak gasp edendir.
Bakara-8. İnsanlardan bazıları da Allah’a ve ahirete inanmadıkları halde, menfaatlerini düşünerek “inanıyoruz” deyip durur ve iki yüzlü /riyakâr davranırlar. 9. Böyle davranarak da Allah’ı ve iman etmiş olanları Allah ile aldatırlar. Hâlbuki böyleleri bu ikiyüzlü davranışları ile ancak kendi nefslerini aldattıklarının bilincinde bile değildirler.
* Dini, şekilsel törenlere, din temelli kıyafetlere, sayı tutturmalara, rivayetlere boğandır.
* Kur’an’ı ana dili Arapça olmadığı halde, bu şekilde okumanın yeterli ve sevap olduğunu topluma söyleyip, Kur’an’dan uzaklaştıran ve süs kitabı olmak üzere işlemeli bohçalara koydurup rafa kaldırtandır.
* Anlam hatmi yerine, makam ve anlaşılmayan bir dil ile telaffuz ettirip duygu hatminde ısrar edendir.
* Kur’an’dan öğrendiği gerçekleri insanlara kendine alacağı bir ücret karşılığı tebliğ edendir.
Sad-86. De ki; “Ey şirk-ortak koşanlar! İşte Kur’an’dan Bana bilgi olarak vahyedilenler böyle. Size haber verdiğim bu bilgilere karşılık olarak, sizden bir ücret istemiyorum. Ben bunların dışında kendiliğimden de hiçbir şey söyleyemem /başka bir mükellefiyetim /yetkim de yok”.
* İnsanların imanlarını değerlendirmeye kalkıp ayrıştırandır
Mutaffifin-33. Halbuki hiç kimse iman edenlerin imanlarını değerlendirmek üzere görevli kılınmamıştır.
* Dinî konularda zorlayıcı kurallar koyan ve baskı uygulayandır.
* Yaptığı Kur’an yorumunu, mutlak doğru diye dayatandır.
* Gelenek ve hurafeleri dinselleştirendir.
* Kendine, dine dayalı bir paye veren, büyüklük taslayan ve kendini aldatıcı sözler ve dini çağrıştıran kıyafetleri ile farklılaştırandır.
* Din adamı niyetiyle diğer insanlardan farklı olmak üzere cübbe ve sarık giyen veya sakal bırakmayı üstünlük diye tercih edendir.
*KUR’AN’IN muhkem /değişmez ana kurallarını uygulamadığı için de HZ. MUHAMMED’İN İZİNDE OLMAYANDIR.
Kur’an’ın bu açıklamaları ışığında yapılması gereken, ibad ve ibadet etme /tek Allah’a kulluk etme yerlerine “İbadet etme yeri görevlisi” ismi altında bir meslek, bunlara yönelik Personel Başkanlığı ve İlahiyat Fakültelerinde Din-Kur’an araştırmaları yapacak Akademik Eğitim kadroları oluşturmaktır.
İbad ve ibadet etme /kulluk etme yeri görevlilerini yetiştirmek üzere yeterli sayıda ve hem kızlara hem de erkeklere yönelik İmam-hatip okulları yapılandırılmalıdır.
Yine Akademisyen araştırmacılar da hem Kur’an’ı toplumun ana diline çevirmeyi gerçekleştirmiş, hem de Kur’an’a göre aydınlatma görevini yerine getirmiş ve aslına sadık kalarak tebliğ etmiş olacaklardır.
İnşallah diyelim….
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE 7 KONUDA ANLAŞMAMIZ VAR”, “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”, “ÖZDE DİNDAR, SÖZDE DİNDAR”, “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ” ve “HADİS VE SÜNNET GERÇEĞİ”
2 yorum
Yazı ve yorum çok güzel. Son paragraftan anladığım ve şahsi görüşüm de bu doğrultudadır. Özellikle Diyanet (ve kısmen İlahiyat Fakülteleri) mevcut yapısı ile kendisinden beklenen işleri sağlıklı olarak yapamayacak kadar mefluç/çürümüş durumdadır. Yeniden yapılandırma şart.
Sayın Dr. Özdemir;
Akademik akıl, yazarlarından bir tanesi;
“Evet asıl olan Kur’ân’ı Kerim’i anlamak ve hayatımıza tatbik etmektir. Bunda herkes hemfikirdir. Ancak Kur’ân’ı Kerim, sadece anlam yönüyle mü’minleri kuşatmaz. Zira Kur’ân’ı Kerim, çok yönlü bir kitaptır. Anlamını bilip ona göre amel etmek asıl olmakla beraber, ayrıca Kur’ân, “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi” (Yûnus 10/579) âyetinde belirtildiği gibi aynı zamanda bir şifa, bir rehber, bir ibadet ve de en önemlisi bir zikirdir. “Tüm bu yönleriyle ele alındığı zaman Kur’ân; müctehidler (hüküm çıkarma yetkisi olan âlimler) açısından hüküm çıkarılacak bir kaynak, ilahiyatçı ve müderris gibi âlimler için müctehidlerin hüküm çıkardıkları âyetleri anlamak için bir rehber, tüm insanlık için bir şifa ve anlamını bilmeden okuyanlar için zikir ve ibâdet olmuş olur.” şeklinde yazmış.
Siz, makalenizde; ” “Kur’an’ı, anlamasanız da sadece Arapça okuyun, böyle okumak da sevaptır” demeyen ve insanları böylece Kur’an’ı öğrenmekten uzak tutmayandır. ” yazmışsınız.
Makalenizde yazdğınız bu cümle, makalesinden alıntı yaptığım yazarın makalesini hatırlatsa da; anılan yazarın yazdıkları ile tam olarak uyuşmuyor.
Makalenizde alıntıladığınız, fikrin , yazının kaynağı, yazarı kimdir?
Tırnak içine alarak yayınladığınız yazının aslını, nasıl ve nereden temin edebilirim?
Teşekkür ederim.
Bülent Demirbek