Arapçadan Türkçeye geçmiş olan üslup sözcüğü, kelime olarak metod, hal, yol, tarz, eda, usul, prosedür ve stil gibi anlamlar için kullanılmaktadır.[1] Edebî yönden üslup, herkesin kendi görüşünü, duygusunu, anlayışını, düşüncesini ve hayallerini, kendine has ifade tarzı ile anlatmasıdır. Tarzı beyan etmekten ibaret olan üslubun, yazıda olduğu gibi sözde de önemi vardır. Fransız bilim adamı Georges-Louis Leclerc de Buffon (1707-1788), “Üslûb-i beyan, ayniyle insandır” diyerek ifade üslubunun, insanın ta kendisi olduğunu söylemiştir. Ona göre insanların fiziki yönden yüz görünümleri, beden yapıları, tipleri farklı olduğu gibi, sözleri, beyan tarzları da farklı farklıdır. Bu nedenle, “Dünyada ne kadar insan varsa, o kadar da üslup/beyan tarzı vardır” diyebiliriz.[2]
Üslup, ilmi, edebi ve hitabı olmak üzere üç kısım halinde değerlendirilmektedir. Akla hitap ettiği ve gerçekleri anlattığı için ilmi üslup, hayali duygulardan uzak olmaktadır. Bu üslupta, daha çok mantıklı ifadeler yer almaktadır. Edebi üslupta ise, kuvvetli bir hayal gücü ortaya çıkmakta ve ince bir tasvir yer almaktadır. Hitabı üsluba gelince, güçlü ifadelere, kuvvetli mana ve delillere dayanmaktadır. Kur’ân üslubu, akıl, mantık ve ilmi gerçeklere dayandığı gibi, en güzel bir edebi üslup örneği niteliğindedir. Aynı zamanda Kur’ân üslubu, ifade ve mana bakımından eşsizdir. Çünkü Kur’ân üslubu, insan sözü değil, Allah’ın kelamıdır ve her yönü ile mucizedir. İnsan üslubunda kelimeler, basit ifadelerle dile getirilmektedir. Kur’ân üslubu ise, insan gücünün üstünde büyük tasvirlerle anlatılmaktadır. Onun için Hz. Muhammed’in söylemiş olduğu sözler ile Kur’ân’ın ayetleri, rahat bir şekilde birbirlerinden fark edilmektedir. Seyyit Kutup (ö. 1385/1965), Kur’ân’ın anlatım üslubunda kullanılan tasvir üzerinde çok durmuş çok çeşitli açıklamalarda bulunmuştur. Onun bu konudaki açıklamalarından bazıları şöyledir:
“Tasvir, Kur’ân üslûbunun en önemli ifade araçlarından birisidir. Kur’ân, müşahede edilen bir olayı, görünen bir manzarayı, zihinsel bir manayı, psikolojik bir durumu olduğu kadar, insan tiplerini de somut bir biçimde canlandıran tablolarla ifade eder. Çizdiği bu tablolara canlı bir hayat ya da taze bir hareketlilik kazandırır. Böylece zihinsel manalar şekillere veya hareketlere dönüşür. Psikolojik durumlar tablolara veya sahnelere, insan tipleri canlı, somut bir şekle veya insan tabiatında gözle görülen bir cisme dönüşür. Olayları, sahneleri kıssaları ve manzaraları örnek verirken, onları, meydana gelen canlı ve somut olgular halinde sunar. Onlara hayat verir, hareketlilik kazandırır. Buralara bir de konuşma ilave edilince bu sahnenin zihinde canlandırılmasının unsurları tamamlanmış olur. Böylece Kur’ân, anlatıma başlar başlamaz dinleyicilere yepyeni bir bakış açısı kazandırır ve onları ilk olayın meydana geldiği veya meydana geleceği sahneye çeker. Orada manzaralar birbirini izler, hareketler tazelenir. Dinleyici, bunun okunan bir söz ve meselenin kavranmasını kolaylaştıran bir örnek olduğunu unutur, sahneye gelip giden şahıslar görür. Olayların getirdiği durumlardan etkilenen insanların jest ve mimikleri, ruhlarındaki hisleri açığa vurur. Artık o kıssalar, burada hayatın hikayesi değil, hayatın ta kendisi olur. Eğer zihinsel manayı ve psikolojik durum tasvir eden, insan tipini veya rivayet edilen olayı somutlaştıran vasıtanın tasvir edici renkler, konuşan şahıslar olmayıp camid kelimeler olduğunu söylersek, Kur’ân’ın ifadesindeki icazın sırlarını kısmen idrak etmiş oluruz. Kur’ân’ın tamamı, zikrettiğimiz gayelerden hangisine dokunsa, yani ne zaman soyut bir manayı, psikolojik bir durumu, manevî bir sıfatı, bir insan tipini, bir olayı geçmiş bir kıssayı, kıyamet sahnelerinden bir manzarayı, nimet ve azap sahnelerinden bir sahneyi ifade etmek istese veya bir tartışma veya delil getirme, ikna etme diyaloğuna bir örnek verse, hatta mutlak tartışma amacıyla söz söylese, hep tasvir metodunu kullanır, sözleri resimlendirerek ruha, duyulara hitap eder. İşte biz, ‘Tasvir, Kur’ân üslubunun en önemli ifade aracıdır’ derken bunu kastediyoruz. Bu, bir üslûp süsü ve gelişi güzel bir şey değildir. Aksine değişmez bir sistem, bütünlük arz eden bir plân, kapsamlı bir özellik ve değişik durumlarda yerine göre çeşitli yollarla hizmet eden bir metottur. Fakat bu çeşitli yolların hepsi neticede bu büyük kurala, tasvir kuralına varmaktadır.”[3]
