Günümüzde kimlik, çok konuşulan kavramlardan biridir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde kelime olarak kimlik, “toplumsal bir varlık olarak insana özgü olarak belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü, kim olduğunu tanımlayan belge, hüviyet, herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü” diye tanımlanmaktadır.[1]
Kavram olarak kimlik, her kişinin arzularını, hayallerini, kendisini tasavvur etme duygusunu, hayat ile ilgi kurmasını, tanınma biçimi gibi hayattaki duruş yerini bildiren niteliklerin toplamını ifade etmektedir. Kimlik, insanın bireysel hayatta var olan tasavvurlarını, hayata katılma biçimlerini ve toplumsal yapı içerisindeki konumlanmasını kapsamaktadır. Bir kişinin kimliği, o kişinin kendi içinden gelen duygularla hür irade ile kendisini tanımlamasıdır. Kişinin kimliği, “Ben kimim?” diye sorduğu soruya etraflıca verdiği cevap, o kişinin kimliğini oluşturmaktadır. Bu soruya verilen cevapta, insan iradesine herhangi bir müdahalenin olmaması gerekir. İnsanın kendisini tanıtmasında maddi veya manevi bir baskının olması, sağlıklı bir kimliğin ortaya konmasına engel olmaktadır. İnsanın kimliği, onun kendi şahsiyeti, hüviyeti, nefsi, zatı, ayniyeti, kültürel etnik kökeni demektir. Bir tolumun kimliği, o toplumu oluşturan kişilerin kimliklerini beraber ifade etmeleri neticesinde oluşmaktadır. Yani toplumun sosyal kimliği, o toplumu oluşturan ferlerin kimlikleri ile oluşup meydana gelmektedir. Psikologlar, sosyologlar ve antropologlar, bu kavramı kendi disiplinleri açısından değerlendirmişlerdir. Çünkü kişisel hususiyetler, gelenekler, ahlaki değerler, kişisel motivasyonlar, sosyal normlar, tarihi değerler belli zaman ve mekânlarda birleşerek fert ve toplum kimliğini meydana getirirler. Amerikalı bilim adamı George Herbert Mead’e (1863-1931) göre bir kişinin, bilinçli bir insan olarak bir egoya, bir kimliğe ya da benliğe sahip olmak için, aynı dili konuştuğu, aynı kültürü paylaştığı toplum içerisinde bulunması gerekir. Buna sosyal kimlik denmektedir.[2] Ona göre kişi, kendi kültürünün unsurlarını oluşturan dilini, inancını, örfünü, âdetini, fikir ve düşüncesini yaşadığı zaman, kendi kimliğini kazanmış olabilmektedir. Herhangi bir halkı oluşturan bireyler, bu unsurları beraber yaşadıkları zaman, o halk kendi kimliğine sahip olmuş olmaktadır. Aksi takdirde hem bireyler, hem de o bireylerin oluşturduğu topluluklar, kimliksiz bireyler ve topluluklar olmaya mahkûm olmaktadırlar. Sosyal kimliğin, kişilikle de yakın alakası vardır. Sosyal kimliği oturmayan insanların, kişilikleri de gelişmemekte ve şahsiyet problemini yaşamaktadırlar. Ona göre kişilik, sosyal kimlik üzerinde gelişmektedir.[3]
Fert veya toplumların farklı kimlik düşünceleri, zaman zaman insanlar arasında tartışmalara hatta kavgalara varmıştır. Evrensel olan Kur’ân, her konuda olduğu gibi, bu konuda da en güzel çözüm yolunu göstermiştir:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için, sizi halklara ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında sizin en değerli olanınız, ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Muhakkak ki Allah, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.”[4]
Yüce Allah bu ayette, önce “Ey insanlar!” diye hitap ederek bütün insanların, insan olma kimliğinde birleştiklerini haber vermektedir. Kur’ân-ı Kerim’in pek çok yerinde bu anlamda bilgiler verilmektedir. Ondan sonra insanların kadın ve erkek kimliğine dikkat çekilmektedir. Ona göre erkek olma kimliği ile kadın olma kimliğinin Kur’ân açısından herhangi bir farkı yoktur. Allah, insanları halklara, kabilelere, milletlere ayırdığını açıklamakta, birbirlerinin kimliklerini tanımalarının gerektiğini vurgulamakta ve bu vesile ile kimsenin kimseden üstünlüğünün olmadığını, üstünlüğün ancak takvada yani dürüstlükte olduğunu bildirerek noktayı koymaktadır. Buna göre her kişi, kendi kimliğini tanıyacak, aynı şekilde başkalarının da kimliğini tanıyarak saygı gösterecektir. Bu muhalefet, Allah’a, Kur’ân’na, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ve insanlığa muhalefettir. Ayetin sonunda Allah’ın her şeyi bildiği ve her şeyden haberdar olduğu hatırlatılmaktadır. Allah’ın ortaya koyduğu sünnetullaha/ilahi kanuna uygun hareket etmeyenler, sonuçta helak olup yok olmuşlardır. Tarih sayfaları, bunun örnekleri ile doludur. Kur’ân’da bu hususta çeşitli örnekler verilmektedir. Bugün için buna uygun hareket etmeyen İslâm âleminin durumu içler acısıdır. Birbirlerinin zulümden kaçan Müslümanlar, gayrı Müslimlerin kapılarına sığınmaktadırlar. Bu gibi manzaralar, çıkıp ortalıkta İslâm’dan bahsedenlerin alnında kara bir lekedir.
