İnsanlar arasında toplumsal uzlaşı ve barışın sağlanması için, bireyler arasındaki sosyal adaletin yerini bulması gerekir. Kalkınmanın nimetlerinden faydalanma ve külfetlerine katlanma konusunda sosyal sınıflar arasında denge sağlamaya, “sosyal adalet” denilmektedir. Toplumları oluşturan insanlar arasında dengeyi sağlamayı ifade eden sosyal adalet, geniş bir anlam kapasitesine sahip olan adalet kavramının bir parçasıdır. Sosyal adaletle, maddi açıdan zayıf olan insanların, güçlü olanlara karşı korunması amaçlanmaktadır. Toplumun devamlılığı ve huzurunun sağlanması, o toplumu oluşturan insanlar arasında sosyal bir dengeyi sağlamaya bağlı olması nedeniyle, “sosyal adalet” mefhumu, daima ön plana çıkmaktadır.
Tevhit inancına dayanan bütün dinlerin ve modern demokrasi anlayışının ideali, insanlar arasında toplumsal uzlaşı ve barışı sağlamak için, sosyal adaleti sağlamaktır. Çünkü bu sistemlerde, insanların eşitliğine inanılmaktadır. Bilindiği gibi sosyal adalet, sınırlı cemiyet yapısının doğurduğu bütün kusurları gidermeyi hedef olarak kabul eden bir kavramdır. Sosyal adalet, yönetimin yönettiği vatandaşlara sosyal hizmetlerde sağladığı adalettir. Adalet kavramını ön planda tutan devlet anlayışına göre, insanların hukuk karşısında ve hayat mücadelesinde her konuda eşit tutulmaları gerekmektedir. Sosyal hayatta insan eşitliğine ve adalete uygun hareket edilirse, toplumda en güzel sosyal adalet gerçekleşecektir. Kur’ân, bu konuda en sağlıklı ve en güzel yolu göstermektedir. Kur’ân’ın bu özelliği, onun ilahi bir mucize olduğunu göstermektedir. Kur’ân’ın pek çok yerinde, sosyal adalete yönelik mesajlar verilmektedir. Kur’ân’ın yüz yedinci suresi olan Mâûn suresinde, mealen şu bilgiler verilmektedir:
“Sen, dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakan ve yoksulu doyurmayı teşvik etmeyendir. Namazlarından gafil oldukları halde namaz kılanlara veyl olsun. Onlar, gösteriş yapmakta ve her türlü yardıma da engel olmaktadırlar.” (Mâûn 107/1-7).
Bu surenin başında geçen “gördün mü?” sözü, bir sorudan ziyade bir hayret ve taaccüp anlamını ifade etmektedir. Ayrıca burada “sen gördün mü?” derken, Hz. Muhammed’e (sav) olduğu gibi, bütün inananlara ve genelde tüm insanlara hitap edilmektedir. Çünkü Kur’ân’ın muhatabı, genel olarak tüm insanlardır. Kur’ân’ın mesajları, tüm insanlara yöneliktir. Yüce Allah bu surenin ilk ayetlerinde, yetimi def edip hakkını ödemeyen, toplumda aç ve yoksul bir şekilde yaşayan insanları doyurmayan veya onları doyurabilecek kişileri de bu konuda teşvik etmeyenleri, dini yalanlayanlar olarak tanımlamaktadır. Bu ayetlerde, toplumun ezilen insanlarının problemlerine dikkat çekilmekte, onların haklarının korunması ve sosyal sıkıntılarının giderilmesi emredilmektedir. Bu konuda hassasiyet göstermeyenler ise, dini yalanlayan ve inkâr eden insanlar olarak tanımlanmaktadır.
Bu surenin birinci bölümünde bu bilgiler verildikten sonra, ikinci bölümünü oluşturan diğer ayetlerde ise, gösteriş için ibadet eden, namazlarından gafil olan ve her türlü hayrı engelleyen insanlar kınanmakta, tenkit edilmektedir. Yetim ve fakirlerin durumu ile ibadetteki gaflet ve riyakârlığın beraber anılması, dikkat çekicidir. Bu suredeki iki bölümün beraber verdiği mesajlardan anlaşıldığına göre, toplumda sosyal adaletin oluşması için kendilerine düşen görevleri yerine getirmeyen, yetim, fakir, yoksul ve muhtaç kişilerin durumuna eğilmeyen insanlar, son derece dindar geçinseler ve kendilerini ibadet ehli olarak göstermeye çalışsalar bile, İslâm dinini içlerine sindirmemişlerdir. Bu tür insanların yansıttıkları görüntüye, dış görünüşlerine aldanmamak gerekir. Buradaki ayetlerin ifadesiyle, bu tür insanlara yazıklar olsun. Çünkü bu gibi kişiler, Müslüman görünmelerinde, inanç ve ibadetlerinde samimi iseler, toplumda sosyal adaletin yerleşmesi için çalışırlar, yetimi hor görmez, yoksul ve fakirlerin dertleriyle dertlenirler. Çünkü ibadetin bilincinde olan insanlar, toplumdaki yoksul ve ilgiye muhtaç olan kişilere karşı son derece müşfik davranır, dertleri ile dertlenir, toplumdaki sosyal adaletin meydana gelmesine azami derecede dikkat ederler. Samimi inanç ve iman, insanı bu istikamette yönlendirir. Bu durum, iman, ibadet ve sosyal hayattaki davranışların birbirleri ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Kur’ân emirlerinin ve İslâm inancının gereği olarak bunları birbirlerinden ayırmamak icap eder.
