“Hakeme-yahkumu” fiilinden türemiş bir isim olan, “hikmet”, kelime olarak ilim, felsefe, adalet, hakkı anlatan söz, eşyanın hakikatini anlamak, öfke halinde nefse hâkim olmak, herhangi bir şeyin illet ve sebebi, deneyim ve tecrübe sonunda ortaya konan hakikat, peygamberlik, Kur’ân-ı Kerim, İncil, veciz söz ve benzeri anları ifade etmektedir. “Hikmet” kelimesinin çoğulu, “hikem” şeklindedir.[1] Kur’ân-ı Kerim’de 20 defa geçen “hikmet” kelimesi, türevleri ile birlikte 210 civarında yer almaktadır.[2] Örneğin “hikmet” kelimesinin geçtiği bir ayet şöyledir:
وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ
“Muhakkak ki biz Lokman’a, ‘Allah’a şükret’ diye hikmet verdik.”[3]
Tefsirciler, burada geçen “hikmet” kelimesini akıl, anlayış, doğru görüş, bilgi ve bilgi ile amel etmek şeklinde tanımlamışlardır. “Hikmet”, Allah’ın kalbe ilham ettiği doğru bilgi şeklinde de tarif edilmiştir. Kişi, elde ettiği bilgi ile amel etmedikçe, ona “hekîm” denmez. Çünkü yapılan işin, bilgi gereğine uyması gerekir.[4] Buna göre “hikmet”, insanın elde ettiği nazari bilgileri öğrendikten sonra, öğrendiklerinin gereğine uygun hareket etmesi, yani teori ile pratiği birleştirmesi ve işleri gereği gibi sağlam ve kusursuz yapmasıdır. Buna göre insanların, çeşitli vesilelerle kâinatın birtakım kanunlarını keşfettikten sonra, onları insanlığın yararına kullanmaları gerekir.
Ayrıca bu ve devamında gelen ayetlerde belirtildiği gibi bilgiye dayanan “hikmet”, insanı Allah’a inanmaya, O’na ve anne babaya teşekkür etmeye yönlendirmektedir. İnsanları iyiliğe yöneltmek felsefenin ana gayesi olduğuna göre, Allah’ın Lokman’a (a.s.) öğrettiği “hikmet” ile felsefe örtüşmektedir. Bu açıdan bakıldığı zaman, Allah’ın insanlara dolaylı da olsa felsefeyi emrettiği anlaşılmaktadır. Nitekim aşağıdaki ayette, Allah’ın “hikmet”i dilediğine verdiği, bunun büyük bir nimet olduğu ve bunu ancak akıl sahibi olan kişilerin anlayıp kavradığı haber verilmektedir:
يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاءُ وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْراً كَثِيراً وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
“O, hikmeti, bilgeliği dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, ona çok hayır verilmiş demektir. Bunu, ancak akıl sahibi olan kişiler anlar.”[5]
Buna göre “hikmet” kavramının ifade ettiği bilgi ve o bilgi ile amel etmenin önemi, ancak akıl sahibi olan kişiler tarafından fark edilmektedir. Bu da, akıl yürütmekten ibaret olan felsefe il “hikmet”in birbirleri ile ne kadar irtibatlı olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim yakın çağımızın en büyük âlim, feylesof ve mütefekkirlerinden Babanzade Ahmet Naim (ö. 1353/1934) de, “Dinimizin temeli, akıl ilkeleridir”[6] diyerek, bu konuya dikkat çekmiştir. Yüce Allah, insanı düşündüren hikmetli sözlerle tebliğ görevini yerine getirmeyi emretmiştir:
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ
“Sen, Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et.”[7] Bu ayette “hikmet” kelimesi, gerçeği açıklayan, şüpheyi gideren delil, sahih ve muhkem söz anlamını ifade etmektedir.[8]
İlim ve akıl ile gerçeği bulma diye de tanımlaya bileceğimiz “hikmet” kelimesi, İslâm kültürünün dil, edebiyat, felsefe/kelam, fıkıh, tasavvuf, ahlak ve benzeri konularında geniş bir şekilde ele alınmaktadır. Özellikle ahlak alanında “hikmet” ile ilgili çeşitli eserler yazılmıştır.
Hz. Muhammed (s.a.v.), “Hikmet, müminin kaybolmuş malıdır; onu nerede bulursa alır”[9] diyerek hikmetin ilim olduğunu ve onu öğrenmenin gerektiğini dile getirmiştir. O, başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Hikmetin başı, Allah korkusudur.”[10] Ona göre Allah korkusu, insanı her türlü kötülükten korumakta ve hakka uygun hayat sürdürmeye yönlendirmektedir. Hakka riayet etmeyen, kötülükleri işlemekten uzak durmayan zalim insanlarda, Allah korkusu yok demektir.
Sonuç olarak İslâm kültüründe ölçü, Kur’ân ve sünnet, gaye Allah’ın rızasıdır. “Hikmet” ise, her şeyi bu ölçülere göre layıkıyla bilmek ve layıkıyla yaşamaktır. Ona göre çok okuyalım, geniş bilgi sahibi olalım ve öğrendiklerimizi gerektiği gibi yaşayalım. Hikmete vakıf, haktan yana davrana, her zaman ve her yerde zulme karşı meydan okuyan vakur ve onurlu nesiller yetiştirelim!
“Hikmet” ve “hüküm” aynı kökten geldiğine göre, hükümde adaletin yaşanmadığı yerde hikmetten bahsetmek, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. “Hikmet”, ancak aklın ve adaletin birleştiği yerde yeşerebilmektedir.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
KAYNAKLAR
[1] Halil b. Ahmed Ebû Abdirrahman el-Ferâhîdî, “hakeme”, Kitâbu’l-‘Ayn, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 204; Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem İbn Manzûr, “hakeme”, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, XII, 140 vd.
[2] Muhammed Fuad Abdulbaki, “hakeme”, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 212 vd.
[3] Lokman 31/12.
[4] Muhammed Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Daru’l-Fikr, Beyrut 1990, XXV, 145 vd.; Alauddin Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Hâzin, Lubâbu’t-Te’vil fi Meâni’t-Tenzîl, Muhammed Emin Remc ve Şurekâuh, Beyrut 1899, III, 439; Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul tsz., VII, 62.
[5] el-Bakara 2/269.
[6] Ahmed Naim, İslâm Ahlakının Esasları, notlar ilave ederek sadeleştiren: Recep Kılıç, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2014, s. 67.
[7] en-Nahl 16/125.
[8] Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer b. Muhammed el-Harizmîez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiku’t-Tenzîl, thk. Muhammed Mursi Amr, Daru’l-Mushaf, Kahire 1977, III, 167.
[9] İbn Mâce, Zühd, 15; Tirmizi, ilim,19.
[10] Muhammed Abdurrauf el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, Matbaatu Mustafa Muhammed, Mısır 1938, III, 574, hadis no: 4361.