Ona göre her kişi, önce insan olma kimliğini tanımalı, ona göre insanlığın gereklerini öğrenerek ona göre hareket etmelidir. Herkes kendi etnik kökeninde eşit derecede hürdür. Türküm diyen, Türk’tür. Kürdüm diyen, Kürt’tür. Arap’ım diyen Arap’tır vs. Ker kişi, kendisini mensup kabul ettiği millettendir. İnanç konusunda da durum aynıdır. Kişi hangi inancı benimsiyorsa, kendisini o inanca mensup kabul eder. Bu, her insanın tabii hakkıdır. Kimliğini tanımayan ve yaşamayan insanlar, problemli olurlar. Bunun tedavisi, her kişinin hür bir şekilde kendi kimliğini tanıması ve ona göre yaşamasıdır. Kendi kimliğine tanıdığı hak ve hürriyeti aynı şekilde başkalarının kimliğine tanımayanlar, ayrı bir psikolojik hastalığın içerisinde bulunmaktadırlar. Onların da mutlaka tedaviye ihtiyaçları vardır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şu hadislerini unutmamak gerekir:
“Kendi nefsinize istediğinizi kardeşinize istemedikçe, iman etmiş olamazsınız.”[5]
“Kendi nefsinize istediğinizi tüm insanlara istemedikçe, Müslüman olamazsınız.”[6]
Kur’ân, her kişinin kimliğini eşit bir ölçüde kabul etmektedir. Bunun en güzel örneğini Kâbe’de görmekteyiz. Dünyanın her yerinden gelen hacılar Kâbe’nin etrafından toplanırken, kimlik ayırımı yapılmamaktadır. Çok çeşitli milletlerden, çok çeşitli dilleri konuşan, farklı kültürden, farklı renklerden gelen milyonlarca insanlar, ihram içerisinde bir araya gelmektedirler. Arafat meydanında da aynı manzara sergilenmektedir. Oralarda ırk, millet, etnik köken ayırımı yoktur. Kadın erkek ayırımı dahi gözetilmemektedir. İşte bu, her kimlikten insanları kardeşçe bir arada tutmanın örneğidir.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
KAYNAKLAR
[1] Hasan Eren ve diğerleri, “kimlik”, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, İstanbul 1997, II, 873.
[2] George Herbert Mead, Zihin, Benlik ve Toplum, trc. Yeşim Erdem, Heretik Yayıncılık, Ankara 2017, s. 50.
[3] Talcott Parsons (1902-1979), Evolutionary and Comparative Perspectives, New Jersey: Prentice- Hall Inc., 1966 ABD, s. 9.
[4] el-Hucurât 49/13.
[5] Müslim, İman, 71, 72; Buhari, İman, 7; Tirmizi, Kıyame, 59; Nesai, İman, 19,33; İbn Mace, Mukaddime, 9; Darımi, Rikak, 29; İbn Hanbel, III, 176, 177.
[6] Tirmizi, Zühd, 2; İbn Mace, Zühd, 24; İbn Hanbel, II,310; III, 473; IV, 70,77.