Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
Kelime olarak liyâkat; uygunluk, yetenek, değer, yarar, hüner, fazilet, kabiliyet, layık olmak ve benzeri anlamları ifade etmektedir. Bu kavram, sosyal hayatta daha çok işi ehline vermek, her kişiye hak ettiği şeyi vermek, adalet ilkeleri ile hareket etmek gibi hukuki meseleler gibi konularda gündeme gelmektedir. İşin doğrusu, toplumsal uzlaşı ve barış da ancak bu şekilde sağlanabilmektedir. Konu ile ilgili çok sayıda ayet ve hadis vardır. Bunlardan bazılarına kısaca yer vermek istiyoruz. Konu ile ilgili bir ayetin meali şöyledir:
“Muhakkak ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğini zaman, adaletle hükmetmenizi emretmektedir. Allah size en güzel bir şekilde öğüt vermektedir! Şunu kesin olarak bilin ki Allah, her şeyi işitmektedir ve görmektedir.” (Nisa 4/58).
Bu ayetin yorumu ve iniş sebebi hakkında çok çeşitli şeyler yazılmaktadır. Özellikle nüzul sebebi hakkında bazen çelişen yorumlar da ortaya çıkmaktadır. Özet olarak bu ayette, genel olarak emanetlerin ehline verilmesi ve insanlar arasında herhangi bir surette ayrım yapmadan her hükmün adaletle verilmesi emredilmektedir. Ancak bu şekilde hareket etmenin neticesinde insanlar arasında güven, barış, uzlaşı ve kardeşlik sağlanabilir. Hakkının çiğnendiğini, mağduriyete uğradığını hisseden hiçbir insan, hakkını çiğneyen ve mağduriyetine sebep olan insanlara sıcak bakmaz, bakamaz. Bunun neticesinde, meydana gelen olumsuz duygular gelişerek kin ve nefrete dönüşür, sonuçta toplumsal uzlaşı ve barışın temelinde bomba gibi patlamaların meydana gelmesine sebep olur. Bu nedenle, insanlar pek çok ayet ve hadiste bu konuda uyarılmaktadır.
Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisine kıyametin ne zaman kopacağını soran bir bedeviye, “Emânet zâyi edildiği zaman” diye cevap vermiştir. Ardından bedevinin, “Emanet nasıl zayi olur?” diye sorması üzerine, Hz. Muhammed (s.a.v.) ona şu cevabı vermiştir: “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” (Buhâri, İlim, 2, Rikak, 35; İbn Hanbel, Müsned, II, 361).
Hz. Muhammed (s.a.v.), Ebu Zer’rin (r.a.) kendisinden memurluk talep etmesi üzerine ona şunları söylemiştir: “Ey Ebu Zer! Ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine amir olma, yetim malına da velilik yapma. Memurluk bir emanettir, hakkını vermediğin takdirde kıyamet günü perişanlık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o günün perişanlığından kurtulur.” (Müslim, imaret, 17, hadis no: 1826; Ebu Davud, vesaya, 4, hadis no: 2868; Nesai, vesaya, 10, hadis no: 6255).
Bunları kısaca arz ettikten sonra şunu söylemek istiyorum: Aile toplumun çekirdeğini, temel taşını oluşturmaktadır. Bir erkek aileyi kurarken, dünyaya gelecek çocuklarına layık, dürüst, ehil, dört dörtlük bir anne seçmeye çalışmalıdır. Yuva kurmaya çalışan bir kadın da aynı şekilde kuracağı yuvaya iyi bir koca, iyi bir baba özelliklerini taşıyan ehil, liyakat sahibi bir erkeği seçmeye çalışmalıdır. Çeşitli hadis rivayetlerinde bu gibi konularla ilgili açıklamalar anlatılmaktadır. Bilinçli bir şekilde, iyi niyetle hareket eden iki gence Allah yardımcı olur ve inşallah iyi bir yuva kurarlar. Her topluluğun bir başı bulunduğu gibi, ailenin de bir başı olmalıdır. Genelde erkekler ailenin büyüğü, reisi olarak kabul edilirler. Eğer kurulan yuvada kadın daha liyakat sahibi ise, aileyi daha iyi çekip çevirebiliyorsa aile yönetiminin ona bırakılması uygun olur. Bu, karı ile kocanın arasında yaşanacak olan bir şeydir. Dileğim, üçüncü şahısların onların arasına müdahalede bulunmamalarıdır. Bunun neticesinde mutlu, huzurlu, sağlıklı bir yuva kurulmuş olur. Bu tür ailelerden sağlıklı çocuklar yetişir ve sağlıklı bir toplum meydana gelir.
Aileden daha geniş topluluk, köylerdir. Köylerde de aynı şekilde bir baş gerekir. O baş ise, köyün muhtarıdır. Köylüler kendi aralarında en ehil, en liyakatli, en yararlı olacak bir kişiyi muhtar olarak seçecekler. Bu kişi, erkek olabileceği gibi kadın da olabilir. Aşiret ve kabilelerde de baş bu şekilde ehliyet ve liyakate göre seçilmelidir.
