Arapça kökenli bir kelime olan yemin, sözcük olarak ant, kuvvet, sağ el, sağ taraf, bereket, gerçek, güç ve benzeri anlamlar için kullanılmaktadır. Yeminin çoğulu, eyman şeklindedir. Terim olarak yemin, kişinin savunduğu şeyde haklı olduğunu veya doğru söylediğini kuvvetlendirmek için Allah’ın adı ile ant içmesidir. Arapçada yemin için, kasem ve hılf gibi kelimeler de kullanılmaktadır. Her kişi, kendi inancı açısından kutsal kabul ettiği şeyler üzerine yemin eder.
İslâm dinine göre yemin, Allah’ın adı ile yapılır. En doğru ve en muteber olanı, “Vallahi, billahi, tallahi” şeklinde yemin etmektir. İnsanların baba ve dedeleri ile yemin etmelerinin doğru olmadığını ile süren Hz. Muhammed (s.a.v.), “Yemin eden, Allah’ın adı ile yemin etsin veya sussun”[1] diyerek Sadece Allah’ın adı ile yemin etmenin önemine işarette bulunmuştur. Başka bir hadiste de “Yemin edecek kişi, Allah dışında hiçbir şey üzere yemin etmesin”[2]
İslâm dinine göre üç çeşit yemin vardır:
1 – Yemin-i Lağv.
2 – Yemin-i Mün’akide.
3 – Yemin-i Ğamus.
Bu yemin çeşitleri, muhtelif ayet ve hadislerde dile getirilmektedir. Yemin-i Lağv ve Yemin-i Mün’âkide’nin yer aldığı bir ayet şöyledir:
لاَ يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَـكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا عَقَّدتُّمُ الأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُواْ أَيْمَانَكُمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Allah, bilmeyerek/kasıtsız/rasgele yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat bile bile iradenizle yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun kefareti, ailenizdekilere yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri doyurmak yahut giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Buna imkân bulamayan için ise, üç gün oruç tutmak vardır. Yemin ettiğiniz zaman, yeminlerinizin kefareti budur. Ona göre yeminlerinize bağlı kalın. Allah, şükretmeniz için ayetlerini size açıklamaktadır.”[3]
Bu ayette geçen, “Allah, bilmeyerek/kasıtsız/rasgele yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz” cümlede, yemin-i lağv anlatılmaktadır. Ayette geçen lağv kelimesini, bilmeyerek, kasıtsız ve rasgele diye tercüme ettik. Çünkü Yemin-i Lağv, insanın bilmeyerek, yanlışlıkla veya konuşma esnasında kasıt olmadan yapmış olduğu yemindir. Ayette de anlatıldığı gibi, bu tür yeminlerden dolayı herhangi bir kefareti vermek gerekmez. Aynı ayette geçen, “Fakat bile bile iradenizle yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar” ifadesinde ise, Yemin-i Mün’âkide anlatılmaktadır. Ayet metninde geçen akkede kelimesi, iradenizle yaptığınız yemin demektir. Onun için bu tür yeminlere, mün’âkide yemin denmektedir. Bu çeşit yemin, insanın hür iradesi ile bilerek yapmış olduğu yemindir. Bu tür yeminleri bozduğumuz zaman, kefaretini vermek gerekir. Bu tür yeminlerin kefareti de burada anlamı üzerinde durduğumuz ayette açıklanmaktadır. Ona göre bir insan, iradesi ile yapmış olduğu yemini bozduğu zaman, on fakiri doyurmak veya giydirmek veyahut ta hürriyeti elinden alınış bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Bunlardan herhangi birini yerine getirmeye gücü yetmeyen kişi, bozmuş olduğu yeminin kefareti olarak üç gün oruç tutacaktır. Sağlığı oruç tutmaya müsait değilse, sadece tövbe edip affını Allah’tan dileyecektir. On fakiri doyurmak, on fitre miktarı olarak değerlendirilmektedir. O da yine ayette anlatıldığı gibi, insanın normal günde aile bireylerine ortalama olarak yedirdiği miktardır. Ramazanda verilen fitre de ona göre değerlendirilir. Herkes, kendi mali durumuna göre bunu belirler.
Yine bu ayette belirtildiği gibi, yeminlere bağlı kalmak gerekir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de “Bir kimse bir şey için yemin eder, sonra da ondan daha hayırlısını görürse, yeminini bozsun ve kefaretini versin”[4] diye buyurmuştur. Örneğin bir insan kardeşi ile tartışırken, “Vallahi, billahi, tillahi bir daha kardeşimin evine gitmeyeceğim” diye yemin ederse, bir süre sonra gitmesi gerekecek. Yemin eden kişinin, bu gibi durumlarda ne yapması gerekir? Hz. Muhammed’in (s.a.v.) dediği gibi, bu gibi durumlarda yemini bozma daha iyi olur. Ona göre bu tür yeminlerde bulunan kişi, önce yeminini bozacak ve ardından kefaretini verecektir.
Yemini Lağv ve Yemin-i Mün’âkide hakkında kısaca bilgi veren başka bir ayet şöyledir:
لاَّ يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِيَ أَيْمَانِكُمْ وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ
“Allah sizi, düşünmeden rastgele yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat bilerek iradenizle yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah çok bağışlayandır, çok yumuşak davranandır.”[5]
Üçüncü çeşit yemin ise, Yemin-i Ğamus’tur. Bu, insan hür iradesi ile bile bile yapmış olduğu yalan yemindir. Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda şu bilgiler verilmektedir:
إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَلِيلاً أُوْلَـئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Allah’a verdikleri sözleri ve yapmış oldukları yeminleri az bir değer karşılığında satanların ahiret nimetlerinden herhangi bir payları olmayacaktır. Kıyamet günü Allah onlara bakmayacak, onlarla konuşmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı veren bir azap olacaktır.”[6]
Hz. Muhammed (s.a.v.) de yalan yere yemin etmenin Allah’a ortak koşmak, adam öldürmek, ana babaya isyan etmek gibi büyük günahlardan olduğunu söylemiştir. Onun bu konuda söylemiş olduğu çeşitli rivayetler vardır.[7] Yemin-i Ğamus’un, yani yalan yere yemin etmenin kefareti olmaz. Çünkü insan yalan yere yemin etmekle, Allah’ın adını kötüye kullanmış oluyor ve büyük bir günah işlemiş oluyor. Ancak bundan tövbe etmek gerekir.
Hangi inanca mensup olursanız olun, dini duygularınızı dünya menfaati için kötüye kullanmayın, asla yalan yere yemin etmeyin!
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
KAYNAKLAR
[1] Tirmizî, Nuzûr, 8, hadisno: 1534.
[2] Nesâî, Eymân, 4; Müslim, Eymân, 4.
[3] Mâide 5/89.
[4] Müslim, Eyman, 11, hadis no: 1650.
[5] Bakara 2/225.
[6] Alu İmrân 3/77.
[7] Bkz. Buhari, Eyman, 16-18; Müslim, İmân, 218-224; İbn Hanbel, II, 361, 362.