Bu surede geçen “veyl” kelimesi, “veyele-yeliyu” filinden türemiş bir isimdir. “Veyl” kelimesi, cehennemde bir ateş nehri veya bir vadi, helak, yazıklar olsun, kahrolsun, lanet olsun, bela ve benzeri itham ile bedduaları ifade etmektedir. Kur’ân’da 40 defa geçen “veyl” kelimesi, vebali büyük, günahı ağır suçların işlendiği durumlarda söylenir. Allah, bu sözü, cehennemi hak eden insanlar için söylemektedir. Bunların büyük bir kısmı, amelleri ile inançlarına ters düşen, bu davranışları ile bir bakıma kendi inançlarını yalanlayan kişilerdir. Bu surede yer alan bu büyük tehdit, ibadette gaflet içinde olan, riyakârlık yapan, sosyal adaleti yakından ilgilendiren ve insanlar arası her türlü yardımlaşmayı ifade eden yardımlaşmayı engelleyen kişilere yöneliktir. Aynı zamanda bu durum, surenin anlam bütünlüğünü yansıtmaktadır.
Bu surenin sonunda geçen “Mâûn” kelimesi, sureye isim olmuş ve Hz. Ali’nin (ö. 40/661) yaptığı yorumlara göre, zekât, farz olan sadaka, ödünç, hayır, mali yükümlülükler, yardımlaşma ve benzeri manaların tümünü kapsamaktadır. (Muhammed b. Cerîr et-Taberî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, thk. Sıtkı Cemil Attar, Darü’l-Fikr, Beyrut 1995, VII, 77; XXX, 406 vd.).
Kur’ân’ın ilk suresi olan Fatiha suresinin baş tarafında, Allah’ın tüm alemlerin rabbi olduğu anlatılmaktadır. Mâûn suresi, bu anlamda Fatiha suresi ile örtüştüğü gibi, her iki sure de yedişer ayetten oluşmaktadır. Fatiha suresinde bu konu işlenirken, insanın Allah’a yönelik dua hali söz konusudur. Mâûn suresinde ise, insanın insana yönelik yardımı ön planda bulunmaktadır. Fatiha suresinde anlatılan ibadet anlayışının Kur’ân mihverinden çıkarılması, insanı nasıl Allah bilincinden uzaklaştırıyorsa, Maun suresinde anlatılan paylaşım anlayışının Kur’ân mihverinden çıkarılması da aynı şekilde insanı Allah bilincinden uzaklaştırmaktadır. Fatiha suresinde işaret edildiği gibi, bu surede de ibadetin, her türlü riya ve gösterişten uzak bir şekilde Allah rızası için yapılmasının gerektiği haber verilmektedir. Bu iki surenin, bu konuda ortak mesajları bulunmaktadır. Sosyal hayatta insanlar arasında meydana gelen her türlü yardımlaşmayı kendi menfaatlerine göre yönlendiren riyakâr kişilerin kıldıkları namaz, bilinçli bir şekilde kılınan ve insanı her türlü adaletsizlikten uzaklaştıran makbul bir namaz değildir. Riyakâr, bencil ve menfaatperest insanlar, genel olarak davranışlarını insanlar görsün diye ayarlarlar. Bazı riyakârlar da yapılması adet olan şeyleri, amacının dışındaki gayeler için kullanırlar. Önemli bir ibadet olan namaz, bu alanda çok kullanılmakta olduğundan dolayı olacaktır ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadiste bu konuda şöyle buyurmuştur: “Namazı, kendisini kötülüklerden alı koymayan bir kişinin kıldığı o namazı, onu Allah’tan uzaklaştırmanın dışında hiçbir işe yaramaz.” (es-Süyûtî, ed-Durru’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, Muhammed Emin Remc ve Şurekâuhu, Beyrut tsz. VI, 465; el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, VI, 221, hadis no: 9014; Muhammed Raşîd Rıza, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, (Tefsiru’l-Menâr), Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut tsz. I, 87 vd.)
Bu yazımızda Mâûn suresinin sosyal adalet açısından verdiği mesajları özet bir şekilde anlatmaya çalıştık. Aslında Kur’ân’da sosyal adalete yönelik pek çok bilgiler vardır. İnşallah başka makalelerde de onların üzerinde duracağız. (Mâûn suresi ve sosyal adalt hakkında geniş bilgi için bkz. Nurettin Turgay, Kur’ân’daki İslâm, Çıra Yayınları, İstanbul 2020, s. 58 vd.).
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.