Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
İnsanlığın başlangıcından bu yana, madde alemine ilgi gösterildiği gibi mana alemine de ilgi gösterilmektedir. Çünkü insanlar sadece maddeden ibaret değildir. Onların bir de manevi yönleri vardır. Her insanın manevi yönü onun inanç, vicdan ve ahlak yönünü oluşturmaktadır. İnsanlık tarihinin her döneminde, dünyanın çeşitli yerlerinde mistik bir hayatı yaşamaktan zevk alıp onunla mutlu olan insanlar olmuştur. Müslümanlar arasında da tasavvuf yolunu takip eden, bu hayat tarzını yaşayanlar vardır. Tasavvuf kaynaklarında, “tasavvuf” sözcüğünün kelime ve ıstılah anlamları hakkında çeşitli şeyler söylenmekte ve yazılmaktadır. Konu ile ilgili araştırmalarda bulunan âlimler arasında yaygın olan görüşe göre tasavvuf, sözcük olarak Arapça yün anlamında olan “sûf” kelimesinden türemiştir. Sûfî, yüne nispet edilen demektir. Yünden elbise giymeye “tasavvafa” ve bunu giyene de “mutasavvıf” denilmektedir. Tasavvuf kavramının ıstılah anlamı hakkında da aynı şekilde çok çeşitli tanımlar yapılmaktadır. Tasavvuf, insanın ruh dünyasından gelen bir vicdan duygusudur. Tasavvuf hakka inanmak, hakkı kavramak, hakkı yaşamak, her an hak ile hakikatin bilincinde olmak ve hak olan Allah’tan gafil olmamaktır. (Abdulkerim el-Kuşeyrî, er-Risâletu’l-Kuşeyriyye, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1990, s. 82 vd.; Mahir İz, Tasavvuf, Rahle Yayınları, İstanbul 1969, s. 41, 47; Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, Kılıç Kitabevi, Ankara 1976, s. 8.)
Tasavvufi hayatın Hinduizm, Zerdüştlük, Yunan, İbrani-Hristiyan veya yeni Eflatuncu kültüründen kaynaklandığına dair değişik görüşleri savunanlar olmuştur. Ancak İslâm tasavvufu, Kur’ân ve Sünnet’e dayanmaktadır. (İz, Tasavvuf, s. 85 vd.; Ateş, İslâm Tasavvufu, s. 40 vd.)
Tasavvuf düşüncesinde ölçü Kur’ân ve Sünnet, gaye ise Allah’ın rızasıdır. Kur’ân ilkelerine uygun düşmeyen, tevhit anlayışının dışında kalan her türlü tasavvufi anlayış, muteber kabul edilmemektedir. Tasavvuf ehli, her şeyden önce tevhid konusunu ele almış ve onu Kur’ân ve Sünnet ölçüleri dâhilindeki bir anlayışla yoğurmuşlardır. (Kuşeyrî, er-Risâle, s. 41 vd.; Annemaria Schımmel, İslâm’ın Mistik Boyutları, trc. Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s. 42)
Tasavvufi ilimlerde ana hedef nefsin terbiye edilmesidir. Buna göre tasavvufun hedef olarak seçtiği ana gaye, Kur’ân ve Sünnet bilinci dâhilinde nefsi ıslah etmenin neticesinde ahlakın kemal mertebesine ulaşması, neticede Allah’ın rızasına kavuşmaktır. Buna göre her şeyin “sadece Allah rızası için yapılmış” olması şartı gerekir. Kur’ân’da insanların hem dünya hem de ahiretteki mutluluklarından bahsedilmekte, ondan sonra da “Cenâb-ı Hakk’ın rızası bunların hepsinden üstündür. En büyük başarı, işte bu rızayı kazanmaktır” (Tevbe 9/72) denilmektedir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı, bu konuda güzel ahlakın sosyal hayata yansıyan bir örneğidir. Kur’ân’da bu hususta şu mesaj verilmektedir: “Muhakkak ki sen, güzel ahlak üzeresin.” (Kalem 68/4). Güzel ahlak üzere bulunan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yaşayışı Kur’ân’a göre idi. O, her konuda Kur’ân’ı ölçü almış ve ona göre hareket