Arapça bir kelime olan “şehid”, mahkemede şahitlik yapmak, hazır bulunmak, idrak etmek, haber vermek, bilmek, yemin etmek ve benzeri anlamları ifade eden “şehide-yeşhedu” fiilinden türemiş bir isimdir. Dini terim olarak “şehid”, Allah yolunda öldürülen kişilere verilen isimdir; çoğulu, “şuhedâ” ve “eşhâd” şeklindedir. Ona “şehid” denmesinin sebebi, onun cennetlik olduğuna şahitlik edilmiş olması veya onun Yüce Allah’ın huzurunda yaşıyor bulunması yahut onun ölümü esnasında meleklerin hazır bulunması yahut ta onun Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla mükâfatlandırılmış olmasıdır.[1]
Şehidlik büyük bir derecedir. Şehidler hem Allah’ın övgüsünü ve hem de Hz. Muhammed’in (s.a.s) sevgisini kazanan bahtiyar insanlardır. “Şehid” kelimesi, türevleri ile birlikte Kur’ân-ı Kerim’de 160 yerde geçmekte[2] ve çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır. Ayrıca Kur’ân’da, “şehid” anlamında Allah yolunda öldürülenler diye de haber verilmektedir. “Şehid” hakkında bilgi veren bazı ayet ve hadislere yer vermek istiyoruz:
وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتاً بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَالْمُؤْمِنِينَ
“Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın. Bilakis onlar diridirler ve Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Onlar, Allah’ın kendilerine verilenlerine sevinmekte ve arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadıklarına ve üzüntü içerisinde bulunmadıklarına dair müjdeyi vermek istemektedirler. Yine onlar, Allah’tan olan bir nimeti ve fazileti/bolluğu, ayrıca Allah’ın inanan kişilerin mükâfatlarını zayi etmeyeceğini müjdelemek istemektedirler.”[3]
وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ
“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz.”[4]
وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتاً بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
“Sakın Allah yolunda öldürülenlerin ölü olduklarını sanma! Onlar diridirler ve kendilerine rableri katında rızık verilmektedir.”[5]
Bir Arabi Hz. Muhammed’in (s.a.s) huzuruna gelerek, “Ya Resûlallah! Bir adam ganimet için, diğeri şöhret için, öbürü riya ve gösteriş için savaşır. Hangisi Allah yolundadır?” diye sorunca, Hz. Muhammed (s.a.s) ona şu cevabı vermiştir: “Kim Allah’ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır.”[6]
Diğer bir hadiste de, Hz. Peygamber (s:a.s) önemli olan üç hususu misâl olarak ortaya koymuştur: Şehid olmak, âlim olmak ve hayırsever zengin olmak. Bu üç önemli ve faziletli durumda olan insanlar, Allah’ın rızasını düşünmeyerek, onun dışında çeşitli menfaat, riya ve gösteriş duyguları ile hareket ettikleri takdirde, şehid, âlim ve hayırsever olmanın kendilerine hiç bir faydası olmaz. Bunların akıbetleri cehennemdir:
“Kıyamet gününde aleyhine hüküm olunacak halkın birincisi, şehid edilen bir adam olacaktır. O kişi Allah’ın huzuruna getirilecektir. Allah, ona verdiği nimetleri bir bir anlatacak. O da bunları bilecek ve hatırlayacak. Yüce Allah ona, ‘Bu nimetlerin arasında ne yaptın?’ diye soracak. O, şu cevabı verecektir: ‘Senin rızan için savaştım ve nihâyet şehîd oldum.’ O zaman Allah ona şöyle diyecektir: ‘Yalan söylüyorsun! Fakat sen, hakkında kahraman denilsin diye savaştın ve neticede de böyle söylendi.’ Allah’ın emri üzerine o kişi yüzüstü sürüklenerek Cehenneme yollanacaktır.
İkinci olarak, ilim öğrenmiş, başkalarına öğretmiş, Kur’ân’ı okuyan biri Yüce Allah’ın huzuruna getirilecektir. Allah, ona da verdiği nimetlerini tek tek anlatacaktır. O da bu nimetleri anlayacak ve kabul edecektir. Yüce Allah ona şöyle soracak: ‘Bu nimetlerin içinde bulunurken, benim için ne yaptın?’ O kişi, şu cevabı verecektir: ‘Senin rızan için ilim öğrendim, Kur’ân’ı okudum ve başkalarına da öğrettim, okuttum.’ Ondan sonra Allah ona şöyle diyecektir: ‘Sen yalan söylüyorsun! Sana âlim, ne güzel okuyor, denilsin diye okudun. İlim öğrenmeyi, Kur’ân’ı okumayı, başkasına öğretmeyi ve okutmayı, riya ve gösteriş için yaptın. Nihâyet senin için bu övgüler de yapıldı.’ Allah’ın emri üzerine bu adam da yüzüstü sürüklenerek Cehenneme atılacaktır.
