İster felsefi, ister ilmi açıdan Kur’an-ı Kerim’i inceleyiniz. Neticede onun kişi, aile ve toplumun her türlü görevlerini belirlemiş olduğunu göreceksiniz.
Diyanet İşleri eski başkanlarından büyük mütefekkir ve bilim insanı Ahmet Hamdi Akseki (ö.1370/1951), “Ahlak Dersleri” adlı kitabında “Kur’an-ı Azîmüşşân’a Göre Devletin Esasları”, başlığı altında bu konuda bazı açıklamalarda bulunmuştur. Onun bu açıklamaları özet olarak şöyledir:
“Nerede olursa olsun devletler, birçok ailenin bir araya gelmesinden kurulmaktadır. Kur’an ve onu açıklayıp izah eden sünnet, devletin üzerine kurulmuş bulunan esaslarını, milletin bireylerine ve bireylerin devlete karşı olan görevlerini bize açıklamış bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’e göre devlet, iki esas üzerine kurulmaktadır:
1 – Adalet.
2 – Emanet (İşleri, görev ve vazifeleri ehline vermek).
Bu iki esas, adil siyaset ile salih velayetin/hukuki yetkinin aslı, esasıdır. Adil bir siyaset ile salih bir velayet/hukuki yetki, ancak bu iki temel esas ile temin edilebilir. Nerede olursa olsun, her zaman ve her yerde, devleti temsil eden hükümetten bu beklenmektedir. Kur’an-ı Kerim, birey ve toplumun saadetinin, bu iki esasta olduğunu haber vermektedir. Bu esasların birincisi olan adalet, bireysel olarak herkesin hukukunu muhafaza eder, ikincisi ise toplumun menfaatlerini temin edip korunmasını sağlar. Adalet gözetilmedikçe, hiç kimsenin kişisel hakları muhafaza altına alınamaz. Emanet/işler ehline verilmedikçe, toplumun menfaati korunamaz. Şekli ne olursa olsun, bu iki mühim/önemli esası muhafaza eden bir hükümet, İslam nazarında meşru ve makbuldür. İslam dini hükumetin şekline değil, adalet ve emanetin dayandığı bu manevi yönüne ehemmiyet vermektedir.”[1]
Ahmet Hamdi Akseki gibi büyük bir zatın bu konudaki açıklamalarını sizlerle paylaşmak istedim. O, yazısının devamında bu yazıyı Kur’an-ı Kerim’den, Nisa Suresinin 58’inci ayetinden aldığı bilgi bilgilere göre yazmış olduğunu kaydetmiştir. Bu ayetin metni, meali ve açıklamalarına yer vermek istiyoruz:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاً بَصِيراً
“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” [2]
Bu ayette anlatılan, emaneti ehline verme ve insanlar arasında adaletle hükmetme meseleleri hem Müslümanlar hem de tüm insanlar için çok ciddi ve son derece önemli olan iki meseledir. Aslında bu iki mesele, biri diğerinden ayrılmayacak derecede birbirleri ile irtibatlıdır. Aynı zamanda bu mesajlar, daha çok egemen olan yöneticilere yöneliktir. Rivayet edildiğine göre Hz. Ali (ö. 40/661), bu ayeti yorumlarken şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “İmamın (idare makamında olan yöneticinin), Allah’ın indirdiği ile hükmetmesi ve emaneti ehline vermesi gerekir. İmam böyle hareket ettiği zaman, idare ettiği insanların da onu dinlemeleri ve emirlerine riayet etmeleri icap eder.”[3]
Hz. Ali’nin (ö. 40/661), bu ayetin yöneticilere yönelik olduğunu söylemesi, bu ayetin nüzul sebebine dayanmaktadır. Mekke’nin fethedildiği gün, Hz. Muhammed (sav.) Mekke’ye girmiş fakat Kâbe’nin anahtarını yanında taşıyan Osman b. Talha b. Abduddar, Kâbe’nin kapısını kilitlemiş ve anahtarı Hz. Muhammed’e (sav.) vermek istememişti. Daha sonra da “Resulullah (sav.) olduğunu bilseydim, menetmezdim,” demişti. Hz. Ali, o zaman Osman’ı arayıp bulmuş, anahtarı vermek istemeyince, kolunu tutarak bükmüş ve anahtarı ondan bir nevi zorla almıştır. Ardından Kâbe’nin kapısını açmış ve Hz. Muhammed (sav.) içeriye girip iki rekât namaz kılmıştır. Hz. Muhammed (sav.) Kâbe’nin içinden dışarı çıktığı zaman amcası Hz. Abbas (ö. 32/653), anahtarın kendisine verilmesini, daha önce yapmakta olduğu zemzem suyunu dağıtma ile Kâbe’nin anahtarını taşıma görevlerinin kendisinde toplanmasını istemiştir. Bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur. Ardından Hz. Muhammed (sav.) Hz. Ali’ye, anahtarı Osman’a iade etmesini ve kendisinden özür dilemesini emretmiştir. Hz. Ali de anahtarı götürüp kendisinden özür dileyince, Osman, “Zorlayıp eziyet ettin, sonra da gelip tamire çalışıyorsun,” diyerek bir nevi tepki göstermiştir. Hz. Ali kendisine, “Allah senin hakkında ayet indirdi,” demiş ve nazil olan yukarıdaki ayeti kendisine okumuştur. Bunun üzerine Osman şahadet kelimesini okuyarak Müslüman olmuştur. Bu ayetin nazil olması ile Kâbe’nin anahtarını taşıma görevinin ebedi olarak Osman evladında kalması, Allah’ın bu olay üzerine nazil olan emrine dayanmaktadır. Bir süre sonra Osman, Kâbe’nin anahtarını kardeşi Şeybe’ye vermiş ve Mekke’den hicret edip ayrılmıştır. Bugün dahi Kâbe’nin anahtarı, Şeybe’nin soyundan gelen torunlarında bulunmaktadır. [4]
SONUÇ
İnsanlar ne kadar Müslüman geçinse de siyasi idarelerinde adalet ve emanette, işleri, görev ve vazifeleri ehline vermede Kur’an-ı Kerim’e uygun hareket etmedikleri müddetçe, Müslüman geçinmelerinin hiçbir önemi yoktur. İşin başındaki kişi Müslüman olmasa da, bu esaslara uygun hareket ettiği zaman, idaresi İslâm’a uygun düşmektedir. Bu konuda itirazı olan arkadaşlarımıza, konuyla ilgili ayeti ve Ahmet Hamdi Akseki’nin açıklamalarını okumayı tavsiye etmekteyim.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
[1] Ahmed Hamdi Akseki, Ahlak Dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2016, s. 296.
[2] en-Nisa 4/58.
[3] Tirmizi, Ahkâm, 4; et-Taberi, Camiu’l-Beyân an Te’vîli âyi’l-Kur’ân, V, 200.
[4] el-Kâdî, Esbabü’n-Nüzûl, s.71; Yazır Hak Dini, II, 1372 vd.