etmiştir. Nitekim Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra Hz. Aişe’ye (ö. 58/677) onun ahlakının nasıl olduğu sorulmuş. O da “Siz Kur’ân’ı okumuyor musunuz? Muhakkak ki onun ahlakı Kur’ân’dı” diye cevap vermiştir (Müslim, Salatu’l-Musafirin, 139, hadis no:746). Hayatının her alanında Kur’ân ahlak kuralları ile yaşayan Hz. Muhammed (s.a.v.), bu güzel ahlakın İslâm inancında, tasavvufunda ve İslâm’ın sosyal hayattaki uygulanmasında ne derece önemli olduğunu edebi bir üslupla şöyle dile getirmiştir: “Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta’, Husnu’l-Hulk, 1)
Tasavvuf düşüncesi, zamanla felsefe ile de kaynaşarak Müslümanlar arasında gelişme göstermiştir. Tasavvufla başlayıp felsefe alanında gelişme neticesinde Ömer Hayyâm (ö. 526/1132), Muhyiddin el-Arabî (ö.638/1240), Muhammed Abduh (ö. 1323/1905), Babanzade Ahmed Naim (ö. 1353/1934) ve benzeri büyük mütefekkirler yetişmiştir. Bu gibi âlimlerin çalışmaları neticesinde, İslam tarihinde tasavvufun felsefe, sanat, edebiyat, nesir, nazım, müzik, şiir, estetik ve güzellik alanlarında büyük gelişmeler yaşanmıştır. Onların, dini ilimlerin yanında müspet ilimlere katkıları da olmuştur. Hasan el-Basrî’nin (ö. 110/728) söylemiş olduğu hikmetli sözlerinin, tasavvuf un ilk yazılı malzemeleri olduğu ve bu malzemelerin tasavvuf edebiyatının gelişmesinde etkili olduğu iddia edilmektedir. Hasan el-Basrî’ye nispet edilen bilgiler ahlak, irşat ve sohbet muhtevalı Arapça mensur metinlerdir. Bu mensur metinler, Hasan Basrî’nin tasavvuf edebiyatının öncülerinden olduğunu göstermektedir. Onun metinlerinin dışında ilk sûfilere ait herhangi bir yazılı eser bilinmemektedir. Yalnız Şiî kültüründe “Sahife fi’z-Zühd” adında züht ile ilgili olan ve Zeyne’l-Abidin Ali b. Hüseyn (ö. 95/713) tarafından telif edildiği söylenen bir eser vardır. (M. Fuat Sezgin, Arap İslâm Bilimleri Tarihi, Prof. Dr. Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2015, 1/726; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, trc. Said Aykut ve diğerleri, Şula Yayınları, İstanbul 1995, II, 206 vd.)
Müslümanların tasavvufu sağlıklı bir şekilde anlamaları ve tasavvuf adı altında pek çok hurafenin etkisinden kurtulmaları için, bu konuyu Kur’ân, sünnet ve bilimsel akli bilgiler açısından araştırmaları gerekir. Çünkü önemli olan cübbe, sarık, sakal değil, Kur’ân ve Sünnet ölçüleri dâhilinde ahlak ve karakter sahibi olup buna göre hareket etmek ve Allah’ın rızasından ayrılmamaktır.
Ömer Hayyam’ın (ö. 526/1132) şu rubaisi, tasavvuf, felsefe ve nazım / şiir açısından önem arz etmektedir:
“İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun kaç para!
Hırka, teşbih, post, seccade güzel
Ama Tanrı kanar mı bunlara?”
(Ömer Hayyam, Dörtlükler – Rubailer –, çeviren: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011, s. 8).
Süleyman Çelebi’in (ö. 825/1422), mevlidinde yer verdiği şu ifadeleri de büyük anlam ifade etmektedir:
“Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân”
(Süleyman Çelebi, Vesiletü’n-Necât, hazırlayan: Faruk Kadir Timurtaş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1970, s. 4 vd.)
Hakka dayalı, hurafelerden uzak bir tasavvuf düşüncesi dileği ile!
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.