Üçüncü olarak Allah’ın kendisine zenginlik ve çeşitli mallardan verdiği bir kişi getirilecektir. Allah, bu kişiye de verdiği nimetleri ayrı ayrı anlatacaktır. O da, bu nimetleri bilecek ve hatırlayacaktır. Yüce Allah ona da şu soruyu soracak: ‘Bu nimetlerin arasında bulunduğunda, ne gibi hayırlı işlerde bulundun?’ Kişi şu cevabı verecektir: ‘Senin rızan için, sevdiğin her türlü hayır yollarına harcamada bulundum.’ Allah, onun bu cevabı üzerine söyle diyecek: ‘Sen yalan söylüyorsun! Sana cömert desinler diye bu hayır yollarına harcamada bulundun. Bu yardımları, riya ve gösteriş için yaptın.’ Sonra, Allah’ın emri üzerine bu kişi de yüzüstü sürüklenerek Cehenneme yollanacaktır.”[7]
İlmi kaynaklarda kaydedildiğine gör tüm peygamberler ve tüm kutsal kitapların ortak ana hedefi, bütün insanların malının, canının, neslinin, inancının, aklının/fikir ve düşüncesinin korunmasıdır.[8] Hz. Muhammed (s.a.v.) de bu değerleri için mücadele eden ve bunları savunanların “şehid” olduklarını söylemiştir.[9] Bu ve benzeri hadislere göre ancak kendi malı, canı, namusu, inancı ve benzeri değerleri uğrunda öldürülen kişiler şehittirler. Ona göre tüm insanların bu değerlerini savunmada canın veren kişiler “şehid” olarak kabul edilebilir. Bunun yanında bu kişilerin Allah inancına sahip olmaları da gerekir. Bu gayelerin dışında ölenleri “şehid” olarak kabul etmek doğru değildir. Çünkü İslâm’da her konuda ölçü Kur’ân ve sünnet, gaye Allah’ın rızası olduğuna göre, “şehid” olmada da ölçü Allah’ın rızasıdır.
Bunun yanında bazı hadislerde yanarak ölen, suda boğulan, göçük, çığ, toprak veya bina altında kalan, veba gibi salgın hastalıklardan vefat eden ve benzeri bazı kişilerin de “şehid” sevabına nail olacakları haber verilmektedir.[10]
Herkes kendine göre şehitlikten bahsetmektedir. Unutmayın! Ancak Hz. Muhammed’in (s.a.v.) dediği gibi, kendi malını, canını, namusunu, inancını ve benzeri değerlerini savunmada ölenler şehittir. Bu tür insanlar, kendi kutsal değerlerini savunmak için mücadele ettikleri gibi, Allah rızası için tüm insanların tabii değerlerini savunmada bulunmakta, toplumsal uzlaşı ve barışı sağlamayı hedeflemektedirler. Allah rızası için bu mücadelede bulunurken de canlarını vermektedirler.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
KAYNAKLAR
[1] Halil b. Ahmed Ebû Abdirrahman el-Ferâhîdî, “şehide”, Kitâbu’l-‘Ayn, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 498 vd.; Hüseyin b. Muhammed er-Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garibu’l-Kur’ân, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986, s. 392 vd.; Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem İbn Manzûr, “şehide”, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, III, 238 vd.; Nurettin Turgay, “şehid”, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Yayınevi, İstanbul 1994, VI, s. 22-25.
[2] Muhammed Fuad Abdulbaki, “şehide”, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 388 vd.
[3] Alu İmrân 3/169-171.
[4] el-Bakara 2/154.
[5] Alu İmrân 3/169.
[6] Buhârî, İlim, 45; Cihâd,15; Müslim, İmare,150,151; İbn Mace, Cihad,13; Ahmed b. Hanbel, IV, 392, 397, 402, 405, 417.
[7] Müslim, İmâre, 52; Neseî, Cihâd, 22; İbn Hanbel, III, 322.
[8] Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazzali, el-Mustasfa, Mısır 1937, I, 288: Ebû İshak İbrahim b. Musa eş-Şatıbi, el-Muvafekat fi Usuli’ş-Şeria, thk. Muhammed Hasaneyn Mahluf, Dâru’l-Fikr, Mısır 1975, II, 8 vd.; Seyfuddin el-Amidi, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkâm, Mısır 1967, III, 252; Ebu Zehra, Kur’an Nizamı, trc. Ali Arslan, Ankara 1969, s. 61; Mustafa Baktır, İslam Hukukunda Zaruret Hali, Akçağ Yayınları, Ankara 1981, s. 177 vd.; Osman Eskicioğlu, İslam Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, Anadolu Matbaacılık, İzmir 1996, s. 280 vd.
[9] Ebû Dâvûd, sünen, 29; Tirmizî, diyaât, 22, hadis no: 1419, 1421.
[10] Bkz. Buhârî, Ezan, 32, Cihâd, 30; Müslim, İmâre, 164; Tirmizî, Cenâiz, 65, Fedâilu’l-Cihâd, 14; İbn Hanbel, I, 22, 23, II, 323, 325.