İlçe ve illerde de aynı şekilde ehliyet ve liyakat bilinci ile belediye başkanları veya valiler seçilmelidir. Bunun için mutlaka halk eğitimli olmalı ve bilinçli bir şekilde topluma yararlı olacak, hizmet edecek liyakatli ve ehil kişileri seçmelidirler. Hatta seçilen belediye başkanları veya valiler, bölge veya eyaleti temsil etmelidirler. Ailede, köyde, ilçede, ilde, bölgede ve ülkede bu seçimler yapılırken, mutlaka ama mutlaka halkın iradesine engel olunmamalıdır. Kadın veya erkek fark etmez, liyakatli, ehil, hak ve adalete uygun hareket edecek, halka hizmet edip toplumsal uzlaşı ve barışı sağlayacak kişiler tercih edilmelidir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), bütün kabile ferleri ile görüşmeyi talep etmemiştir. O, her türlü problemlerin halli için sadece kabile reisleri ile görüşmüştür. Ayrıca Hz. Muhammed (s.a.v.) hiçbir kabileye reis atamamıştır. Her kabile kendi içinden temsilcilerini seçerek Hz. Muhammed’e (s.a.v.) göndermişlerdir. Medine Vesikası bu konuda en güzel bir örnektir. Bu sözleşme ile ilgili toplantıya çeşitli Arap kabileler ile Müslüman olmayan toplumların temsilcileri katılmışlardır. (Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi, Çıra Yayınları, İstanbul 2020, s. 135 vd.). Her temsilci, kendi toplumu tarafından seçilerek gönderilmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), toplumsal ve siyasal meselelerde daima toplumların kendi aralarından seçerek gönderdikleri temsilcileri muhatap almıştır. O, asla herhangi bir topluma dışarıdan temsilci göndermek sureti ile onların iradelerini devre dışı bırakmamış ve onları bu şekilde idare etme yoluna gitmemiştir. Kur’ân-ı Kerim’de de aynı durum dile getirilmektedir:
“Ey İnananlar! Allah’a itaat edin, peygambere ve içinizden seçtiğiniz yöneticilerinize itaat edin. Eğer herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız, onu/o problemi Allah’a ve peygambere götürün/Kur’ân ve sünnete göre çözün. Bu, sonuç bakımından daha hayırlı ve daha güzeldir.” (Nisa 4/59).
Bu ayette dile getirildiği gibi, Allah’ın iradesi her şeyin üstündedir. Önce O’nun, ondan sonra Hz. Muhammed’in(s.a.v.) ve ondan sonra da toplumun kendi içerisinden seçtiği yöneticinin iradesine uygun hareket edilecek, tabi olunacaktır. Bu ayette söz konusu olan “Uli’l-emri minkum: Sizden olan yöneticiler” hakkında çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Doğrusu her toplum, kendi kültürel anlayışı içerisinde kendilerini en iyi şekilde temsil etmeye layık gördükleri kişileri kendi içlerinden seçeceklerdir. Allah, kendilerine bu irade hakkını tanımıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.) bu tür uygulamada bulunmuştur. Şayet toplumda problemler yaşanırsa, yine Kur’ân ve sünnet ölçüleri dâhilinde çözülecektir. Hz. Muhammed’den (s.a.v.) sonra halifeler döneminde dışarıdan valiler tayin edilmeye başlayınca, halkın bu konudaki iradeleri hiçe sayılmış ve bu nedenle Müslümanlar arasında iç kavgalar başlamıştır. Çünkü Kur’ân ve sünnetin gösterdiği yola uymadan, dışarıdan kaymakam, vali veya kayyum atamak, Kur’ân’a ve sünnete uygun hareket etmemektir, İslâm’a muhalefettir. Kanaatimce bugün İslâm âleminin bocalaması, bunalım yaşaması ve birbirleri ile kavga etmesi bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü kendi iradeleri ile idare edilmediğini hisseden toplumlarda şahsiyet bunalımı yaşanmaktadır ve insanlar kendilerine olan özgüveni kaybetmektedirler.
Bu güzelliklerin gerçekleşmesi için eğitim şarttır. Eğitim, iyi niyet ve dürüstlük olmadan bunlar gerçekleşemez. Toplum eğitilmeli, aile kendi reisini, her toplum kendi idarecisini liyakat ölçüleri dâhilinde seçmelidir. Müslümanlarda olması gereken bu uygulamaları, az veya çok Müslüman olmayan toplumlarda görmekteyiz. Müslümanlarda ise, maalesef görememekteyiz. Umarım Müslümanlar kendilerini sorgularlar ve bu konuda Allah ile peygamberin yoluna dönerler.
Herkese selam saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.