Kur’ân nazil olmaya başladığı sıralarda, inkarcılar onun üslubu hakkında ileri geri konuşarak çeşitli dedikodular yaptılar, onun şiir olduğunu söylediler. Allah, onların bu dedikodularına karşı çeşitli ayetleri indirerek Kur’ân’ın şiir ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) de şair olmadığını haber verdi. Taha Hüseyin de bu hususta şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Kur’ân, ne nesirdir, ne de şiir. O, sadece Kur’ân’dır ve ancak bu isimle isimlendirilir. Kur’ân, kendisinde şiir üslûp ve özellikleri olmadığı için, şiir değildir. O, nesir de değildir. Çünkü onun üslubu ve diğer edebî özellikleri kendisine hastır. Kur’ân’ın üslûbu, edebî özellikleri, kelime dizimi ve musiki nağmeleri, başka hiç bir yazı türünde görülmeyen, bambaşka bir özelliğe sahip bulunmaktadır.”[4]
Kur’ân, başından sonuna kadar en güzel bir edebi üslup ile anlatılmaktadır. Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fatiha Sûresi, Kur’ân’ın bir özeti, girişi mahiyetindedir. Onda, önce tevhid, Allah’ın varlığı, birliği ve dünya ile ahiretin sahibi olduğu işlenmektedir. Bu husus, edebî bir üslup ve ifade ile anlatıldıktan sonra, yine çok veciz bir şekilde Allah’a karşı yapılması gereken ibâdet gündeme getirilmektedir. Sûrenin üçüncü ve son bölümünde ise, sosyal hayatta yaşanması gereken dürüstlük, iyi muamele, insan haklarına riâyet, her konuda adâletle hareket etme ve benzeri güzellikler, “sırat-ı müstakîm/dosdoğru yol” ifadesi ile anlatılmaktadır. Böylece Kur’ân’da verilen tüm bilgiler, üç kısım halinde, edebi bir üslup ile özetlenmektedir. Kur’ân’da ter alan diğer bir üslup örneği şöyledir:
اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَّيِّناً لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى
“Siz ikiniz Firavun’a gidin. Muhakkak ki o azmıştır. Ona kavlı leyyîn/yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.”[5]
Yüce Allah bu ayetlerde Musa peygambere, kardeşi ile beraber Firavuna gitmelerini ve onunla muhatap olurken yumuşak söz söylemelerini söylemiştir. Ona göre Kur’ân’ı ölçü alan kişi, gerektiğinde Firavun gibi insanlarla da muhatap olacak ve onlarla konuşurken, yumuşak bir üslup ile hareket etmeyi elden bırakmayacaktır. Yüce Allah, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ve onun şahsında inanan tüm insanlara, başkalarını hikmetli ve güzel sözlerle muhatap alma üslubunu öğütlemektedir: “Rabbinin yoluna hikmetli sözler ve güzel öğütlerle çağır. Böylece onlarla en güzel bir şekilde mücadele et!”[6] İlmi, edebi ve ahlaki üslup, tüm peygamberlerin takip etmiş oldukları doğru yoldur. Yasin suresinde anlatılan bir kıssada şöyle bir ifade yer almaktadır:
وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Ben, niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Siz de hep O’na döndürüleceksiniz.”[7]
Bu ayette, “Siz, niçin sizi yaratana kulluk etmiyorsunuz?” denmemektedir. “Ben, niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim?” denmekte ve bu yolla muhatap olan kişiler uyarılmaktadır. Bu tür üsluba, “Üslûb-ı hekim” denmektedir.
Kur’ân bize, sosyal hayatın her alanında kırıcı değil, yapıcı bir üslup kullanmayı önermektedir. Çünkü tür bir üslup, toplumsal uzlaşı ve barışın yolunu açmaktadır. Özellikle siyasal alanda, yapıcı üslubun önemli bir yeri vardır. Ben, çıkıp siyaset sahnesinde başkalarına kırıcı, küçümseyici, azarlayıcı, hakaret edici bir üslup ile bağırırsam, sadece kendi acizliğimi, basitliğimi, seviyesizliğimi, kişiliksizliğimi ve şahsiyet fukaralığımı ortaya koymuş oluyorum. Onurlu, medeni, olgun ve şahsiyetli insanların, bu tür insanları ciddiye almamaları gerekir.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
KAYNAKLAR
[1] Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem İbn Manzûr, “selebe”, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, I, 473.
[2] Tahiru’l-Mevlevî, Edebîyât Lugatı, s. 177; Emil Yakub ve Diğerleri, Kâmusu’l-Mustalahati’l-Luğaviyye ve’l-Edebîyye, Beyrut 1987, s. 41.
[3] Kutup, et-Tasviru’l-Fenî fi’l-Kur’ân, Mısır 1969, s. 36 vd.
[4] Taha Hüseyin, Hadisu’ş-Şi’ri ve’n-Nesri, Kahire tsz, s. 25.
[5] Tahâ 20/43, 44.
[6] en-Nahl 16/25.
[7] Yâsin 36/22.
1 yorum
Değerli yazınız için çok teşekkürler. Emeği geçen herkesi Allah her iki cihanda bahtiyar eylesin.
Lakin 6.kaynak olarak Nahl suresinin 25.ayeti yazmışsınız. 125.ayeti olması gerekir.